Klinik psikolog Mine Özgüzel geçen Nisan ayında Doğan Kitap etiketiyle çıkan "Edebiyat Terapi" kitabıyla okurla buluştu. Virginia Woolf, Jean Paul Sartre, Dostoyevski, Albert Camus gibi pek çok yazarın metinlerindeki ve yaşam hikâyelerindeki 'varoluş' temalarını kendi öyküsüyle harmanlayarak bizlere sunduğu kitap dokuz denemeden oluşuyor. Önsözde "Okumak ve edebiyat varsa sıradan yaşamak yoktur" diyen Özgüzel kitabında, edebiyatın 'içe bakış'ta nasıl bir yeri olduğunu, psikoterapiyle nasıl kol kola yürüdüğünü anlatıyor.
Kendisiyle edebiyat ve terapinin kesişim noktalarını, varoluşçu psikoterapiyi, 'yaşamın anlamı' ve 'boşluk' kavramlarını, bir terapistin neden okuyup niçin yazdığını konuştuk.
Kitabınızın alt başlığı 'yoksunluktan varoluşa.' Kitabı okuyanlar zaten cevabını bulacaktır belki ama yine de sormak istiyorum; yazma deneyiminizde bu alt başlık nasıl bir yer kaplıyor?
Annemin karşısında varlığımı ve yoksunluğumu en derin yaşadığım yıllarda hızla içe dönüşüm ve sessizliğim... Yoksunluktan varoluşa, okuyucuların da, çevremdeki insanların da çok dikkatini çeken bir kavram oldu. Benim içinse bir yazma motivasyonundan çok, yaşamın kendisi diyebilirim. Kitapta da anlatmaya çalıştığım gibi annemle olan ilişkimde kendimi onun gözünde ortaya koyamamam, beni yoksunluğuma-yokluğuma götürdü. Edebiyat, kitaplar, yazarlar ve okumalarım ise yoksulluğumu aşmama yani varlığıma; varoluşuma...
Bir söyleşinizde edebiyat ve okumaların bizi bilinçaltı senaryolara soktuğunu söylüyorsunuz. Edebiyat bunu nasıl başarıyor ve bu senaryoları bilmek niçin önemli? Kitabınızda da bahsettiğiniz 'içsel dili kullanmak'la ilişkilendirebilir miyiz?
Edebiyat bilinçaltında yaşar ve çalışır. Terapiler ise bilinçaltını tezahürlerinden yakalar. Bir anlamda biri bilinçaltını yapılarken diğeri onun yapısını öğrenmeye çalışır. İşte ikisinin birlikteliği bizim varoluşumuzdur. Bilinçaltı tanımında edebiyat, terapi ile bütünleşme ve kendimize girebilmenin tek dili; içsel dildir. Kendimizin kendimizle kurduğu tek dildir. Bunun en güzel yaşanmışlığını Virginia Woolf'un İç Monolog'unda okuruz. İçsel yaşamımızdan kaynaklanan kaygılarımızı anlama ve çözebilmenin tek yolu ve dili vardır: İçsellik. İç dili kullanarak içselliğimize girebilmek; varoluşsal kaygılarımızın tanımını ve çözümünü getirir bizlere.
"Okuma deneyimi ile terapiyi karşılaştırmak doğru olmaz"
Peki, içsel gerçekliğimize temas etmemizi sağlayan bir yöntem olarak edebiyatın kullanılması yeterli midir? Okuma deneyiminin bu bağlamda terapiden farkı, eksiği, fazlası nedir?
Tabii ki hayır. Edebiyata bu kadar sorumluluk yüklemek haksızlık olur. Edebiyat bizi bilinçaltı senaryolarla tanıştırır ve çok ihtiyacımız olan derin bir içgörü ve sezgisel bir yapıya gitmemize aracılık eder. Okuma deneyimi ile terapiyi karşılaştırmak doğru olmaz. Ancak ikisinin alış-verişinden etkili bir yöntem ortaya çıkar. Okuma deneyimi, bizlere sadece kendi kendimize hayal bile edemeyeceğimiz algılar, kavramlar ve yaşanmışlıklar verir ama orada kalır. Bu bilgiyi kendimizi yaratmaya ve varoluşumumuza götürmek ise terapinin işidir.
Varoluşun en temel meseleleri şüphesiz 'yaşamın anlamı' ve 'boşluk'tur. Terapide bu konular pek çok biçimde önümüze gelir. Peki, edebiyatın bu kavramlarla ilişkisi acaba nasıldır?
Edebiyat hepimizin de bildiği gibi bir insan eseridir. Bir insan ürünüdür. Bu yüzden varoluşun en temel meselesi yaşamın anlamı ve boşluksa, edebiyatı üreten kişi de bunun farkındaysa ve bunun için çalışıyorsa, edebiyata da tam anlamıyla bu yansır. Çünkü insanın varoluşu ve edebiyat birbirinden ayrılamaz.
"Varoluşçu terapi bir yaratma ve bir tutkudur"
Kitapta Kafka'yı anlatırken 'çocukluk yıllarının hapishanesinde yaşamak'tan bahsediyorsunuz. Ve 'geleceği geçmişten değil şimdiden yaratmak'tan... Terapide çocukluk yıllarıyla uzun uzun çalışıyoruz. Varoluşçu psikoterapi 'geleceği şimdiden yaratmak'ta bize nasıl bir yardım sunar, hangi kaynaklara başvurur?
Varoluşçu psikoterapi şimdiden (andan) geçmişe (ödipal senaryolar, erken çocukluk dönemi, geçmiş belleğimiz) giderek oradaki yaşanmışlığımızı bu güne, yenilenen çocukluk olarak taşır ve ortaya koyar. Terapi yenilenen çocukluktur. Yenilenen çocukluğa ulaşmanın en güçlü yeri varoluşçu terapidir çünkü varoluşçu terapi bir yaratma ve bir tutkudur.
Kitapta yazarları anlatırken hem kendinize hem de ilişkilere dair çok şey söylüyorsunuz. Buradaki kendini açma deneyiminiz sizde nasıl yankılanıyor merak ediyorum. Yazar rolü ve terapist rolü aynı düzlemde buluşabilir mi?
Tabii ki buluşabilir. Yani terapist de olabilir, yazar da olabilir, farklı bir meslek sahibi de olabilir. İnsan kendini yaratma sürecinde, kendi varoluşuna adım attığında onun bütün kimlikleri, yöneldiği bütün disiplinler bu kavramı ortaya koymak için bir araya gelirler.
Son olarak; sizce okumak ve yazmak arasında, kişiye sağladığı varoluşsal fayda, iyileşme, yüzleşme, anlam bulma vb açıdan düşündüğümüzde nasıl farklılıklar olabilir? Bir terapist neden okumalı? Bir terapist niçin yazar?
Okumak kendi kişisel varoluşumumuza katkı sağlama arzusudur. Yazmak ise varoluşumumuzun hikâyesini yaratmaktır. Yazmayı bir araç olarak kullanarak varoluşumumuzu taçlandırırız. Bir insan neden okumalıysa bir terapist de o yüzden okumalıdır. Yaşamımızı, hayat ve deneyimlerimizi ve de bilincimizi açık tutmak; hayal bile edemeyeceğimiz ruh hallerimizle tanışmak ve anlayabilmek... Ve bunların da ötesine geçerek kavram sınırlarımızı genişleterek kendimize ulaşmak... Neden yazar; varoluş sürecini yaratıcılığa dönüştürmek için. (BŞ/AÖ)