"Bu iş, bir daha dünyaya gelmek istemeyecek kadar deneyim kazandırdı"
(Alt yapı işçisi Sadık, Emek – Mekân Sempozyumu)
“Performans”, “kalite”, “etkililik”, “girişimcilik”, “rekabet”, “verimlilik”, “motivasyon”, “dinamizm”, “kârlılık”, “şeffaflık”, “esneklik”, “yetenek” gündelik yaşam da dâhil olmak üzere tüm alanlarımıza girmiş son dönemde sıklıkla kullanıldığı halde pek de ne anlama geldiğini düşünmediğimiz, hızlı/hareketli yaşam alışkanlığımız nedeniyle sorgulamaya fırsat bulamadığımız kavramlar öbeği.
Bu kavramlar üzerinden bir dünya kuruluyor, yaşam biçimi sunuluyor. Bedel ödemek zorunda kalmamak için biz de bu duruma hızla uyum sağlıyoruz/sağlamak zorunda bırakılıyoruz.
Diğer yandan “özgürlük”, “eşitlik”, “adalet”, “demokrasi” gibi kavramlar bağlamından koparılmış biçimde adeta boşlukta salınıyor.
Pazarlama, medya, reklam yani Frédéric Lordon’un deyimiyle piyasanın arzu sistemi itaatkâr, “rekabet hakkı” olan, ücretli emeği tüketim nesnelerine yöneltilmiş bireyler yaratıp, “kapitalist ilişkiler içindeki bireylerin itaatini pekiştiriyor” (Lordon, Kapitalizm Arzu ve Kölelik, çev.: Akın Terzi, Metis Yayınları, 2013, s.52).
Gaulejac bu durumu endüstriyel kapitalizmin yerini finansal kapitalizme bırakması üretim mantığının yerine de finansal ekonominin oturması olarak açıklar. Bunun sonucunda ulus-devletin hâkimiyetinde olan iktisadi düzenleme biçimleri sorgulanmaya başlanır; sermaye mekândan bağımsızlaşır, onu denetlemeyi olanaklı kılan engeller ortadan kalkar. Bilişim ve telekomünikasyonun birleşmesi yeni bir zaman anlayışı yaratır.
Bu durum yeni iktidar ilişkilerinin doğmasına yol açar. “İnsan kaynakları” bölümü işbaşına geçer. Sennett’in deyimiyle otoritesiz iktidar oluşur.Otorite figürü ortadan kaybolur. Patronun sorumluluğu yerine ekip çalışmasındaki bireylere sorumluluk verilir. İş arkadaşları birbirlerine yöneticilik taslar. Bu da çalışanlar arasında rekabet ilişkisini doğurur. Görevini yerine getirmeyen anında kapı dışarı edilir. Dışarıda onun yerini alabilecek, karın tokluğuna çalışabilecek yedek işgücü ordusu beklemektedir. Ekip çalışması, herkesin diğerinin işi üzerinde denetim hakkının olması direniş mekanizmalarının yaratımında engel oluşturur. İşyeri şiddet ve ölüm mahalli haline gelir.
Bütün bunlardan eğilimin emeğin aleyhine olduğu söylenebilir. Küreselleşme Gaujelac’a göre, “aşırı rekabeti teşvik ederek yerelleşmenin ortadan kalkmasını doğallaştırarak, insanların dolaşımını kontrol ederken sermaye dolaşımını kolaylaştırarak, vergi cennetlerine rıza göstererek, spekülasyonu ve birtakım finansal suç biçimlerini hoş görerek emeğe karşı sermayenin işini görür ve bir takım finansal suç birimlerini hoş görerek emeğe karşı sermayenin işini görür” ( Gaulejac, İşletme Hastalığına Tutulmuş Toplum, çev.: Özge Erbek, Ayrıntı Yayınları, 2013, s.43).
Bunun sonucunda üretim birimleri ucuz işgücünün yoğun olduğu, çalışanlar açısından hukuki mevzuatın çok da işlemediği, sendikaların işlevini yitirdiği yerlere kaydırılır. Kolektif hak arayışı yerini bireyselleşmeye bırakır.
İnsanı firmanın bir faktörü, bir kaynağı olarak gören işletme (Gaulejac, s.65), herkesin değerini finansal kriterlere göre ölçer ve bu anlayış içinde yaşlıya, sakata, güçsüze, tembele, hastaya yer yoktur.
Çalışmanın anlamı değişir. Çalışma artık zaman ve saatlere önceden belirlenen bir görevi gerçekleştirmek değil, performans göstermek anlamına gelir (Gaulejac, s.73).
Lordon’un kitabında ayrıntılı anlattığı gibi gönüllü bir itaat söz konusudur: Kapitalist kurumun hizmetinde kendiliğinden iş gören ücretli emekçiler. Yani, baskı görmeden, zorlanmadan gönüllü kölelik ilişkisidir sözü edilen (Lordon, s.77). Baskının yerini baştan çıkarma, dayatmanın yerini katılım, itaatin yerini minnettarlık alır (Gaulejac, s.93). Çalışanlar bu minnet duygusu içinde kendi kendini denetlemek durumundadırlar.
Bu anlayış içinde aile de işletmenin bir parçasıdır. Piyasanın ihtiyacı olan, istihdam edilebilir, güçlü, akıllı, rekabetçi, rasyonel, hedefi kariyer yapmak olan çocuklar yetiştirmektir bundan böyle ebeveynlerin görevi. Bu yaklaşımda boşluğa, zayıflığa, davranış bozukluğuna yer yoktur. Bu gibi durumlarda işin uzmanları (psikologlar, terapistler, rehber öğretmenler) devreye girer. “Yaşam kariyer planına dönüşür” (Gaujelac, s.162). Her birey çocukluktan itibaren verimliliğini kanıtlamak zorundadır (s.163).
Ekonomi siyasetten ayrılır/kopartılır. İkisi birbirlerinden ayrı alanlarmış gibi düşünülür. Siyaset, ekonomideki salınışları idare etmekle yükümlüdür. Başka bir deyişle, siyaset ekonominin tahakkümü altına girer. Çevreye, insan haklarına, üretimin adaletli paylaştırılmasına, kamu yararına saygının çok da hesaba katılmadığı bir “proje”dir bu.
Bütün bunlardan sonra bu üretilmiş, itaatkâr bireylerin kuşatılmışlıklarından çıkabilmeleri için ne yapabilecekleri sorulabilir. Yanıt olarak Lordon, “aklın kılavuzluğu”nda hareket etmenin ve rekabetsizliğin önemli olduğunu dile getirir.
Yurttaş olmanın anlamı da yeni baştan sorgulanabilir: Rousseau’ya göre “yurttaşlık erdemi için uğraş vermek, her şeyden önce, birisinin kaybını diğerinin kazancı haline getiren ve insanlar arasında kaçınılmaz çıkar düşmanlıkları yaratan toplumsal eşitsizliklere son vermek için uğraş vermek anlamına gelir” (Wood, Sınıftan Kaçış, çev.: Şükrü Alpagut, Yordam Yayınları, 2006, s.177). Ya da baştaki alıntıda adı geçen alt yapı işçisinin memnuniyetsizliğinin nedenlerinin politik olduğunun altını çizerek bunların ortadan kaldırılabilmesi için birlikte hareket olabilir yanıtlardan bir diğeri. (FS/EKN)