Çayırhan Termik Santrali maden sahalarının özelleştirme kararı alınmasından sonra, 20 Kasım Çarşamba günü sabah vardiyasının başlamasıyla yaklaşık 500 işçi madene indi ve kendilerini yeraltına kapattı. Direnişin yedinci gününde öncelikle bu eylemi sarı- bürokratik sendikal anlayışa rağmen gerçekleştiren işçileri selamlıyorum.
Bu eylem SEKA’daki (Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları A.Ş) 734 işçinin mekanik atölyesine kapanıp makinelere kendilerini zincirlediği direnişi hatırlattı. 14 Aralık 2004'te alınan direniş kararı, 51 gün sürdü, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Hükümeti SEKA’da başlayan direnişin yayılmasından çok tedirgin oldu. SEKA direnişi özelleştirme politikalarına karşı en önemli direniş biçimi olarak emeğin mücadele tarihinde yerini aldı.
SEKA direnişi işçilerin belediyede sözleşmeli olarak çalışmaları karşılığında fabrikayı terk etmesiyle sona erdi. İşçiler 581 “evet”, 63 “hayır” ve 13 “boş” oyla bu öneriyi desteklemişlerdi. SEKA direnişin en önemli handikabı işçilerin işlerini kaybetmeme eylemine dönüşmesidir. Hâlbuki özelleştirme politikaları sermayenin ideolojik programının bir parçasıdır. Politik olarak kamunun tasfiye edilmesidir.
Umarım Çayırhan Termik Santrali maden sahalarının özelleştirilmesine karşı direniş sadece işçilerini işini kaybetmemesi karşılığında sona erdirilmez. Hedef özelleştirme politikalarından vaz geçilmesini başarmak olmalıdır.
Maalesef söylemek zorundayım ki böylesi direnişlerde sarı sendikalar işçilerin örgütü olduklarını unutarak siyasi iktidarla işçiler arasında bir uzlaştırma kuruluna dönüşmektedirler. İşçiler sarı sendikaların arabulucu olmasına izin vermemelidirler.
Özelleştirme alanındaki madende bin 300 işçi, Termik Santralda ise 700 işçi ile birlikte toplam 2 bin işçi çalışıyor.
Türkiye'de özelleştirme ekonomik ve toplumsal hayatımızda derin açılar bırakan, sonuçları ile birlikte düşünüldüğünde bir yağmalama operasyonudur. Kamuya ait işletmelerin özel sektöre devredilmesinde özelleştirme yanlıları, özel sektörün rekabetçi ve kâr odaklı yapısının, kamu işletmelerinden daha verimli olduğunu iddia ederler.
13 Mayıs 2014’te 301 madencinin yaşamını yitirdiği Soma ve 22 Kasım 2013’te 18 işçinin yaşamını yitirdiği Ermenek’teki maden ocağındaki katliamları unutmak mümkün mü?
Bu günlerde yenidoğanların ölümüyle sonuçlanan sağlıkta ticari çeteleşme ülke tarihinin en büyük skandalıdır. Sağlık hizmetinin nitelikli kamusal özelliğini yok ederek, özel hastaneleri ticarethane ve hastaları müşteri haline getiren, sağlığı piyasa kurallarına teslim eden Sağlıkta Dönüşüm Programı olduğu net olarak ortaya çıktı. Bu katliamların nedenleri araştırıldığında görülür ki ister madende ister sağlıkta olsun özelleştirme politikaları cinayetlerin adeta azmettiricisi gibidir.
Çayırhan Termik Santrali ihale şartnamesinin 17. maddesinde yalnızca kamu çalışanı statüsünde olan personelin Özelleştirme Kanunu kapsamında diğer kamu kurumlarına yerleştirileceği, diğer çalışanların bu kapsamın dışında olduğu belirtiliyor. Fakat ne santralda ne de madende kamu işçisi statüsünde çalışan işçi yok. Bu demektir ki özelleştirmenin ardından 2 binin üzerinde işçi işsiz kalacak.
İklim adaleti, emek adaletinden ayrı düşünülemez!
Gündemde olan bu eylemle ilgili bir başka hayati meseleyi gözardı etmeden söylemek ve gündeme getirmek zorundayız.
Fosil yakıtların kullanımı, doğada meydana getirilen değişiklikler, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri gibi sermayenin programı sonucunda atmosfere salınan sera gazları birikimlerindeki hızlı artış küresel iklim değişikliğine yol açtığı gerçeğini unutmamalıyız.
Sendikalar işçileri sadece ekonomik taleplerle sınırlı bir mücadeleye hapsedemezler. Doğayı yağmalayanlara karşı ekolojik mücadele işçi sınıfının mücadele programında olmak zorundadır. Sermaye ve holdinglerin çok boyutlu saldırılarına karşı işçi sınıfı da çok yönlü mücadele programına sahip olmak durumundadır.
Kömür santrallerden kaynaklanan kirleticiler solunum yolu rahatsızlıkları, kalp-damar hastalıkları ve kanser gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açtığı biliniyor.
Unutmayalım ki iklim krizi, siyasi iktidarların ve sermayenin kol kola verip doğaya karşı açtığı savaşın bir sonucudur. Bundan da en çok yoksul halk ve işçi sınıfı etkileniyor. Geçim kaynaklarına, sağlıklı gıdaya, temiz suya erişim, barınma, zorunlu göç, ağır çalışma koşulları iklim krizinin işçi sınıfı ve halk üzerinde bıraktığı en ağır yüktür.
Talep ‘’Özelleştirme Durdurulmalı Termik Santraller Kapatılmalı’’ olmalıdır
İşçi sınıfının kendisi için sınıf olma bilincine ulaşması yerel halkın geleceğinden, sağlığından da sorumlu olması demektir.
İklim krizinin etkilerini azaltmak ve gelecekteki nesillere üzerinde yaşayabilecekleri bir dünya bırakmak istiyorsak, termik santrallerin özelleştirilmesinin durdurulmasını ve kapatılmasını savunmamız gerekiyor.
En riskli çalışma koşullarında çalışan madencilerin eylemleri özelleştirmeye ve iş güvenceli çalışma hakkı elde etme mücadelesine dönüşmelidir.
Hem özelleştirmeye hem termik santrale hem işten çıkarmaya karşı bütünlüklü bir programa sahip bir eylemin büyümesi ve genişlemesi direnişi başarıya taşır.
Aksi durumda SEKA ve TEKEL direnişlerinde ortaya konulan çok başarılı eylemlerle dahi durdurulamayan özelleştirmenin yolu bir kez daha açılır.
Kırk katır mı kırk satır mı dayatmasına teslim olmadan eşit ve özgür bir dünyada; hiçbir işçinin sömürülmediği, işsiz kalmadığı doğasının yağmalanmadığı bir dünya mücadelesi hep ütopyamız olmak zorunda…
(SE/Mİ)