Protestolar, bugün aşağı yukarı tüm toplumlarda var olan modern sivil toplumun bir parçasıdır.
Dünyanın dört bir yanındaki protestolar doğaldır ve BM İnsan Hakları Sözleşmesi'nde tanınan bir haktır. Herhangi bir toplumda veya ülkede, bir "azınlık veya çoğunluk", bir özneye, yasaya veya toplumun durumuna itiraz edebilir veya talep edebilir.
Bu protestolara bazen şiddet ve yıkım eşlik ederken, bazen de barışçıl bir şekilde son buluyor.
Ancak hükümetin bu protestoları ele alış biçimi her zaman dikkat çekiyor.
Diktatörlük rejimlerinin olduğu ülkelerde, halk protestoları genellikle şiddetli bir şekilde bastırılır ve özgür hükümetlerde, kamu mülkiyeti ve şiddet protestoları durdurulana kadar protestolara polisin yatıştırması eşlik eder.
İran halkı yapı itibariyle otoriteye ve haksızlığa karşı gelmeye yatkın bir toplumdur. Kırk yılı aşkındır baskıcı dini yönetim altında bile sokak gösterileri protestolar eksik olmamıştır.
İslam Cumhuriyeti Anayasası'nın 27. Maddesi, "silah taşımadan toplanma ve gösteri yapma" özgürlüğünü açıkça vurgulasa da, uygulamada ve İran'daki protestoların tarihi göz önüne alındığında, bu ilke çoğu zaman göz ardı edilmiştir.
Devrimden sonra ilk kadın protestocular
İslam Cumhuriyeti tarihindeki ilk popüler protesto, İslam Devrimi'nin zaferinden 25 gün sonra, Dünya Kadınlar Günü ile aynı zamanda gerçekleşen zorunlu başörtüsüne karşı kadınların protestosuydu.
Protesto, Ayetullah Ruhullah Humeyni'nin konuşmasının 7 Mart 1979'da "Bilgi Gazetesi"nde ilk manşet olarak yayınlanmasının ardından başladı.
"İmamın tesettür hakkındaki görüşü" başlıklı bu yazıda, "Kadınlar İslami bakanlıklara çıplak gelmemelidir.
Kadınlar gitmeli ama başörtüsü takmalı." Ertesi sabah, bu makalenin yayınlanmasına başörtüsünü destekleyen ve karşı çıkan dağınık gösteriler eşlik etti. Tesettürsüz kadın çalışanların işyerlerine girmesine izin verilmedi.
Zorunlu başörtüsüne karşı bu protestolar İran'ın diğer şehirlerinde de devam etti. Ancak zamanla ve özellikle Taleghani'nin ölümünden sonra tesettür kadınlar için zorunlu hale geldi.
Devrimin ardından bitmeyen protestolar
Devrimden sonraki yıllardaki ilk geniş çaplı hareket, Meşhed'deki Haziran 1992 ayaklanmasıydı.
Bu hareket, evlerinin yıkılmasını protesto etmek için yapılan gösterilerle başladı ve kısa sürede İslam Cumhuriyeti'ne karşı geniş çaplı bir protesto hareketine dönüştü.
Meşhed şehrine yayılan bu harekette insanlar hükümet binalarına saldırdı ve çok sayıda polis karakolunu, bankayı ve ticari, siyasi ve kültürel merkezleri ateşe verdi.
Hareket, Devrim Muhafızları güçlerinin Horasan ve komşu illerdeki geniş çaplı bir saldırısıyla bastırıldı.
Bu harekette 6 güvenlik görevlisi ve 3 sıradan insan öldürülmüş, 300 kişi hapse atılmış ve Meşhed şehri ağır hasar görmüştür. Daha sonra, hareketin başlıca faillerinden dördü asıldı.
1997 yılına gelindiğinde reformcuların babası Muhammed Hatemi sürpriz bir şekilde açık bir galibiyet kazandı ve İran'da değişimin işaretlerini verdi.
Hatemi, halkı heyecanlandıran reformlara yeltenmiş, yarısı Dini Lider tarafından atanan, yarısı meclis tarafından seçilen 12 üyeli Muhafız Konseyi'nin yetkilerini sınırlamaya ve cumhurbaşkanının yetkilerini arttırmaya çalıştı.
Ne var ki, Hatemi İran'da daha açık bir yönetim tesis etmeye çabalasa da, devrim ilkeleri ihlal ediliyor gerekçesiyle muhafazakâr kesim tarafından engellenmiştir. Halk protestoları düzenlenmiştir ama daha çok muhafazakâr cenahın desteklediği protestolardır bunlar.
Hatta bazı muhafazakârlar seçimin iptali için İran dini lideri Ali Hameney'i ziyaret etmişlerdir. Fakat bir sonuç alınamamıştır tabii.
1999'da ise Salam gazetesinin yasaklanmasını protesto etmek için Tahran Üniversitesi'ndeki öğrenciler tarafından düzenlendi. Protestolar günler sonra bastırılır ve muhalefetten birçok insan tutuklanmış, işkence görmüş, sürgüne yollanmış veya idam edilmiştir.
İktidara gelen, yalnızca kendi tabanına hitap ederek toplumun genelini sisteme entegre edemeyişi, halk hareketlerinin devam etmesinde temel rol oynamıştır.
Nitekim Humeyni'nin dini söylemlerinin kitleleri harekete geçirmesi Şah'ın politikalarının bir sonucuyken; Hatemi'nin reform vaatlerinin toplumda sempati yaratması da devrimin ilk yirmi yılında uygulanan baskıcı politikalara bir tepki olarak dikkat çekmektedir.
Sandıktan çıkan öfke
2009 yılında Ahmedinejad'ın ikinci kez cumhurbaşkanlığına seçilmesine itiraz eden ve seçime hile karıştırıldığını düşünen muhalifler kısa süre içerisinde sokakları doldurarak büyük kalabalıklar oluşturmuşlardır.
Göstericiler seçimlerde Mahmud Ahmedinejad'ın en büyük rakibi olan Mir Hüseyin Musavi'nin destekçileriydi.
Yeşil Hareket, seçim sonuçlarıyla ilgili yapmış oldukları itirazlar çerçevesinde öncelikle talepleri seçim sonuçlarının gözden geçirilmesi olmuş ve stratejilerini, bu talepleri gerçekleşinceye kadar sokakta kalmak olarak belirlemişlerdir.
Protestolar sırasında "Ne Gazze'ye ne Lübnan'a, ruhum feda olsun İran'a" şeklindeki meşhur slogan ortaya çıkmıştır. "Velayet-i Fakih'in yetkilerinin gözden geçirilmesi" söylemi de çıkmıştı.
Bu söylemle birlikte Dini Lider'in yetkileri ilk defa açık şekilde sorgulanmış ve halkın bugüne kadar dile getiremediği talepler dile getirilmiştir.
Bu söylem, protestoların ana kaynaklarından birini oluşturduğu ve Rejimin varlığına yönelik bir tehdit olarak algılandığı için Tahran Yönetimi tarafından şiddetli bir tepkiyle karşılanmıştır.
Ülkenin birçok yerinde yapılan gösteriler zaman zaman yerini gergin bir ortama bırakmış, olaylar sırasında ölen ve yararlananlar olmuştur.
Devrim Muhafızları'nın gösterileri şiddetle bastırmasının ardından hareketin liderleri Musavi ve Kerrubi'nin ev hapsine alınmasıyla halkın direnci giderek zayıflamıştır.
Ahmedinejad'ın tüm itirazlara rağmen göreve gelişiyle birlikte Devrim Muhafızları ve Besic kuvvetlerinin olaylara şiddetli gösteriler sindirilmiştir.
Yeşil Hareket'in İran içerisinde kitlesel bir etki uyandırmasının en önemli sebebi, 1979 Devriminin başlangıcında olduğu gibi belli bir kesimin fikrine hizmet etmek yerine, farklı ideolojilere mensup bütün İranlıları bir araya getirmiş olmasıdır.
Devrim sonrası İran'ın en kapsamlı halk hareketi olarak dikkat çeken, devrim düşüncesinden uzak ve kısa süre içerisinde büyüyüp hızla yayılan bir harekettir.
Kasım 2009 protesto hareketi birçok İranlı uzman tarafından son 42 yılın en büyük ve en kanlı protesto hareketi olarak kabul ediliyor.
Hareketin kapsamı, gerçek talepleri, şiddetinin nedenleri, ana aktivistlerinin sınıf kökenleri, yaş ortalamaları, öldürülen insan sayısı ve tutukluların akıbeti hakkındaki görüşler devam ediyor.
Sokakları ısıtan ekonomik bunalım
İran halkı, ılımlı ve pragmatist devlet başkanı Hasan Ruhani'yi 2013 yılında belirli bir misyon için iş başına getirmişti:
Ruhani, uzun yıllar İran'ın nükleer baş müzakerecisi sıfatıyla elde ettiği diplomatik deneyimi İran ile Batı camiası arasında süregelen nükleer krizi çözmek için kullanacak, ülkeye uygulanan ambargoların kaldırılmasını sağlayacak, ambargolar sebebiyle sekteye uğrayan petrol satışları yeniden başlayacak ve İran halkı hayat pahalılığı, işsizlik ve enflasyonla birlikte içine sürüklendiği ekonomik darboğazdan çıkacaktı.
Nitekim 2015 yılında İran halkının istediği oldu ve İran devleti ABD ve P5+1'deki ortaklarıyla tarihi nükleer anlaşmayı imzaladı.
Muhafazakâr rakipleri ise Ruhani'nin iç ve dış politikalarını başarısız göstererek, ekonomik başarısızlıkla suçluyordu.
2017'nin sonlarına gelindiğinde ani gelişen protesto dalgası İran'ın sokaklarını yeniden ısıttı. Hızla yayıldı, doğasını değiştirerek sistemin ilkesini hedef aldı.
Şaşırtıcı bir şekilde protestolar Tahran'da değil de, On İki İmam Şiilerinin sekizinci kutsal imamı İmam Rıza'nın türbesinin de bulunduğu muhafazakâr bir Şii hac şehri olan Meşhed'de başladı.
Meşhed şehri cumhurbaşkanlık seçimlerinde Ruhani'ye değil, Raisi'ye oy vermişti. Meşhed sokaklarında "Reformist, köktenci! Bütün hikaye buydu" ve "Hayat pahalılığına ölüm!" sloganlarıyla başlayıp kısa sürede ülkenin her yerine yayıldı.
Bu sefer sokakları ısıtan, gelir düzeyi düşük olan alt sınıf, işsizler ve ekonomik bunalım yaşayanlardı.
Halk, ekonomik bunalımla mücadele ederken, Suriye ve Lübnan'daki faaliyetleri için trilyonlar harcayan Devrim Muhafızlarına, yüksek bütçelere sahip dini kurumlara ve ekonomiyi düzeltme ve dönüştürme sözü vererek başa gelen Ruhani hükümetinin bu sözünü tutamamasına karşı öfkeli olduğuydu.
Son protestolar su sorunu için
İran'ın su alanındaki politikalarının yetersizliği ve yanlış yönetimi, İran halkının su sıkıntısı ve benzeri görülmemiş çevresel, sosyal, ekonomik ve güvenlik krizleriyle karşı karşıya kalmasına neden oldu.
Büyük kuraklık yaşayan İran halkının su kesintilerine daha fazla sessiz kalamadı. Huzistan, İsfahan, Chaharmahal ve Bakhtiari olmak üzere birçok yerde halk protestoları sürüyor.
Rejim yönetimi, polis ile su kesintileri protesto edenler arasında çıkan gerilimden isyancılar ve karşı devrim yanlısı teröristleri sorumlu tutuyor.
Rejim yönetimi bu gibi krizlerin protestocularına karşı pratik yöntemler ve kaynakların doğru yönetimini benimsemek ve bu ülke halkının taleplerini dikkate almak yerine her zaman baskı ve şiddet uygulamıştır.
(ÖÇ/PT)