“İnsanın doğasında var” ifadesini sıkça kullanırız. Biri bencillik mi yaptı, biri nankörlük mü yaptı, biri vefasızlık mı gösterdi; hemen yapıştırırız insan doğasının ne kadar bencil, nankör ve vefasız olduğunu. Ama bu sıfatların tersini de kullanmaktan geri durmayız. Yani özgeci, iyilik bilir ve vefalı insanların varlığını da inkâr etmeyiz.
Hatta aynı insan hem bencil, nankör ve vefasız, hem de özgeci, iyilik bilir ve vefalı olabilir.
Bu durumda yukarıdaki sıfatlardan hangilerini insan doğası olarak kabul etmemiz gerekir?
Ya da insanın bir doğası var mıdır?
Doğa dediğimiz şey, öz ya da cevherdir. İnsanın varoluşundan gelir. Varoluşçu felsefeye göre önce varlık, sonra da öz oluşur. Yani öz, doğuştan gelmez. Sosyolojik deneyler de bu tezi doğrulamaktadır.
Birer “tabula rasa” olarak dünyaya geliriz ve içinde yaşadığımız, etkileşimde bulunduğumuz çevrenin bilinç, inanç, ahlak, kültür ve davranış kalıplarının etkisi altında o boş sayfaları doldururuz. Yani özümüzü ya da “doğa” mızı oluştururuz.
O özü biz mi oluşturuyoruz yoksa içinde yaşadığımız toplum mu oluşturuyor ya da ne kadarını biz ne kadarını toplum oluşturuyor sorusu ise başka bir tartışma konusuna girer.
Bu durumda yukarıda bahsettiğimiz öze, insan doğası demememiz gerekiyor.
Kolektif yaşam ve ilişkilerin hakim olduğu uygarlık öncesi insanı baz alarak “insan doğası paylaşımcıdır” diyemeyeceğimiz gibi uygarlıktan sonra gelişen, özel mülkiyetin hakim olduğu son beş bin yılın insanını baz alarak da “insan doğası bencildir” diyemeyiz.
Doğa dediğimiz şeyin kalıcı olması, değişen zaman ve koşullara göre değişmemesi gerekir. Yani kendini koruyabilmesi, orijinalliğini yitirmemesi gerekir. Biz ise zamana ve mekâna bağlı olarak kazanılan kimi alışkanlıkları “İnsan doğası” olarak algılıyor ve tanımlıyoruz.
İlla insan doğasına dair bir şey belirtmek gerekirse şunu belirtmek mümkündür: Güdü ve duygu. Güdü ve duygu insanın doğasında vardır. 2.5 milyon yıl önceki insanımsı varlıkta da vardı, günümüzün modern insanında da vardır.
Hem, insan doğası diye bir şey olsa toplum mühendisleri ne yapardı? Hepsi işsiz kalırdı.
* * *
Örgütlenme
Örgütlenme çok önemlidir. İnsan örgütlenerek güç olabilir ve o güçle zaferler kazanabilir.
Örgütsüz bir gücün örgütlü bir güce karşı zafer kazandığı hiç görülmüş müdür? Bin kişilik örgütsüz bir güç, yüz kişilik örgütlü bir güç ile başa çıkamaz. O bin kişi dağılıp parçalanır yüz kişinin karşısında.
Örgütlü gücün haklı olması ya da hakikatleri savunmasına da ihtiyacı yoktur. O, örgütlü olduktan sonra hak da hakikat da onun arkasından yürür.
Zira yalan bile kendini örgütlediğinde hakikat olur.