Annemle teyzem, daha gençlerken ilk kez 'erkeksiz' yolculuklarını yapacaklar. Trene biniyorlar. Karşılarına bir adam oturuyor. Bizimkiler başlıyorlar adam hakkında ileri geri konuşmaya.'Ay ne çirkin adam, bize de ne biçim bakıyor. Acaba bizi rahatsız eder mi?' diyor biri, öteki 'Hiçbişey yapamaz, kafasını kırarız' diye cevap veriyor. Falan filan kadınlar bir saat karşılarında oturan adama demediklerini bırakmıyorlar, hatta arada nasılsa anlamıyor diye küfür de ediyorlar. Adam dinliyor, dinliyor,dinliyor sonunda Boşnakça 'korkmayın, bir şey yapmam' diyor. Bizimkiler çok utanıyorlar. Çocukluğumuz boyunca bize bu hikayeyi anlatıp durdular. Hem güldüler hem öğüt verdiler 'aman ha' diye."
Annem hikayeye devam ediyor.
"Yıllar sonra ben Gebze-Haydarpaşa arası banliyö trenindeyim. Pendik'ten iki kadın bindi. Trende yer yok. İki kadın başladılar kendi aralarında Boşnakça konuşmaya. Oturan gençten bir adamı çekiştiriyorlar. Ama ne küfürler. Duydukça yüzüm kızarıyor. Kafamı başka yere çeviriyorum. Yok işte adam kalkıp yer vermemişmiş de şöyle de böyle de... Yakası açılmadık küfürler eşliğinde tabii. Sanki vagonda herkes Boşnakça biliyormuş gibi utanıyorum. Neyse kadınlar iki durak sonra indiler ve tabii ki benden başka da kimse Boşnakça bilmiyordu."
Annem Aysel altı kardeşin beş numarası. Büyükannesiyle büyükbabası Balkan Harbi'yle Bosna Hersek'ten gelmişler. Hayvancılıkla uğraşan büyükbaba bir oğlunu altı kızından ayrı tutarak yetiştirmiş, sevdiği kadına aşkından kendini alkole veren muallim oğlu sarhoşken araba kazasında hayatını kaybetmiş, daha 34 yaşında. Büyükbaba kızlarını işlerini idare etmeleri için daha "erkeksi" yetiştirmiş, kızlardan anneanneme büyükbabanın arkadaşı Ali talip olmuş. Henüz 14 yaşındaki anneannem Ali'yle evlenmiş. Onun kalabalık ailesinin evine yerleşmişler. Ali'nin genç, güzel ve dışa dönük karısına beslediği aşk Ali'nin ailesini huzursuz etmiş. Ali anneanneme 'Sen evine geri dön, ben ikimize ev alacağım, sonra da gelip seni alacağım' anneannem evine geri dönmüş. Ali'den ne ses ne seda. Karnı burnunda anneannem bir gün evin önünden kocası Ali'nin geçtiğini görmüş, kolunda da bir kadın. Anneannem "anında" boşanmış Ali'den.
Annemin babası yani benim Balkan dedem ise yoksul bir ailenin çocuğuymuş, annesi yatalak babası da hastaymış. Bir ablası varmış, babasına tarlaya yemek görütürken ortadan kaybolmuş. Bir daha ses yok. herkes onu askerlerin kaçırdığını düşünmüş, bir ihtimal büyük çoban köpeklerinin onu parçaladığı. Diğer kardeşi de askerden döndüğünde gırtlak kanserinden ölmüş. Babası da acıya dayanamayıp kısa bir süre sonra ölmüş. Balkan dedem çok yakışıklıymış. Köyün bütün kadınları onun peşindeymiş. Sonunda birisiyle evlenmiş. Askere gideceği zaman karısına "Bu köy çok dedikoducu, ben dönene kadar annemin yanında kal" demiş ama karısı yapamamış, evine dönmüş. Üstelik hamileymiş. Köydekilerin "Karın yoldan çıktı, namusun kirlendi" mektubunu alan Balkan dedem "anında" boşanmış karısından. Askerden dönünce kızını görmek için başkasıyla evlenen eski karısının kapısını çok kere çalmış ama görememiş kızını.
Başlarından nikah geçen Balkan dedemle anneannemin yolları kesişmiş, evlenmişler. Anneannemin Ali'den olan oğlunu yani dayımı Balkan dedem çok sevmiş, peşi sıra annemler doğmuş. Beş kız.
Annem anlatmayı sürdürüyor:
"Herkes Boşnak, herkes ailede, sülalede sapsarı bir tek ağabeyim esmer, bir tek ona Türk diyorlar, dışlıyorlar. Belki de buna şahit olduğum için Türkçeyi hemen öğrenmek hemen konuşmak istedim. Belki de bu yüzdem kocamın Boşnak olmamasına dikkat ettim. Beş yaşındaydım, köyün öğretmeninin çocuklarıyla oynuyordum. Onlardan Türkçe öğreniyordum. Sonra okula başlamak istedim. Öğretmen 'yaşın küçük' dedi. Pencerelerini taşladım, hiç unutmam. Babam muhtardı. Okula gitmem için nüfus kağıdı alırken yaşımı büyük yazdırdı. Başladım okula. Okulda çat pat Türkçe konuşuluyordu. Daha doğrusu Boşnakça konuşuluyordu da öğretmen de Türkçe öğretmeye çalışıyordu. Evde de bütün aile Boşnakça konuşuyordu. Bir gün okuldan gelip anneme Türkçe 'anne' diye seslendim. Çok şaşırdı. Bunu ilk kez ben yapmıştım."
Ankara ile Eskişehir arasında kalan köyleri Boşnaklardan oluşuyormuş. Kahveyi çok tüketen Boşnakların köyünde sabah kahvelerinde birbirlerine ziyarette bulunmak gelenekmiş. Üç öğün Boşnak böreği her evde olurmuş. Dedem evin çocuklarına pişmaniye yaparmış. Hıdrellezler çok coşkulu geçermiş. Ateşler yakılır, üzerinden atlanılır, eğlenilirmiş.
Annem ikinci sınıfa taşındıkları ilçede başlamış.
"İlçede bir biz Boşnaktık. İlk defa bu nedenle dışlanıyorduk. Boşnakların pis oldukları kanaati yaygındı orada. Yüzümüze söylerlerdi. Bir de 'Gavur Boşnak' diye seslenirlerdi. Annem çok uğraşırdı hepsiyle. Gerekirse kavga ederdi. 'Ama biz de müslümanız, sizin gibi' derdi. Benimse vaktim yoktu böyle şeyler için. Kulağıma takmazdım. Zaten artık Türkçeyi aksansız konuşmaya başlamıştım. Kimse Boşnak olduğumu anlamıyordu. Hemen Türkçe'yi konuşmalıydım ki okulda başarılı olayım ve kendime güzel bir hayat kurabileyim. O zamanlar öyle bakıyordum. Ama şimdi anlıyorum ki bu düşünce bana Boşnakçayı unutturmuş. 50'lerinde bir insan olarak şimdi anadilimi konuşurken teklemek zoruma gidiyor. Ezik hissediyorum kendimi. Sadece kardeşlerimle konuşuyorum. Ama onları da nadiren görüyorum. Bizim apartmanda Makedonyalı bir kadın var. Ama apayrı diller tabi. Hiç birbirini tutmuyor. Zaten Boşnaklar arasında da dil yıpranmış. Hayatta anlayamıyoruz birbirimizi."
Başka sohbetlerden de biliyorum, annem bu TRT Şeş meselesine mesafeli. Bu mesafe TC sınırları içinde Türkçe'nin hakimiyetini korunması gerekliliğinden değil ama "öteki" olmaya itirazından. Kanalların, kursların mimlenmeyi beraberinde getireceğine, kokaca tren vagonunda Boşnak olarak mevcudiyet göstermenin 'ötekileşmekten' başka işe yaramayacağına sarsılmaz inancından.
Ona göre Boşnaklar arasında Türk olmak da Türkler arasında Boşnak olmak da TC sınırları içinde 'iyi bir hayat' kurmanın önünde engel teşkil ediyor. Ona göre "Biz Boşnağız" diyince yanına "Müslümanız elhamdülillah" koymak gerekiyor. Boşnakça konuşmak deşifre olmak demek.
Ona göre okullarda Boşnakça ders verilmesinin yemeğin yanındaki salata kadar mahiyeti var. İstiyor ki Boşnakçayı konuşmasa da unutmasın. Ama nasıl olacak?
Geçen seferki ziyaretinde işten eve döndüğümde masanın üzerinde Balkan Gazetesi gördüm."Ne iş?" diye sordum. Gezinirken görmüş, girmiş derneğe, faaliyetlerini öğrenmiş. Gazeteyi alıp çıkmış. Şaşırdım. Ben de abonesiyim gazetenin. Ofise geliyor. Ama o kadar. İşte aynı yerden kuruyoruz bağımızı. Fazlasını talep edecek gücümüz yok ki.
"Gavur" olmamak için Boşnakçayı unutmaya razı gelmek demek ağır bir itham, hayatta kalmaya, kendi güvenlik sınırlarını inşaaya uğraşırken 'kaybedilenler' dersek daha doğru olur.
Herkesin anadil günü kutlu olsun.
Eydivala (Hoşçakalın) (MB)