Emek cephesinde yer alan bazı örgütlerin sahiplendiği bir talep var: İşten atmak/çıkarmalar yasaklansın! Bu talep emek cephesinin acil ihtiyaçları açısından çok doğru konumlanıyor. Gerçekten de bugün emekçilerin hayat koşullarını kötüleştiren en büyük etkenin işten kolayca çıkarılmaları olduğunu bilmeyen kimse yok. Bunu emek cephesinin açık düşmanları dahi reddetmeyecek, hatta “yerimizi doldurabilecek çok kişi olduğunu” hatırlatarak bizim her koşula razı gelmemizi sağlayacaklardır. Öyle bir ihtiyaç ki bu, madene yeniden girmezse kredilerini ödeyemeyeceğini söyleyen madenciyle, bambaşka koşullarda yaşadığını düşünen beyaz yakalının ortak noktası. Geçtiğimiz hafta Tüm Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜMSİAD) toplantısında konuşan Erdoğan da, memurların da işten atılmasını kolaylaştırarak memur-işçi ayrımını tamamen ortadan kaldırma isteğini beyan etti ve günümüzde işten atılma ihtimalinin tüm çalışanları ortaklaştıran bir nokta olduğunun altını çizmiş oldu.*
Öyleyse herkesin ortak keseni olabilecek, herkesin hayatına seslenebilecek, herkesin yarasına parmak basan bu talebin bu kadar cılız olmasının sebebi nedir?
Bunu emekçilerin bilinçsizliğiyle mi açıklamalıyız?
Talebin güçlenememesinin sebebini onun gerçek bir talep olmamasında, bir slogan düzeyinde kalmasında aramak daha doğru olur.
Eğer gerçek bir talep olsaydı, yasaklamanın nasıl uygulanacağı tartışmasıyla beraber yürürdü: İşten çıkarmanın cezai yaptırımı ne olacak? Hapis mi, para cezası mı, işyeri kapatma mı, vs. Yasağın nasıl uygulanabileceği tartışmasını içinde hiç taşımayan bir yasaklama talebi ise ciddiyetten uzak görünüyor. Çünkü bu radikal slogan-talep “işten atan”ı korkutmaktan uzak olduğu halde “işten atılan”a umut vermeyi hedefliyor. Böylece işverene yaptırım gücü olmadığı için paradoksal şekilde “işten atılan”a sesleniyor sıklıkla 'işten atılmalar yasaklansın' şeklinde telaffuz edilmesi de bunun bir işareti sayılmalı. Bu da anlaşılır bir şey, çünkü bu talebi savunacak olanlar, yani emek cephesinde bulunan hepimiz, aslında işten atmayı yasaklayacak güçte olmadığımızı biliyoruz. Böylece bu sloganı atarak diğer işçileri yanımıza çekmeyi hedefliyoruz. Ancak hedefimizi gerçekleştiremiyoruz çünkü diğer işçiler de bu sloganın gerçek bir karşılığı olmadığının farkında. Tabii ki, emek cephesinde bulunan herkes işten atmaların hukuken ya da fiilen ortadan kaldırılmasını istiyor, ancak bunu gerçekleştirmenin yolu, gerçekçi olmayan bir “yasaklama” talebi midir?
İşten çıkarmaları külliyen engellemek gibi gerçekleştirmeye gücümüzün yetmeyeceği vaatler; bu vaatleri taşıyanları emekçilerden uzaklaştırıyor, çünkü güven vermiyor. Güven vermiyor, çünkü gerçekleştirilemeyeceğini herkes biliyor. Bu açıdan “genel grev” söyleminin radikalliğine karşın güdük kalarak yarattığı hayal kırıklığına benziyor. Radikal söz, radikal eylemin güvencesi olamıyor. Politik sözü de eylemle bağını kurabileceği bir noktadan inşa etmek gerekiyor. Peki, işten çıkarmalara karşı emek cephesinin atacağı gerçekçi adımlar neler olabilir? Bu soruya cevap bulabilmek için mevcut durumu işçi-işveren ilişkileri açısından daha gerçekçi bir şekilde ortaya koymalıyız.
Emekçiler nasıl işten çıkarılıyor? Bu sürecin yasal dayanakları neler veya bu süreçlerde hangi yasalar görmezden geliniyor? İşveren yasaların yükümlülüklerinden hangi yöntemlerle sıyrılıyor? Bu sorular üzerinden mevcut yasalar da emekçilerin kullanabildiği birer silaha çevirebilir. Sermaye cephesinin çoktandır kamusallaştırdığı deneyimlerine karşı –ki aleni işten çıkarma toplantıları düzenleyerek bu gerçeği saklamadığını da ortaya koyuyor- emek cephesi deneyimlerini nasıl kamusallaştıracak, hangi yasaları kullanabilecek ve nasıl kullanabileceği yeni yasaları/düzenlemeleri talep eder duruma gelecek? Emekçiler tek bir işyerinde mücadele ederken veya emekçi bir başınayken dahi haklarını nasıl savunacak? Emekçiler neleri göz önünde bulunduracak, hangi hak talepleri emekçiler için kilit bir önem arz edecek?
Bu bilgilerin derlendiği bir örnek olarak istenatildim.org sitesi gösterilebilir. Plaza Eylem Platformu’nun hazırladığı site, bir yanda çalışanları işten atılma sorunuyla karşılaştıklarında ne yapabilecekleri ve haklarının ne olduğu konusunda bilgilendirmeyi; diğer yandan da emekçilerin deneyimlerini kamusallaştırmayı hedefliyor. Bu deneyimleri değerlendirdiğimizde işçilerin yasaların tanıdığı haklarını kullanma imkanlarının dahi kısıtlı olduğunu görüyoruz. Bu kısıtlılık, bazen bilgilere erişmenin, bazen patronla yalnız karşı karşıya gelmenin zorluğundan kaynaklanıyor. Bu olaylara baktığımızda ayrı bir yasa talebinden çok daha önce emekçilerin yasal haklarını kullanabilmesi için dahi güçlenmesi gereğini görüyoruz. Sonuçta yasaların koyulma sürecini olduğu kadar uygulanma sürecini de sınıf mücadelesinin güncel durumu belirliyor.
Emekçilerin işten atılma deneyimlerini ortaklaştırdığımızda karşımıza çıkan his şu oluyor: Bu kadar kolay olmamalı! Bu his “hakkı” yenilmişliğin, bir adalet arzusunun ifadesi. Biz de bu hissi takip ederek bu kadar kolay olmasını nasıl engelleyebileceğimiz üzerine siyaset üretebiliriz. Emek cephesinin acil meselesi de bizim işten çıkarmaları nasıl zorlaştıracağımız sorunu olarak belirlenebilir.
İşten çıkarma silahları bu kadar gelişmişken biz neden işten çıkarmalara karşı silahlanamayalım? İşten çıkarmalara karşı nasıl silahlanabilir, hangi araçlarla mücadele edebiliriz? Bu sorulara verilecek cevaplar tek tek işyerlerinde somutlanabilecek bir düzeye gelmeden hep havada kalacaktır. Hak mücadelelerinin, hakların somut olarak düşünülmesi üzerinden geliştirilmesi bu açıdan daha ön açıcı bir rol üstlenebilir.
Örnek vermek gerekirse, kıdem ve ihbar tazminatları işten çıkarmayı zorlaştıracak bir hak olarak düşünülmeli. Ancak işverenlerin bu hakkın üzerinden atlamak için pek çok yönteme başvurduğunu da biliyoruz. Sermayenin bildiğini birbirimizden saklamamıza gerek yok, bunlardan bazıları istifaya zorlamak, işten çıkarma söylentileri yayarak insanları başka işe kendiliklerinden geçmeye teşvik etmek, işten çıkarıldığını söyledikten sonra çalışanın işe gelmemesini bahane ederek “2 gün işe gelmediği” gerekçesiyle işten çıkarmak (evet, düpedüz yalancılık ve kötüye kullanma, ama çok sık başvuruluyor) gibi yöntemler. Ödendiğinde dahi tazminatın taksitlere bölünerek maaş öder rahatlığında ödenmesi de tercih edilen bir yöntem. İstifaya zorlamalara karşı emek cephesi “mobbing” kavramına sarılıyor, bu kavram özellikle beyaz yakalılarda işe yarar bir şekilde kullanılabiliyor. Yeterli bir şekilde kullanılsa da kullanılmasa da mücadele ederken kullanabilecek bir kavramımız olduğu bu alanın dışındaki yöntemlere karşı ise silahlanabilmiş değiliz.
Bu açıdan genel olarak tazminat hakkının peşine düşmek somut ve gerçekleştirilebilir bir öneri olarak ortaya konabilir. Tazminatın işveren için bir külfet olması gerektiğini kabul ederek hareket ettiğimizde, en azından aynı anda bu kadar çok sayıda kişinin işten çıkarılması/toplu işten çıkarmalar kısmen zorlanacaktır. İşten çıkarılanların haklarının peşinden koşmasının zor olabildiğini biliyoruz. Tam da bu yüzden öncelikle yasalarca tanınmış tüm hakların kullanılmasını teşvik etmek; devamında yasalarda tazminat hakkının bağlı kılındığı koşulların kaldırılması, işe iade davaları için bir işyerinde 30 kişi aranması şartının kaldırılması veya benzeri, uygulanabilmesi zemininde tartışılacak haklar üretmek emek cephesini örmek açısından büyük önem arz ediyor.
Özetle, genel grev vurgusunun kendi işyerlerimizde grev yapmamızdan daha büyük ve önemli görünmesi gibi, işten çıkarmanın yasaklanmasını istemek de, bu konudaki daha 'küçük' ama güçlendirici mücadelelerin gölgede kalmasına, önemsizleşmesine sebep oluyor. Ayrıca gündelik hayat mücadelemizle bağ kuramayan genel bir mücadele hattı havada kalıyor. İşten atılan iş arkadaşımız için ne yapabiliyorsak emek cephesi için de yapabileceğimiz odur; mücadeledeki güvenilirliğimizin imtihanı da bu olacaktır. (HK/MT)
* Erdoğan çok ilginç olmasına rağmen basına pek yansımayan konuşmasında şunları söyledi: "Siz bir taraftan alıyorsunuz yargı bir taraftan geri iade ediyor, siz alıyorsunuz onlar iade ediyor. Böyle devlet idare edilir mi?.. İki şeyiniz vardır. İhbar tazminatını ödersiniz, kıdem tazminatını ödersiniz. Memnun değilseniz kapıya koyarsınız. Öyle mi? İlanihaye çalıştırmaya mecbur musunuz? Bu yeni anayasa ile birlikte memur işçi ayrımını da ortadan kaldırmak lazım."
Mert Tokur, MSGSÜ Sosyoloji bölümünde tamamladığı lisans eğitiminin ardından aynı bölümden yüksek lisans derecesi aldı. Çeşitli projelerde, sivil toplum işlerinde ve internet sitelerinde çalıştı. |