Recep Tayyip Erdoğan Okmeydanı için "Polisler nasıl sabrediyor anlamıyorum," dedi, yine tek sözüyle tüm gündemi belirleyiverdi. Bu pervasızlık, muhaliflerini sürekli cevap vermeye itiyor, diğer yandan ne dense yetersiz kalıyor.
Siyasi tıkanıklıkları aşmak için cevapları değil soruları değiştirmek gerekir. Belki şu soruyla başlayabiliriz: Herkes Erdoğan’a cevap veriyor, peki Erdoğan neye cevap veriyor?
Erdoğan'ın düşünsel kaynağı Aleviler için sürekli "Azgın azınlık" ifadesini kullanan Yeni Akit gazetesi. AKP düşünsel bir acizlik içinde, güçlü Erdoğan imgesine mahkûm, kutuplaştırmaktan başka çaresi yok. Bu seçmenlerini yönetmek, seçmeni olmayanlar için kendisine mahkûm olunduğu hissi yaratarak dışarı atmak politikası anlamına geliyor. AKP, Erdoğan’ı parlattığı oranda bir parti olarak yok oldu, bu açıdan Öcalan’ı parlattıkça yükselen PKK’nin tersi bir seyir izliyor. Erdoğan gidince geriye ne kalacağı bilinmiyor. Erdoğan en güçlü olduğu döneminde aynı zamanda manipülasyona en açık dönemini yaşıyor. Düşünsel bir altyapısı yok; bu derece yüksek pragmatizm, çok kolay yönetilebilir, yönetiliyor. Yiğit Bulut bile kendine yer buluyor, yönetebiliyor; açık. Özgün bir siyaseti yok, sadece ekonomi ve bunu kuran-koruyan bir güç var. Mesela Kürt sorununun çözümü "huzur ortamı, yatırım yapılan alan yaratmak"tan geçiyor. Siyaseti kimin karşısında nasıl konumlanacağını hesap etmekten ibaret.
"Dik dur ama diklenme" ifadesi, bu siyasetsizliğin ifadesi. Aslında bu söz gücetaparlığın ustaca ifadesi: Kimin karşısında dik duracak, kime diklenmeyecek? Diklenmek, size diz çöktürmek isteyenin önünde dik durmaktır. Yani bu söz şu anlama geliyor: Gücümün yettiğinin (kendi halkımın, bana muhtaç olduğu sürece İsrail’in, vs.) karşısında dik durmak ama gücümün yetmediğinin, bana diz çöktürebilenin (vergi düşürme müjdesi verilen Koç’un, ABD’nin, vs.) karşısında dik durmamak.
Göründüğünün aksine pozitif bir siyaseti olmadığını iddia ediyorum yani. Bu yüzden isyan bastırma stratejilerine bu kadar yatırım yapıyor, sadece TOMA filan alarak değil, isyan edenleri yönlendirmeye çalışarak da aynı siyaseti izliyor. Ama bu siyaset onu kırılgan kılıyor. Şimdi biraz sinirli: Darbeyi en güçlü olduğu noktadan aldı; hızlı kalkınmanın bedeli Soma’da açıkça görünmeye başladı. "Biz hırsızlık yapsak nasıl bu kadar çok iş yapalım," diyordu; işçi öldü, işi esas kimin yaptığı göründü.
Karşımızda gerçekten sadece ve en çok Erdoğan var, ama bunu çok ciddiye almak Erdoğan’ı güçlendiriyor. Erdoğan’ı Erdoğan yapan unsurları bileşenlerine ayırmak gerekiyor. Lacan demiş ki, "Kendini kral sanan bir kral, kendini kral sanan bir deliden daha az deli değildir". Erdoğan da kendini kral yapan koşulların farkında olmayan bir kral. Bu onun en zayıf yanı. Biz de onu kral sanmamalı, bu koşulların farkında olmalı, ona göre davranmalıyız. Bize karşı attığı adımlara hapsolmamalıyız.
AKP’deki pozitif siyaset noksanlığı anlaşılmadan nasıl olup da partinin hızlı fikirsel savrulmalar içine girdiği anlaşılamaz. AKP’nin kendisini sürekli kendi dışındaki güçlere karşı konumlandırması, onu gerçek siyasi hamleler karşısında kırılganlaştırıyor. Evet, Erdoğan Gezi eylemleri karşısında ustalıklı hareket etmiş, kendi tabanını Gezi etkisinden uzaklaştırmıştır; ama nihayetinde attığı adımların bir karşı-hamle olduğunu kabul etmek gerekiyor. Gerçek adımı atan Gezi’ydi, daha önce görünmeyen bir toplumsal güç aniden zuhur etti.
Çokça söylendiği üzere, Erdoğan başarısını gerçek bir hegemonya tesis edilmesine borçluydu. Şimdi Foti Benlisoy’un da dediği gibi yaygın hegemonyadan sınırlı hegemonyaya geçiyor.
Bu hegemonyanın başarısı ise AKP'nin ödünç aldığı belli olan fikirlerdi; fikirlerin ödünç alınmasının ispatı sıklıkla değişmesidir. Şimdi, sınırlı hegemonya için Yeni Akit söylemine başvurabilir, şaşırtıcı değil. Yine de farklı kaynaklara başvurması gerekecek, sonuçta “İsrail dölü” sözünü Yeni Akit kadar rahat savunamayacak. Bu yüzden -bir tek Mehmet Akif okurken gözleri parlasa da- farklı şairlerden satırlar okuyacak yine, danışmanları yine metinlerinde farklı düşünsel kaynaklardan beslenecek, solculara yine Oğuz Atay üzerinden, MHP’ye Alparslan Türkeş üzerinden yüklenecek.
Kendi dışındaki tüm fikirlerin içinde geziniyor, gerçek fikri ekonomiyle siyasetin arasında kurduğu ilişkide yatıyor: Ekonomi kalkınma ve istikrar, siyaset bunun güvencesi olan güçtür. Açıkça söylendiği gibi istikrarın güvencesi AKP, hatta yalnızca Erdoğan’dır: Ya istikrar ya ölüm!
Soma katliamı, uzun vadede bu tabloyu değiştirecek temel etmen olabilir. Tek tük ölürken gündeme gelmeyen işçiler, topluca ölerek ekonominin gizli öznesini açığa çıkardı. Artık Soma AKP’nin en kırılgan noktası. Bu yüzden AKP gerçek bir antikapitalist siyaset karşısında ne yapacağını bilemez hale gelecektir. Soyut kapitalizme karşı çıkan biçimsel antikapitalizmin aksine gerçek antikapitalizm gerçekten yaşanan, deneyimlenen Soma katliamında somutlanan kapitalizme karşı harekete geçmektir. Biçimsel antikapitalizm ideolojik, gerçek antikapitalizm yaşamsaldır, adını bile zikretmeden gerçek bir antikapitalist siyaset üretilebilir. Somut olarak karşımıza çıkan iş örgütlenmesi, bizi daha çok üretim yapmaya zorlayan emeğin üretkenliğini artırma yöntemleri hedef olarak belirlenebilir. Bunun mücadelesi veriliyor: Daha önce TEKEL mücadelesi de bu zemin üzerinde yürüyerek güçlendi.
Soma katliamı gerçek kapitalizmdir. Gerçek kapitalizm yetersiz hissettirilen bir beyaz yakalının intihar etmesi, veya bununla baş etmek için antidepresan kullanmak zorunda kalmasıdır. Gerçek kapitalizm çalışmanın hepimizde yarattığı tahribattır, ofis işçilerinin kamburlaşması, maden işçilerinin nefes almakta zorlanmasıdır. Gerçek kapitalizm madende, fabrikada ve ofiste çalışanlara sürekli “hadi hadi” denilmesidir. AKP’nin “hızlı kalkınma” programının temelinde, Somalı işçilerin taktığı isimle “hadi hadi” sistemi yatıyor. Soma katliamını kendi hayatlarımıza bağlamaksızın gerçek bir siyaset imkanı bulunmuyor. Gerçek antikapitalizm kapitalizmle gerçekten mücadele etmektir ve bu kapitalizmin dışarıdaki mağdurlarını teselli etmeye çalışmadan önce, kendi üzerimizde oluşan tahribatla yüzleşmek ve her neredeysek orada mücadele etmeye başlamakla mümkündür.
Erdoğan böyle bir siyasete cevap vermek için ya antikapitalist argümanlara başvurmak ya da açıkça kapitalizmi savunmak zorunda kalacaktır. İşte gerçek ve doğru bir siyasi kutuplaşma o zaman mümkün olacaktır. (MT/HK)
* Fotoğraf: Volkan Furuncu - AA/Ankara