Bazen birtakım davranışları neden yaptığımızı sorgulamanın çok ötesindeyizdir. Bunların bir özelliğimizmişçesine sahip çıktığımız, bizi zorlasa ve yıpratsa da dokunmadığımız karakteristik özellikler, bizi biz yapan mayamız olduğunu bile düşünebiliriz.
Geçmiş travmatik deneyimler bu özelliklere sıkı sıkı sarılmaktan başka çaremiz olmadığını bize öyle güzel öğretmiş, zihnimize öyle sağlam kazımıştır ki, ‘neden’ini ‘niçin’ini sormayı aklımızdan bile geçirmeyiz.
Davranışlarımızı ve özelliklerimizi, hayata ve diğerlerine olan tavrımızı şekillendiren önemli etkenlerden biri kaybın getirdiği yastır.
Yaşanan kayıpla beraber zaman içerisinde eğilir, bükülür, büyür ya da küçülür, çokça sancı çekip bugünkü kendimize ulaşırız. Peki, şimdiki bizin ne kadarı birtakım kayıpların eseri?
Barış Bıçakçı kitaplarıyla üniversite yıllarımın sonunda bir kaybın ardından kendimi kitaplarla iyileştirmeye çalıştığım bir dönemde tanıştım.
Bu sebepledir ki benim için eski bir dost, güvenli liman olmuştur.
Bazı kitaplarla ve yazarlarla kurulan ilişki, dönemsel olarak tam yerine oturması dolayısıyla diğerlerinden farklı olabiliyor. Ve çıkan her yeni kitabını da özlediğiniz bir dostla kucaklaşır gibi okuyorsunuz.
Nitekim geçtiğimiz günlerde yayınlanan yeni romanı “Tarihi Kırıntılar” bende yine aynı hisleri yarattı. Kitabın edebi olarak değerlendirilmesini işi benden çok daha iyi bilenlere bırakıp metnin üzerine inşa edildiği kayıp ve yas duygusuna eğilmek istiyorum.
Roman 1992 yılında ablası Meral bir gün ortadan aniden kaybolan Can’ın bu kayıpla olan ilişkisi üzerine kurulmuş.
Tüm aile bir şaire aşık olduğu bilinen Meral’in izini bulmak için yıllarca çırpınıyor ve yaşanan kayıpla baş etmek için ailenin her üyesi başka başka yollar deniyor.
Can, kültür sanat eklerinde değerlendirmeler yazmaya başlayıp bir gazeteci oluyor. Kayıp ablası ile olan hesabını şairlerle söyleşiler yapıp onların hayat hikayelerini kitaplaştırarak, belki onlarla da hesaplaşmanın bir yolunu bulduğunu sanarak kapatmaya çalışıyor.
Çünkü şairleri anlamak ve onlar tarafından anlaşılmak; bir şiirin içine karışıp yiten Meral’in tarafına geçmenin, bilinmez olanı çözmenin de bir yolu ve aynı yol kendini anlamanın, kendiyle anlaşmanın da bir yolu olabilir.
Roman boyunca ailenin bu kaybı anlamlandırabilmek için uğraşırken kayıp ve yas tarafından şekillendirildiğine de tanık oluyoruz. Kaybı inkar etmekle geçen yıllar babaya şiirler yazdırıp, anneyi edebiyat dergisi meraklısı ve kardeşi ismi bilinen bir gazeteci oldurmaya yetiyor.
Esasında yas konusu olan şey illa kitaptaki gibi büyük bir kayıp olmak zorunda da değil. Vedalaşamadığımız çocukluğumuz, bir ilişki içindeki halimiz, benliğimizin bir parçası da olabilir.
Prof. Dr. Vamık Volkan ve Elizabeth Zintl’in birlikte hazırladıkları Kayıptan Sonra Yaşam isimli kitapta Veikko Tahka’dan şöyle bir alıntı var:
“Başarılı bir yas işlemi için iki ana bileşen gereklidir. Bizim için ne anlama geldiğini değerlendirmek üzere ilişkiyi yeniden gözden geçirmek ve sonra onu geleceği olmayan bir anıya dönüştürmek.”
Can’ın yıllar içerisinde gördüğü ancak tam olarak idrak edemediği şey aslında uzayan bir yas sürecini tamamlama çalışmaları. Ani kayıplarda bunun hiç kolay bir süreç olmadığını biliyoruz.
Can’ın ne kadar başarıya ulaştığını bilemesek de kayıp duygusunun insanı ne derece kemirebileceğini, bilinmezliğin hangi duyguları beraberinde getirebileceğini görebiliyoruz.
Can şöyle anlatıyor bir yerde: “Meral’in gidişiyle öyle karmaşık, birbirine öyle zıt duygular yaşadım ki! Ona kızdım, onu özledim, ona özendim. Gidişini korkakça ya da kahramanca buldum.”
Tam da kaybedilen kişiye hissedilen bu duygular diğer insanlarla kurulan ilişkileri ve davranışlarımızı da yönlendirebiliyor. Çünkü bizde bağlanmakla ilgili bir yere denk geliyor.
Birini kaybettiğimizde onunla olan gerçek ilişki son bulsa da psişik eş* var olmaya devam eder ve hatta yaşanan ayrılık dolayısıyla daha güçlü bir varlık bulabilir. “Psişik eşler ilişkinin, bizim yaşadığımız biçimiyle psikolojik gerçeğini simgeler.”
Yani o ilişkiye yüklediğimiz anlamı ve bizim gözümüzden bilinçli ve bilinçdışı düzeyde ilişkinin ne olduğunu içerir.
Yas sürecinin sonlanması psişik eşten kopmak manasına gelir ve sonlanamayan yaslarda psişik eş hep sıcaklığını koruyor demektir. Onu sonlandırmak içinse özdeşimlere ihtiyaç duyarız. Kaybettiğimizin sevdiğimiz özellikleri ile kurduğumuz özdeşim sayesinde onunla ilişkimizi bir nebze kendimizi ona dönüştürerek devam ettirir böylelikle zenginleşiriz.
Örneğin ayrıldığımız sevgilimizi unutamamak, ondan fiziksel olarak uzaklaştığımız halde psişik eşle mesafeyi açamamak; ona yüklediğimiz anlamlar sayesinde oluyor. Çünkü yaşantılar sona erse de anlamlar sabit kalıyor.
Bu kavram fiziksel olarak sonlansa da içimizde devam eden ilişkilere ve kayba dair pek çok şeye açıklık getiriyor.
Can da ablasının şiirle ilişkisini özdeşim yoluyla tekrar ederek kaybettiğine tekrar sahip oluyor, yani zenginleşiyor. Psişik eşten de soğuması ve uzaklaşması için zaten buna ihtiyaç duyuyor.
Biliyoruz ki ancak yası tutulan kayıpların ardından olgunlaşmak mümkün olabilir. Burada olgunlaşmaktan kastım kaybı kabul etmek, onun tesirinden ibaret olmadığımızı tekrar görebilecek kadar sis perdesini aralayabilmek.
Ancak böyle olursa kendimizi de dünyayı da daha berrak bir biçimde algılayabilir, ağırlaşan kabuğumuzdan sıyrılabiliriz. Açılmış gözeneklere sahip olabilir, hayatı daha bütünlüklü bir biçimde deneyimleyebiliriz.
Bu ne demek?
Hayatın acı ve mutluluklardan oluşan bir yapısı olduğunu kavrayıp tek renk gören algılara teslim olmamak, yaşamaya açılmak…
Geçmişimizdekilerle olan meselemiz devam ettiği sürece farkına varmaksızın oranın boyunduruğu altında yaşıyoruz. Bazen öyle sıkı yapışıyoruz ki kendimizi geçmişin tozundan, o tozda boğulmuş çocukluğumuzdan ve sonunda astım olmuş yetişkinliğimizden ibaret sanıyoruz.
Sevmemizi, ilişkilenmemizi, tutunmamızı engelliyoruz. Fark etmek için astım olmak gerekmiyor oysa. Bedenimiz, duygularımız, zihnimiz işaretler vermeye başladığında durup dinlersek, kendimize sesimizi duyurmak için hırpalanıp hasta olmamıza gerek kalmayacak ve her kayıp acı da olsa yeni bir algı dünyasının kapısını açacak.
* Kayıptan Sonra Yaşam, Dr. Vamık Volkan, Elizabeth Zintl,1993