Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) 21. Olağan Genel Kurulu, Büyük Anadolu Hotel'de başladı, 11 Aralık 2011'de sona erecek.
Genel kurul sonrası Türk-İş içerisindeki çatlak derinleşerek devam edeceğe benziyor.
Bu genel kurulda Sendikal Güç Birliği Platformu, Türk-İş Genel Başkan adayı olarak Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın'ı belirledi.
Bu gelişme iki listenin genel kurulda yarışmasının ötesinde yeni süreçte konfederasyon içindeki tarihsel bir dönemin bitişinin başlangıcı anlamına da geliyor.
Türk- İş soğuk savaş dönemine ait geleneksel millici yapısıyla, kurulduğu günden bu yana ulus devletiyle barışık olmuştur.
Kendisini siyasetler üstü konfederasyon olarak ilan ederek, sarı sendikacılığın ötesinde devlet sendikacılığı misyonunu üstlenmiştir.
"Söz konusu vatansa işçi hakları teferruattır" diyen Türk- İş, yeni dönemde yeniden yapılandırılacaktır.
Siyasi iktidarın programında sendikal hareket için ön görülen Ekonomik Sosyal Konsey'in (ESK) işlevli hale getirilmesi vardır. Sendikal mücadeleyi ESK içinde boğabilmek için konfederasyonların 'sosyal diyaloğu' esas alan anlayışla uysallaştırılması gerekiyor.
Hak aramanın sınırlarını daraltan bu yaklaşıma karşı mücadele edebilmek için, kapitalizmin küresel düzeyde yarattığı neo-liberal politikaları çok iyi analiz etmek durumundayız.
Kamusal alan daraltılırken sermayenin piyasayı kontrol alanı genişletiliyorsa her şey piyasanın insafına terk edilmiş demektir. Kısacası kapitalizm vahşileşiyor.
Küresel düzeyde şirketlerin/sermayenin oluşturduğu ortak programlara karşı, enternasyonal düzey de emeğin programını geliştirmeye aday olmak durumundayız.
Sermaye için sınırlar çoktan kalkmıştır. Serbest dolanım hakkı emekçilere yasaktır. 'Bağımsız devlet' sizlere ömür, Şimdi bize düşen emeğin bağımsızlığını savunmaktır.
Milyonlarca göçmen işçinin geleceğini mücadele programımıza almak durumundayız, aksi takdirde milliyetçi-ırkçı yaklaşımlarla yabancı düşmanı olursunuz ve sermayeye kayıt dışı ucuz işgücü yaratırsınız.
Sendikaları sadece bürokratik yapılarıyla sınırlı eleştirmek yetersizdir. Yapısal düzeyde değerlendirmeye ihtiyaç vardır.
Ortak örgütlenmeyi önümüzdeki dönem emekçiler gündemlerine almak durumundadır. İşçi-memur ayrımı mücadeleyi çok zaafa uğrattı Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) mücadele birikimini Sendikal Güç Birliği Platformu'yla paylaşmalıdır. Daha fazla ortak mesai yapmalıdır.
Sendikal mücadele kayıt altındaki işçilerle sınırlı düşünülmemelidir. Sermayenin programından etkilenen kent yoksullarından işsizlere, taşeron işçilerden emeklilere ve yoksul köylülere kadar bütün emekçileri kapsayacak şekilde yeniden tasarlanmalıdır.
Bu da 2821-2822-4688 gibi yasaları çöpe atmakla mümkün.
Sendikal Güç Birliği meseleye seçim kazanmanın ötesinde bakarsa emek hareketi çok şey kazanacaktır. İşlevsiz yapıların yönetiminde olmanın hiçbir anlamı yoktur.
Türk-İş Genel Kurulu biz biliyoruz ki bu konuları konuşmayacak.
Sendikal Güç Birliği isterse genel kurulu nitelikli bir tartışmaya dönüştürebilir, sahte ikiyüzlü sendikacılığı teşhir edebilir.
Türkiye'de üretim sürecindeki emekçilerin ve sendikaların durumunu verilere bakarak değerlendirirsek karşımıza hangi sonuçlar çıkar acaba?
Gazetelerde yer alan Anadolu Ajansı kaynaklı haberlere göre; Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) Nisan 2011 verileri dikkate alındığında Türkiye'de toplam 10 milyon 314 bin 95 kayıtlı işçi çalışıyor.
Bu işçilerin 922 bin 188'inin bir işçi sendikasına üye olduğu açıklandı. Bu veriler çerçevesinde Türkiye'deki sendikalaşma oranı yüzde 8.94.
SGK'nun verileri 17.07.2009 tarih ve 27291 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan bakanlık verileriyle büyük farklılık gösteriyor.
Sendikalaşma oranı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerinde yüzde 59.88 olarak gözüküyor.
Türkiye'deki sendikal hareket meğer ne kadar güçlüymüş de bizim haberimiz yok.
2009'dan bu yana toplam kayıtlı işçi sayısı 5 milyon 398 bin 296, sendikalı işçi sayısının da toplam 3 milyon 232 bin 679 kişiye çıktığı, açıklanmıştı.
Bu duruma göre, Türk-İş'in 2 milyon 239 bin 341, Hak-İş'in 431 bin 550, DİSK'in 426 bin 232, bağımsız sendikaların 135 bin 556 olmak üzere toplam 3 milyon 232 bin 679 sendika üyesi olduğu belirtildi.
SGK ve Bakanlık verileri arasındaki bu uçurum kurumların güvenirliliği hakkında sanırım bir bilgi veriyor.
Bu rakamların gerçeği yansıtmadığını başta Türk-İş olmak üzere bütün sendikalar bilir.
Kayıt dışı ekonominin yüzde ellilerin üzerinde olduğu bir ülkede kayıtlı işçileri saptamak sanırım oldukça zor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) kayıt dışı işçi sayısının 10 milyonun üzerinde olduğunu açıkladı. Doğru olduğunu kabul edersek üretim sürecinde yirmi milyondan fazla işçi çalışıyor demektir bu da sendikalaşma oranının yüzde beşlerde olduğunu gösterir.
74 milyona yakın nüfusu olan bir ülkede bir veriye göre atmış dört milyona 10 milyon işçi bakıyor!..
Diğer veriye göre almış dokuz milyon insanımıza beş milyon işçi bakıyor!
Durum bu kadar komik .
Ya işsizler onlar kaç kişi?
İnanalım mı? Açıklanan rakamlara,
Peki ya toplu sözleşme yapan işçi sayısı nedir?
Kamu işçisinin sayısı üç yüz binin çok altına düştü.
Özel sektörde sendikalı olmak toplu sözleşme yapmak bu ülkede o kadar kolay değil. Büyük bedeller ödemek gerekir.
Rakamlara boğulmuş bir değerlendirme yazısının sıkıcı olduğunun farkındayım. Gerçeklerle yüzleşmek için de gerekli olduğunu düşündüm.
Türk-İş 21. Genel Kurulu'nda olmayan naylon üyeleriyle mi övünecek!
Yüzde 10 barajını olmayan işçilerle savunmak galiba daha kolay!
Tekrar başa dönersek sendikal mücadelenin kontrol merkezi Ekonomik Sosyal Konseyler'dir.
İşçiler bu yapılara mahkûm edilmek istenmektedir. Türk-İş Genel Kurulu bu kontrol merkezine çok güçlü itiraz etmelidir. Gönlümüzden geçen budur.
Sınıfına ihanet etmeyenler artık buluşmalıdır. Bu buluşma 20 milyon emekçiyi kapsamalı ve onları çizdiği sınırları aşmalıdır. (SE/BA)
* Sami Evren, 2. ve 3. dönem KESK Genel Başkanı