İmparatorluk'un yayımlanmasıyla birlikte, yakın zamanlara dek Anglo-Amerikan özgürlükçü Marksist düşüncenin kıyısında kalmış bir entelektüel olan İtalyan siyaset felsefecisi ve eleştirmen Antonio Negri'nin yapıtları hızla uluslar ötesi kültürel kuram ve eleştiri alanında etkili ve önemli bir yer edindi.
Negri'nin ve (Paulo Virno gibi) diğer radikal İtalyan entelektüellerinin anahtar metinlerinin çevirmeni ve şimdi de İmparatorluk'un iki yazarından biri olan Michael Hardt'ın aracılığı, yıllar içinde Negri'nin hem şöhret kazanmasında hem de şöhretinin sürdürülmesinde hayati bir önem taşımaktadır.
Harvard University Press tarafından yayımlanan kitap, çağımızın önemli eleştirmenlerinin onay damgasını taşıyor; siyaset felsefecisi Etienne Balibar, subalternist tarihçi Disesh Charabarty, Marksist kültür eleştirmeni Fredric Jameson, kent sosyologu Saskia Sassen, Slovenyalı düşünür Slavoj Zizek ve romancı Leslie Marmon Silko'nun arka kapaktaki sözleri potansiyel okurun gözlerini kamaştırıyor.
İmparatorluk, "büyüleyici bir uğraş" (Balibar),"dayanılmaz, putkırıcı ... (d)evrimsel, hatta çığıraçıcı" (Silko) ve "müthiş bir entelektüel derinlik"(Sassen) olarak sunuluyor.
"'Küreselleşme' denen olgunun bugüne dek yapılmış en parlak, en bilgili ve en keskin siyasal yorumlarından biri," diyor Charabarty; dahası, "Yeni binyılın ilk müthiş kuramsal sentezi", Jameson'a göre, "hem çok sayıdaki çağdaş kuramın bir eleştirisi, hem de enerjileri davet eden bir kehanet çağrısı niteliğindeki yeni ve kapsamlı bir tarihsel anlatı".
İmparatorluk böylece bize, hem tahrik edici bir siyasal belge hem de çağdaş küresel kapitalizmin köklü bir eleştirel analizi şeklinde, önceden paketlenmiş bir entelektüel olay olarak ulaşıyor. Radikal eleştiri üzerine birkaç söz, entelektüel piyasaya gayet iyi 'pazarlanmış'. Zizek'e göre, yazarlar bize "yalnızca 'tarihin sonu'nu ilan eden tuzu kuru liberallerin değil, ayrıca günümüz kapitalizmiyle tam olarak yüzleşmekten kaçınan sözde radikal Kültürel Çalışmaların da ölüm çanını çalan, çağımız için yazılmış yeni bir Komünist Manifesto" sunuyorlar. Ancak böylesi övgülerin bir sonucu da şudur: İmparatorluk, bu övgüleri düzenlerin uyandırdığı beklentiyi karşılama zorunluluğuyla karşı karşıyadır.
Bu eleştirmenlerin (reklam nitelikli) sözlerinde bir hakikat payı da var. Bir yandan, İmparatorluk gerçekten de büyük bir sentezi gerçekleştiriyor, ancak bu öncelikle Negri'nin kendi yapıtının bir sentezidir. Büyük bir kısmı hapiste ve sürgünde geçen yaklaşık otuz yıllık yazım sürecinde, Negri'nin yaratıcı bir biçimde ilgilendiği konular şunlardı:
Sermayenin birikim biçimlerindeki dönüşümler, yeni sınıf dağılımı ve işçi sınıfının "kendi değerini kendi biçmesi"; başkaları yanında Michel Foucault, Gilles Deleuze ve Félix Guattari'nin yazdıkları; Anglo-Amerikan akademide büyük ölçüde göz ardı edilmiş olan Spinoza ve Machiavelli'nin siyaset felsefesi ve onu izleyen devrim ve devlet egemenliğine ilişkin kuramlar ve uygulamalar.
Negri şimdi de, çağdaş Fransız felsefesi ve İtalyan siyaset kuramının içgörülü bir okuyucusu olan Hardt'la birlikte, bu kavramsal uğraşı genişleterek, ortaya çıkmakta olan post kolonyal ve post emperyalist "küresel egemenlik biçimi", yani İmparatorlukla karakterize edildiğini öne sürdükleri küreselleşen şimdiki zamanın kalbine yönelmiş. Öte yandan, hiç kuşkusuz coşkuyla ve siyasal öznenin (yada "militan"ın) oldukça ilginç bir imgesi düşünülerek yazılmış olsa da, yapıtın, Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'su gibi (en azından şimdiye kadarki uygulamasında bir devlet imgesini içselleştirdiği için Negri'nin sempati duymadığı bir örgütlenme şekli olan) bir siyasal partinin temel metni olmadığı çok açıktır.
Ayrıca, Negri ile Hardt'ın ana hatlarıyla özetledikleri "emperyal" sermayeyle emeğin iletişimsel, duygusal ve bilgi temelindeki dönüşümlerinin yanı sıra, (Marx'ı değer, Foucault'yu da iktidar konusunda dönüştürürken) ürettikleri kavramların eleştirel amaçlılığı da, yapıtı çağdaş kültürel çalışmaların ilgi alanıyla yakın temasa geçiriyor. Bu bakımdan, insanın aklına hemen Stuart Hall, Fredric Jameson ve Gayatri Spivak'ın yapıtları geliyor. Muhtemelen, İmparatorluk'un iki yazarlı oluşu ve İngilizce basılması, özellikle Negri'yi bu yeni çevrede okunabilir hale getirmeyi amaçlıyor. (2)
Değer ve Ret
Negri'nin yazdıkları, büyük ölçüde, çalışan sınıfa kadar uzanan genelleştirilmiş bir siyasal temsil krizi, İtalyan Komünist Partisi'nin ihanetleri ("tarihsel uzlaşı") ve radikal toplumsal harekete dayalı çok sayıda siyasal örgütün ortaya çıkışı arasında, hem devletle hem de devlet karşıtı siyasal şiddetle karakterize edilen Yeni İtalyan Solu'nun özel deneyimlerinden kaynaklanıyor. Kızıl Tugaylar ve benzerleri gibi bu dışarıdan beslenen oldukça güçlü silahlı gruplardan bazıları, Negri'nin en azından kuramsal olarak en ilişkili olduğu siyasal hareketi yarattı: Autonomia.(3) Bilindiği gibi, İtalya'da 1968 olayları fiilen 1967 yılında başladı ve 1970'lerde sona erdi.
Negri'yi ve entelektüel çevresini emek sürecindeki dönüşümlerle az çok doğrudan temasa geçiren, büyük olasılıkla krizin kalıcılığı ve siyasal marjinalleşmeydi; bu dönüşümler sonradan başka bir yerde, post-Fordizm, "esnek birikim" ya da "kültürel ekonomi" olarak çözümlenecekti. (4)
Meslektaşlarıyla Negri'nin yaklaşımındaki fark ise, kuramsal bölgelerinin terkinden çok, gerçek bir materyalist"post-Marksizm" sayılabilecek şeyi oluşturması; Kapital'de ve Grundrisse'de bulunan merkezi eleştirel kavramların araştırılıp "Marx ötesi"ne taşınmasıdır. Bu açıdan, örneğin, çağdaş toplumsal hareketlerin "göçebeliği" denen şey, üretimin toplumsallaşması kadar, çağdaş (soyut) emek hareketlerine de sıkı sıkıya bağlıdır (5).
Paulo Virno, Sergio Bologna, Franco Piperno, MaurizioLazzarato ve Michael Hardt'ınkinde olduğu gibi,Negri'nin yapıtında da Marx'ın değer kuramı dolaysız siyasi bir kuram olarak yorumlanır(6). Bu bakımdan, Batılı Marksist düşüncenin ("kültürel"den çok) siyasal Marksizm olarak bilinen koluna ait olduğu çok açıktır. Ancak, örneğin Nicos Poulantzas, hatta Lenin ve Gramsci'nin aksine, Negri, tamamlanmamış bir Marx'ı, gerek kendi emek tartışması bakımından, gerekse aşağıda göreceğimiz gibi devlete kendi felsefi yaklaşımı açısından, gözle görülür bir eksiklik haline getirmek için bütünlemeye kalkışmaz. Bunun yerine, ilkönce, "değer" ve "işbirliği" gibi fikirleri şimdiki zamana hitap edecek biçimde içeriden dönüştürerek; böylece, toplumsal emek (ve toplumsal sermaye)fikrini, Marx'ın fabrika imalat sisteminden oluşan eleştirel ufuk sınırlarını aşacak biçimde genişleterek, onlara tarihsel görecelik kazandırır. Negri'nin dönem ayrımlarında, toplumsal emek örgütlenmesi 1948'de başlar ve 1968'de sona erer. İkincisi, Negri burada Grundrisse'nin Marx'ını Kapital'in Marx'ına karşı okuyarak, hem değerin hem de toplumsal işbirliğinin tarihsel öznesini -canlı emeği-temel bir ontolojik güçle donatır.
Bu açıdan, emek gücü hem heteronom hem otonom, hem nesne hem de öznedir: (emek olarak) oluşmuştur, ama(güç olarak) oluşturur. Tarihsel eleştiriyle güçlendirilen siyasal ontoloji, Negri'nin metafiziksel Marksizm revizyonunu meydana getirir ve değer formunun-toplumsal işbirliği, emek sömürüsü ve pozitifliği olarak- "sınırlı bir toplumun aşkın materyali" ve eleştirel bir kavram olarak "basit üretim tarzından daha yüksek bir ontolojik yoğunlukta" olduğunu öne sürecek kadar ileri gider. Bunun nedeni ise ekonomik,hukuksal ve ideolojik olanın, hep birlikte "siyasal kategorisi altında toplanmış" olmasıdır. Burada muhtemelen, Gramsci'nin "egemenlik" fikrindeki temel ve üstyapı arasında değil de, ötesinde düşünme girişimleri etkili olmuştur. Ancak Negri, Marx'ın Grundrisse'deki para çözümlemesine gönderme yapar; burada, mali krizle ilgili bir bağlamda, "değerin modern işlevi bir kumanda işlevine dönüşür", yani para politikasına... Değerin "esası" soyut emek olduğundan, siyasal ekonomi eleştirisi Negri'de, bir "emek eleştirisi" olur.(7)
Mario Tronti'nin yapıtı, canlı emeğin bu çifte boyutunun "emek" ve "güç" olarak kavramlaştırılmasında çok önemliydi; özellikle de "ret stratejisi" hakkındaki düşünceleri. "Çalışan sınıf," diye yazar,"ne ise onu yapar." (8) Bu anlamda, 'ne' üzerinde son olarak değil, daima ilk olarak düşünülür; yani, canlı emeğin ontolojik önceliği Negri'nin düşüncesinde merkezi bir yer tutar. En kehanet dolu düşüncelerinde bile, tarihsel materyalizm, "sınıf mücadelesi hareketlerini felaket ve yenilik ışığı altında göstermek" yerine, "doğal bir birikim tarihi oluşturma riskini üstlenir" diye yazar. Bu, Negri'nin, Marx'ın Kapital'indeki nesnelci eğilimin öznelci (ve ontoloji üreten) eleştirisidir.(8)
Tronti'nin "çalışanların biraraya gelmesi" diye nitelendirdiği şey, böylesi tarihsel boyutlu bir görüşün esasıdır. Çalışan sınıf"aynı anda hem sermayenin (soyut emek olarak) biraraya gelmesi, hem de (sınıf olarak) çözülmesidir." Bir düzeyde bu aşikârdır. Ama şöyle devam eder: "Kapitalist güç, işçilerin antagonistik mücadele iradesini kendi gelişiminin motoru olarak kullanmaya çalışır ... Sömürü, tarihsel olarak, sermayenin çalışan-üreticiler sınıfına de facto tabi olmaktan kaçma gerekliliğinden doğmuştur."
Dahası: "sermaye tarafında ekonomik gelişimi gerektiren, çalışan sınıfın dolaysız siyasal hamlesidir." Bu "siyasal hamle"ye "ret" olarak gönderme yapar: "Çalışanlar işverenlerine karşı mücadele ederken ne yapıyorlar? Her şeyden öte, emek gücünün emeğe dönüşmesine 'Hayır' demiyorlar mı?"
Redde her zaman hazır oluş, aslında çalışan sınıfın, sınıfı yönetmemekle birlikte, tarihsel açıdan kesinlikle baskın sınıf olduğunun; aynı anda hem burjuvaziyi rekabet ötesi bir sınıf olarak varolmaya "kışkırttığının", hem de emekçi öznesiyle birlikte sermaye "sağladığının" canlı hatırlatıcısıdır.
Bu arada sermaye, redde "iş örgütlenmesinde süre gelen teknolojik 'devrimler'le", yani "kalkınma" yaratarak karşılık verir; çünkü sermaye için, az olan (sınıf)çoktur (değer). (10) Bu, genç Lukács'ın proletaryayı tarihin "özdeş özne-nesne"si şeklinde nitelendirmesiyle ilişkilendirilen, Tronti'nin romantik görüş versiyonu olarak düşünülebilir. Aynı zamanda, daha açık bir biçimde, onun çalışan sınıf "otonomi"sine ilişkin versiyonudur. Sonuçta, Negri'nin düşüncesinin, Tronti aracılığıyla, "sol kanat" komünizm geleneğiyle buluştuğu yer, burasıdır.
Değer ve çıkış (exodus)
İmparatorluk'un merkezinde "geçiş" fikri yatar. Hem coğrafi-tarihsel hem de kuramsal düzeylerde işlediği için, Bakhtin'in "kronotop" diye adlandırdığı,temsillerin kristalize uzam-zamansal gerçekliklerin içine gömülmesine örnek oluşturur. İmparatorluk'ta, bu gerçeklikler, siyasal-tarihsel olarak savaşılan ve/veya kavramsal olarak görüşülen -moderniteye ve moderniteden- "geçişler" olarak bilinen şeydir. Kitapta kullanılsa da, aslında -en azından Negri için- geçiş fikri , intikal fikrinin yerini alır ve anlatısını verili ya da ideal devlet biçimleri açısından sürdürdüğü için, kendisi buna bir "piç" kavram gözüyle bakar.(12) Bakhtin için en önemli kronotop, "yol" diye nitelendirdiği, yaşamı oluşum şeklinde ve dünyasının sosyokültürel ve dilbilimsel heterojenliği içinden Bildungsroman kahramanının patikasıyla (ya da geçişiyle) ilişkili olarak haritalayan bir figürdür.(13)
Kavramsal olarak,İmparatorluk aynı zamanda bir gezi ve öğrenme kitabıdır: yeni bir değer dünyasını -yani, sermayenin yeni toplumsal konfigürasyonları olan emek ve güç dünyasını- dolaşır ve keşfeder. "Ret" fikriyle gönderme yapılan süreçler, Hardt ve Negri'nin anlattıkları gibi yeni emperyal düzene geçişlerde hâlâ işler durumda olsalar da, aynı zamanda dönüştürülmüş ve ulusötesi hale getirilmişlerdir. (Tronti'de ret, Marx'taki değer formu gibi, fabrika imalatına ve emek gücünün sermaye altında gerçek boyunduruğuna bağlı kalır.) Yine de, siyasal ve felsefi açıdan, İmparatorluk'ta ret fikri kavramsal olarak hâlâ canlı emeğin değerin belirlenmesindeki (değer üretimindeki)gücünü göstermeye yarar:
Sermaye dinamiklerinin yalın eleştirisine ayrıcalık tanıyan emperyalizme ve onun ötesine geçiş kuramları, kapitalist gelişimi en derin özünden -proletarya hareketleri ve mücadeleleri- yürüten motor gücünü hafifsemeyi göze alır. ... Tarihin yalnızca,öznelliğin hükmü altındayken, yalnızca (Nietzsche'nin söylediği gibi) öznelliğin doğuşu tarihin gelişimindeki etkili nedenleri yeniden şekillendirdiğinde bir mantığı vardır. Proletaryanın gücü tam olarak bundan ibarettir.
Tronti'nin yankıları burada çok açıktır. Bu nedenle, emperyal düzenin kendisi de, bir tür sosyo ekonomik ve hukuksal-siyasal tepki oluşumudur, ama bu oluşumun içinde, Hardt ve Negri'ye göre, değerin yeniden bileşimi "dışarıda" ya da "ölçü dışı"dır ve toplumsal olanın sermaye altında gerçek boyunduruğuyla karakterize edilir. Bu arada, emek gücünün erkini bu yeni bağlamda düşünmenin bir yolu da, "çıkış" fikrinden geçer: "Hareketlilik ve kitlesel işçi göçebeliği, her zaman bir reddi ve bir kurtuluş arayışını ifade eder. ... Firar ve çıkış, emperyal post modernitenin içinden ve ona karşı sınıf mücadelesinin güçlü bir şeklidir".(14)
İmparatorluk, yine de bize küreselleşmiş emperyal şimdiki zamanın ayrıntılı bir açıklamasını sunmuyor. Bunun yerine, onun tarih öncesinin, oluşumuna yol açan çok sayıda geçişin izini sürüyor; buna, yapımına eleştirel bir biçimde yansımış olan kavramsal geçişlerde dahil. Birinci Bölüm, yeni emperyal düzenin meşru ve biyopolitik koordinatlarını açıklarken, Dördüncü Bölüm, olası çöküşüne bakarak -yazarlara göre, canlı emeğin siyasal bağıntısı olan- "çokluk"un potansiyel güçlerini temel alan bir anti-emperyal politika sergiliyor. İkinci ve Üçüncü Bölüm, metnin ana gövdesini oluşturuyor ve İmparatorluğun, kolonilerin siyasal bağımsızlaşması, ekonominin yeniden merkezileşmesi ve küreselleşmiş yönetim süreçlerinde,sırasıyla egemenlik ve üretim düzeylerinde modernite içi ve dışındaki tarihini anlatıyor. Egemenlik ve üretim, elbette ki sürekli olarak birbirinin karşısına geçiyor, ancak, İmparatorluk öncelikle "egemenliğin küresel bir şekli" olarak düşünüldüğünden, baskın olan, çözümlemenin siyasal boyutudur; yine de bunun,egemenliğin eleştirisi şeklinde olduğunu hemen eklemek gerekir. Burada özellikle önemli olan, İmparatorluğun "evrensel entegrasyon" stratejileri, yani kültürel farklılıkların ve hiyerarşik yönetimlerinin onaylanmasıdır. İmparatorluğun değer formu,dolayısıyla da küreselleşmiş bir sermaye-ve-devlet oluşumu şeklindeki varlığı ise, tam olarak tartışılmamış.
Emeğin ulus ötesi toplumsal örgütlenmesindeki dönüşümlerle ilgili ileri düzeyde ya da ayrıntılı bir tartışma, dünya pazarı, sermayenin emperyal sermaye birikimi kayda değer biçimde eksik kalmış. Bunun bir nedeni, siyasal ve ekonomik sömürü uğrakları arasındaki ayrımın eşzamanlı olarak ortadan kalkması,bir diğeri de üretimin fabrika dışına dağılıp sosyalleşmesidir: "Sömürü, bu nedenle, toplumsal ortak faaliyet zamanını kontrole yönelik araçların üretimidir," diye yazıyor Negri başka bir yerde.(15)Ancak, İmparatorluk'ta bu, doğrudan doğruya bir değer sorusu şeklinde değil de, kitabın belirgin bir katkısı(ve belki de en önemli başarısı) olarak, biyo-güç tarafından dönüştürülen değer sorusu şeklinde yansıtılmış. Hukuksal ve ideolojik olan "siyasal kategorisi altında" bir araya getirilmiş, ancak ekonomik olan, gerçek ve kuramsal özgüllüğünü yitiriyor. Küreselleşmiş bir üretim ve dolaşım dünyasında parasal sermayenin baskınlığı, verili bir gerçek olarak kabul edilmiş ve alanı siyasal açıdan yeniden tanımlanmış: birincisi, bölünmüşlüğün yeni mantığına göre, akışlar ve kumanda; ikincisi ise, her zaman var olan kriz (ya da "çürüme") olasılıklarıyla güdümlenmiş olarak.16 Örneğin, Rosa Luxemburg'un sermayenin gerçekleşmesinde bir "dışarı"nın gerekliliğine ilişkin açıklamasında çok önemli olan modern emperyalizmin sınırları aşılmış, öyle ki sermayenin artık, zaten içselleştirilmiş olanlar dışında sınırları ya da dışarısı kalmamış.
Ulus ötesi, çokuluslu ya da uluslararası sermayeye ilişkin kavramsallaştırmalar, İmparatorluk kitabında,geçmişle sınırlı kalmış. Ancak, dünya sistemleri kuramı ya da küreselleşmiş dünyanın karmaşık bir yeniden merkezileşme süreci olarak tanımlandığı-örneğin, bir Çin-Japon Doğu Asya ekseni çerçevesinde-veya ABD'nin ekonomik gücünün hâlâ baskın olduğunu kabul eden yeniden canlandırılmış bağımlılık çözümlemeleri gibi çağdaş alternatiflere çok az değinilmiş. Bununla birlikte, Amerikan tarihi ve egemen politikasının merkeziliği çok tartışmalı bir biçimde onaylanmış: İmparatorluk bu anlamda Bağımsızlık'tan doğan ABD anayasasının Amerika'nın(hem iç hem de dış) neo-kolonyalizminin hem içinden geçerek hem de onu aşarak tarihsel hayata geçirilişi,yayılan ulus oluşumu (ve sınır ideolojisi), esaret ve İç Savaş, göç ve şiddetli sınıf çatışması ve Soğuk Savaş'tır. Böylesi argümanlar adeta alternatif açıklamalarla birlikte radikal milliyetçi anti-emperyalizm politikalarını da yerinden ediyor ve onları pre-emperyal olarak geçmişe havale ediyor.(17)
Yine de üretim süreçlerindeki değişikliklere yer verilmiş ve çağdaş teknolojilerin emek üzerindeki toplumsal ve kültürel etkilerinin -bilgilendirme, ağkurma, görüntü, iletişim- ön plana alındığı"postmodernleşme" fikri altında anlatılmış. Bunlar esas olarak, üstyapının ekonomik temelle teknolojik olarak çalışır hale getirilmesi, eğlence üretimine bir"kültürel dönüş", bilgisayar sistemlerinin sembolleri ve elektronik sentaksı, enformasyon ana yollarının hızı, toplumsal bilgiler ve çalışma duygusuyla ilgili.Bütün bunlar açıkça, değer kapsamları, iş gücünün-artık en başta entelektüel, iletişimsel ve duygusal-karakteristikleri ve ortak toplumsal faaliyet parametrelerinin ulus aşırı hale getirilmesindeki değişiklikleri içeriyor. Fabrika artık, iş gücünün(dolayısıyla da sınıf politikasının) sömürüsü ya da öznel gücü üzerinde düşünmeye model oluşturamaz. Burada birbiriyle ilintili iki kavram öne çıkıyor: Marx'ın toplumsal örgütlenmeyi ve bilginin emekte kullanımını tanımlamak için kullandığı bir kavram olan "genel zekâ"; ve onun iletişimsel ve kültürel girdilerini tanımlayan "maddi olmayan emek". Hardt ve Negri'nin belirttikleri gibi, bu fikirler esas olarak,Paulo Virno ve Maurizio Lazzarato gibi İtalyan eleştirmenler tarafından geliştirilmiştir. Ancak,sermaye ve emeğin yeni bileşimlerinde çok önemli olmakla birlikte, onlara göre bu eleştirmenler biyopolitik alanda boy gösterememişlerdir. Bu eleştiri, Virno'nun "çıkış" kavramına, post-Fordistbir kavram olan toplumsalın sermaye altında gerçek boyunduruğundan aldığı, emek gücünün kendine değer biçme stratejisine de uzanıyor.(18)
Virno'nun çıkışla ilgili siyasal kuramı, reddi, bir kaçış hattı şeklinde "yeni zamanlar"a doğru genişletir. Bu, "Zekânın kamusallığını İş dışında ve ona karşıt olarak" geliştirme girişimidir: yani,maddesizleştirilmiş soyut emek ve teknokratik yönetimde sermayeyle devletin sahip çıktığı entelektüel ve iletişimsel emek gücünü yeniden yakalama çabasıdır.
Kapitalist üretim ilişkilerinin tersine çevrilmesi, bundan böyle ancak devlet dışı bir kamusal alanın,genel zekâya sahip bir siyasal topluluğun kurumlaşmasıyla gelişir.
Negri gibi, Virno ve Lazzarato da, yeni bilgiler,medya ve iletişim tarafından dönüştürülen üretimi,üretim ve sömürü ilişkilerinden koparmak yerine, emek gücünün (sembolik manipülasyon, bilgisayar ağları ve yeni insan-makine melezlerinin yaratımı dahil )sosyalleşmesini ve dönüşümünü, ayrıca üretim-tüketim geri besleme çevrimlerinin yeniden şekillendirilmesini-yani hızlanmayı- ve değeri belirleme süreçlerinin yeni toplumsal ortaklık hatlarının yanına yerleştirilmesini hesaba katabilmek için, sömürü fikrini genişletip yeniden formüle ederler.(Lazzarato'ya göre, maddi olmayan emeğin üretim çevrimi, "geniş anlamda toplum dışında, 'maddi olmayan emek havzası' diyebileceğimiz bölgesel bir düzeyde faaliyet gösterir.") Özellikle, somut emek sayısal soyutlamanın yeni biçimlerine maruz kalırken,üniversite de kendini, "genel zekâ"nın örgütlenmesinde anahtar bir bilgi-sermaye arabirimi olarak kabul ettirir. Bu bağlamda çıkış, alternatif bir "proleter kamu alanının" yaratılmasını, ya da Virno'nun deyişiyle, devletten ayrılan "bir Cumhuriyetin kuruluşu"nu da içerir.
O halde çıkış, "kitlesel zekâ"dan ya da Negri'nin,"benzeri daha önce görülmemiş bir bilgi, güç ve sevgi bohçası" diye nitelendirdiği yeni "sosyalleşmiş" çalışandan oluşan bir kendine değer biçme biçimidir. Bilim, bilginin yapaylığı, etik bir yersiz yurtsuzlaşma ve komünizm, şaşmaz bir ontolojik kararlılığın -yani yepyeni, son derece kökensel bir ontolojik kopuşun- öğeleridir.20 Bir kere daha, hükümsüren emek gücüdür. Aslında, Hardt ve Negri bir "maşinik çıkış"a da gönderme yapıyorlar. Üstelik bu tablo, İmparatorluk'ta, yalnızca sermaye ve kumanda yapılarının ulusötesi akışının değil ("Ulusal sınırların ince çizgilerini yumuşatan küresel bir denetim toplumunun kurulması, dünya pazarının hayata geçirilmesi ve küresel toplumun sermaye altındaki gerçek boyunduruğuyla ele ele gider"), ayrıca "hareket halindeki çokluk"un da ("Toplu göçler üretim için gerekli hale gelmiştir") devreye girmesiyle küreselleşir. Böylesi bir emek gücü tarafından "işlenen, haritalanan" ve "gezilen" yollar, Hardt ve Negri'ye göre, ayrıca otonomi vaatleriyle doludur: "Üretken gövdelerin akışı yeni ırmakları ve limanları tanımlarken, çokluk tarafından yeni [bir] coğrafya oluşturuldu ... İmparatorluğun hüküm sürdüğü "dünya kenti"ni bulutlardan ve karmaşadan açığa çıkaran,onların çiğnediği patikalardır."(21)
İmparatorluk'ta çıkış, "küresel yurttaşlık"a, "sosyal bir maaş hakkı"na ve "malik olma hakkı"na -kitapta yapılan üç somut siyasal talep- ulus tesi bir geçiş olur. İlk ikisi, tanınma taleplerinde, İmparatorluk'taki küresel bir katılımcı siyaset alanının parametreleri olarak kurucu, reformcudur; üçüncüsü ise otonom komünizm (ve komünizme geçiş) talebiyle emperyal hakkın sınırlarını ihlal eder.(22)
Değer ve Duygulanım
"Duygulanım" fikri, İmparatorluk'ta kesin ve çok yönlü bir rol oynar. Birincisi, Negri ve Hardt'ın maddi olmayan emek hakkındaki düşüncelerini, İtalyan meslektaşlarının düşüncelerinden ayırır. İkincisi, yukarıda belirtildiği gibi, duygulanım, değeri ve canlı emeği biyopolitik alana (ekonomiyi politikaya)çeker. Duygulanım burada iki yüzlüdür; birisi,(değerin birikime "baktığı" gibi) biyo politik kumandanın egemen gücüne, öteki ise (değerin iş gücüne baktığı gibi) çokluğun kurucu iktidarına bakar. Üçüncüsü, Foucault, Deleuze ve Guattari'nin yazdıklarının yazarlar için öneminin altını çizerek,yapıtı kültürel çalışmaların kuramsal alanına sokar.
Hardt ve Negri'nin, üretimin postmodernleşmesine ilişkin açıklamasında, maddi olmayan emeğin iletişimsel ve dilbilimsel boyutu duygusal emekle bütünlenir. Israrla, "genel zekâ söylemindeki tehlikenin, sanki yeni emek iktidarları aynı zamanda cismani değil, yalnızca entelektüelmiş gibi, tamamen düşünce düzleminde kalma riskini taşımaları" olduğunu söylerler. "Fazlasıyla saf, neredeyse melek gibi"kalır. Tam tersine duygusal emek, "bedensel hal"deki emek, bir "insani ilişki ve etkileşim" emeğidir.Yalnızca eğlence endüstrilerince "duygulanımın yaratımını ve yönlendirilmesini" değil, ayrıca ev içindeki emeği ve refah sanayileri ve hizmetlerince(kamusal ve özel) verilen kadınlara özgü bakım işinide içerir. Toplumsal üremeyi maddi üretim kuvvetlerinin içine karıştıran, "cismani [ve] somatik(bedensel) içine tamamen gömülmüş olan" bu tür iş;yani duygusal emektir. Hizmet sanayilerinin giderek artan önemi, bu dönüşüme tanıklık eder. Temas ve etkileşim halindeki hayat, yalnızca üretim nesnesi değil, ayrıca etkili bir üretken dayanak ("canlı" emekgücü) ve değer kaynağı haline gelir:
Zekâ ve duygulanım (ya da tam olarak beden ve onun uzantısı olan beyin), birincil üretken güçler haline geldiğinde, üretimle hayatı faaliyet gösterdikleri bölgede buluştururlar, çünkü hayat, beden ve beyin dizisinin üretiminden ve çoğalmasından ibarettir. ...Her türlü üretimi telkin eden ve hükmeden, hayattır.Aslında emeğin ve üretimin değeri, yaşam damarının derinlerinde belirlenmiştir.
Üretimle çoğalmanın duygusal emekte üst üste çakışması, Foucault'nun tanımladığı disiplin rejimlerini çok aşacak biçimlerde, "postmodern" biyopolitik kumandaya hayat verir. Marx ve Tronti gibi, Foucault'nun betimlediği biyo-iktidarın disiplinci rejimlerine ilişkin açıklamasında da, fabrika imalatı aynı zamanda belirleyici bir sosyopolitik ufuk işlevi görür; ve görmüş olduğumuz gibi, üretim ve kumanda, Deleuze ve Guattari'nin "denetim toplumu" diye adlandırdıkları şeyin içine köklü olarak yayılmıştır; eğitimin kalıcı olduğu, becerinin yok edilip yeniden kazandırıldığı,toplumsal kimliğin hem kredi hem de kimlik kartlarındaki manyetik bantın kayıt gücünde simgesel olarak verildiği bir toplumdur bu. Emek artık fabrikalarda gömülü kalmak yerine, Marc Augé'nin "olmayan yerler" diye nitelendirdiği pırıltılı yüzeylerde dolaşır.(23)
Bu ağlamda, emeğin fabrika biyo-iktidarının ötesinde "maddesizleşme"sinin, Negri ve Hardt'a göre, "toplumun sermaye altındaki gerçek boyunduruğunun bir başka adıdır". "Her ikisi de, küreselleşmiş üretken [ve ABD'nin gelişmekte olan ülkeler denilen yerlerdeki politikası düşünüldüğünde] aynı anda doğurgan diye de eklenebilir- düzenle eş anlamlıdırlar." Negri'ye göre küreselleşme hem yaygın hem de yoğundur: sermayenin alanını pazarlar aracılığıyla ulus ötesine yayarken,toplumsal olanı emer ve dönüştürür. Duygusal emekle birlikte, iş gücü ve değer üretimi, yazarların ayrıca ölçü dışı bir "olmayan yer" diye nitelendirecekleri şeyin içine yayılmış ve yerleşmişlerdir: "yüce olan,normal hale gelmiştir".(24 )
Tıpkı ret gibi, duygulanım da iki boyutlu bir fikirdir; hem emperyal sermayenin her şeyi kaplayan yeni güçlerini açığa çıkarır, hem de canlı emeğin siyasal biçimindeki temel ve otonom güce işaret eder;İmparatorluk'ta buna, çokluğun kolektif biyopolitik gövdesi" olarak gönderme yapılır. Bu bakımdan duygulanım, Spinoza'dan sonra, "harekete geçme gücü" olur. Birincisi, biyopolitik güçten sapıp ona karşı çıkmaya, ikincisi, Hardt ve Negri'nin modern laik devletin çöküşüyle ilgili yapıtlarında izini sürdükleri egemen güç uygulamalarının tarihinde kilitli kalmaya başladığı yer, işte burasıdır. Değerin"ölçü dışı" genişletilmesinde, duygulanım, emeği kendi tarihsel olanaklılığı ve ontolojik zemin olarak gücüyle, Deleuze ve Guattari'nin "üretim arzusu" diye nitelendirdikleri şeyle temasa geçirir:(25)
Üretken bağlamın canlılığı, emeğin arzu olarak ifadesi ve İmparatorluğun biyopolitik dokusunu aşağıdan oluşturma kapasiteleri, ölçü dışı, olmayan yerdeki yeni yer'e, verimli, yani herhangi bir dış ölçü rejiminden özerk etkinliğin tanımladığı yere gönderme yapar. Ölçü dışı, emperyal küreselleşmenin tüm biyopolitik dokusunu kuşatan bir virtüelliğe gönderme yapar. Virtüel sözcüğüyle, çokluğun içinde barınan harekete geçme kudretini (varolma, sevme, dönüştürme,yaratma) anlıyoruz.
Hardt ve Negri, çokluk güçleri aracılığıyla,duygulanımı yeniden canlı emeğin güçlerine bağlayarak devam ederler:
Olanaklı yoluyla virtüelden reele geçiş, yaratımın temel edimidir. Canlı emek, virtüelden reele geçiş yolunu inşa eden şeydir; olabilirlik aracıdır.
Tronti'nin heterodoks Marksizm'inin yankıları, Deleuzeve Guattari'nin neo-pozitivist dönüşüm ontolojisine göre yeniden yazılmış olarak, burada da göze çarpar.İmparatorluk -ve Hardt ile Negri'nin açıkça model aldıkları A Thousand Plateaus / Bin Yayla- bir çok bakımdan canlı emekteki yaşam gücünü, örneğin, değilleme ruhuna karşı tutan bir doğal tarih gibidir.Ancak bu, onun meydan okumasını oluşturur. Böylece,"ölçü dışı" duygulanım, "yeni proletarya"nın gücünü sunar. Açıklamalarına göre proletarya, özellikle Negri için, (mülkiyet ve üretim şekli yerine) değer ve emek üzerinde yoğunlaşan bir tanımda, "emeği sermaye tarafından sömürülen herkesi, işbirliği yapan çokluğun tamamını tanımlayan genel kavramdır". Nihayet,İmparatorluk'la birlikte, "biyopolitik üretimin geniş manzarası, proletarya kavramının genelliğini kabul etmemizi sağlar." İmparatorluk denen yayılma açısından biriciklikte, çokluk ve proletarya bir bütün olmuştur;ama bütün olmayan bir bütün. Çokluk ancak, "teklikler"halinde var olur.(26)
Warren Montag, Bodies, Masses, Power: Spinoza and HisContemporaries / Gövdeler, Kitleler, Güç: Spinoza ve Çağdaşları adlı son kitabında, "sive'nin operasyonu"diye adlandırdığı, Spinoza tarafından kullanılan bir retorik stratejisinden söz eder. Sive, Latince'de "yada" bağlacıdır ve eleştirel bir "çevirme ve yer değiştirme" stratejisini betimler. Montag bize, Spinoza'nın bu operasyonu en tanınmış biçimiyle,"Deus, sive Natura" (Tanrı, ya da Doğa) tümlecinde kullandığını söyler. Bu operasyonda, "bağlacın aşkınlığın radikal yok edilişini doğruladığını aynı anda hem doğrular hem de yadsır".(27) Bir başka deyişle,bize birbiri ardına üç öykü anlatır: Tanrı'nın öyküsü,Doğa'nın öyküsü ve Doğa olarak Tanrı'nın öyküsü yada, aşkınlığın öyküsü, her yerde var olmanın öyküsü ve her yerde var olmak olarak aşkınlığın öyküsü. İmparatorluk'ta olan da budur. Emperyal egemenliğin öyküsünü, çokluğun öyküsünü ve çokluk olarak emperyal egemenliğin öyküsünü anlatır.
"Çokluk", hem siyasal hem de felsefi bir kavramdır.İmparatorluk'ta egemen karşıtı ve diyalektik karşıtı olan, politikanın "organsız gövde"sidir. Bu açıdan,İmparatorluk'la toplumsal arasındaki ilişki, köklü bir ölçülemezlik ilişkisidir. Çokluk "İmparatorluğun içinde ve İmparatorluğa karşı" var olsa da, "daima bir artısı" vardır: "emperyal kartalın ilk başı, hukuki bir yapı ve biyopolitik kumanda makinesi tarafından inşa edilen kurulu iktidardır." Bu, çağımızın egemen gücüdür. "Emperyal kartalın öteki başı,küreselleşmenin üretken, yaratıcı öznelliklerinden oluşan çoğul çokluktur... Sürekli hareket halindedirler ve sistemin kesintisiz küresel bireşimlerini dayatan tekliklerden ve olaylardan takımyıldızları oluştururlar." Çokluk olumsuz bir güç değildir, tam tersine "kendi kurucu projelerini besler ve olumlu bir biçimde geliştirir; canlı emeğin kurtuluşu doğrultusunda çalışır." Tronti'nin" çalışanların bir araya gelmesi"nde olduğu gibi, çokluk tarihsel açıdan baskın siyasal güçtür; İmparatorluk ise "yalnızca çokluğun canlılığı sayesinde yaşayan bir ele geçirme aygıtından ibarettir." Böylece, "ontolojikbir eksiklik"le karakterize edilen kurulu İmparatorluk iktidarı, "çokluğun kurucu gücünün basit bir soyut izi" olarak görülebilir. Anti-Oedipus'un Deleuze ve Guattari'si, İmparatorluk gücünün yine de çokluğu "mucizeye çevirmek" için "ona döndüğünü" ve çokluğun canlı kurucu gücüne sahip çıkıp onu devlet anayasasına ve biyo-güce dönüştürerek kendini "ontolojik hale"getirdiğini öne sürerek, kendi fetişizm versiyonlarını buraya ekleyebilirler. Bu, egemenliktir. Hardt veNegri'nin sözleriyle:
Yavaş yavaş, yönetim geliştikçe, toplumla güç arasındaki, çoklukla egemen devlet arasındaki ilişki tersine çevrilir; böylece toplumu artık güç ve devlet üretir.(29)
Aşağıdan Yorum
İmparatorluk, "çokluk"un siyasal ve kavramsal çekirdeği etrafında hareket eder. Tarihsel olarak siyasal devrim, felsefi olarak da "aşkınlık" ve"temsil" kavramları üzerinde durarak anlatılan egemenlik öyküleri, bir yandan, "çokluğun her yerde var olan arzu ve ortak faaliyet güçleri"ni, diğer yandan da "güçlerinin birbirine aktarılması"nı içeren öykülerdir. Negri ve Hardt'a göre, modern egemenlik,mutlakiyetçi monarşinin her yerde var olma düzlemine laik bir yansımasıdır (her yerde var oluşun içindeki aşkınlık), böylece monarşik, aristokratik ve demokratik monarşiden söz etmek mümkün olur -dolayısıyla da yazarların çoklukla ilgili radikal cumhuriyetçilikleri, Machiavelli ve Marx'ın, özellikle de Spinoza'nın yapıtlarından beslenmiştir.(30)
Negri'nin, Marx'ın değer kuramıyla ilgili yorumunda olduğu gibi, Foucault'nun (kısmen Deleuze veGuattari'den esinlenerek) biyo-iktidar dinamikleri hakkındaki açıklamasına Hardt ve Negri'nin getirdiği yorum da, kuramsal olarak "aşağıdan" başlar. Bu, büyük ölçüde, duygulanım fikrinin bir sonucudur: canlı"maddi olmayan" emek gücünü, biyopolitik kumanda ve yönetimin kalbine aktarır ve onu "çalışanların biraraya gelmesi"ne, çokluğun güçlerine maruz bırakır.İngiliz ve Güney Asyalı "aşağıdan tarih" ve"subalternizm" geleneklerini çağrıştırmaları, hem siyasal hem de kavramsal açıdan anlamlıdır. Böylesi bir kuramsal amaçlılık, kültürel çalışmaları dakarakterize eder. Söz konusu çalışmalar bu açıdan,Zizek'in izniyle, yalnızca medya ve kültürel kimlik politikalarına yönelik postmodern kaygıyla değil, aynı zamanda hem kültürel formların toplu medyatik dönüşümü (Jameson'un açıklamasındaki postmodernizasyon), hem de egemenliği aydınlanmanın kalbine yerleştiren bir ideoloji kuramıyla da karakterize edilir. Frankfurt Okulu ve Althusser'in "ideoloji eleştirisi", böylesi bir entelektüel "re-subalternizasyon"a örnek oluşturur.(31) Hardt ve Negri'ye göre ise, değilleme olarak "aşağıdan" eleştiri, diyalektik toparlanmaya meyilli kalır. Çokluk fikri böylece, değillemenin teklik ve "olmayan yer" içinde yayılmasını da içerir.(32) Ancak burada, İmparatorluk'la ölçülemez değer olarak buluşur, bilgisayar ağlı kumanda ve yaygın soyut emeğin zamanıdır: "güç topografyası artık uzamsal ilişkilerle ilgili değildir, daha çok,öznelliklerin geçici yer değiştirmelerine işlenmiştir.Burada yine, gücün "olmayan yer"ini buluruz.
İmparatorluk, yeni dünya düzeninde "yolunu" çizerken eleştirel yanıtları davet eden, cüretli ve polemikçi bir yapıt. Ancak, başlıca zayıflığının, çokluğa ilişkin temel felsefi-siyasal kavramı olduğu söylenebilir. Sevindirici değil de melankolik bir bilim, çokluğun sergilediği ret mantığının emperyal sermayeyi yeni malzemelerle çok az beslediğini; ve yaygın ölçülemezliğin ölçüsü dışında çokluğun edindiği artının, yalnızca "aynısından biraz daha" olduğunu öne sürebilir. Çokluk burada hâlâ kurucu olabilir, ancak yalnızca Ernesto Laclau ile Judith Butler'in "kurucu dışarısı" olarak kuramlaştırdıkları, her zaman "içeri"yerleşmiş olan ve öznelliği üreten, sermayenin hayali ikizi olarak.( 34)
Çokluk fikri, burjuvazinin tarihsel bir "mutasyon" anında, Marx'ın "ilksel birikim denilen şey" olarak atıf yaptığı genelleşmiş, şiddetli mülksüzlük ve kapitalist yeni bileşim sürecinde doğuşuyla ortaya çıkar.(35) Bu, daha fazla potansiyel kapitalistin ve soyutlanacak daha fazla emeğin bulunduğu, sınırsız, neredeyse intihar niteliğindeki burjuva olasılığının -herkesin herkese savaş açması-karabasana benzer alanıdır. Muhafazakâr Hobbes'a göre,yönetilmesi ve ehlileştirilmesi gereken, burjuva çokluktu. Reddin sırtında yol alan İmparatorluk, bu, İmparatorluk'un sayfalarında beliren vampir ve aziz imgelerini-özellikle de, Assisili St Francis'i- kayda alabilirler: birincisini (Marx'ın Kapital'inde olduğu gibi) sermayenin mucizevi güçlerinin bir işareti olarak; ikincisini ise, metin sona ererken sunulan geleceğin komünist "militan" figürü olarak. Değinilen proleter mücadelenin bir başka örnek temsilcisi de geçmişten gelir: Uluslararası Dünya Çalışanları (IWW)militanı.
Ancak bu noktada çokluk, ya cesur ya da karizmatik olarak alegorize edilen ve bireyselleştirilen,duygusal, otoriter bir öteki olma tehlikesi arz eder. İmparatorluk'un daha yazınsal betimlemelerinde,dağınık öznellik, aşkınlığın her yerde oluşuna geri dönüşte -yani, siyasal olanın yeniden kutsallaştırılmasında- toparlanıp yeniden oluşturulmuş. Bu bakış açısından, kurtuluş teolojisinin "yoksuldan yana tercihi", melodramik aşırılığa kaçıyor. ("Yoksul yeryüzünde tanrıdır. ...Yoksul bizatihi güçtür.") Son olarak, İmparatorluk'un subalternist bir eleştirisi, emperyal aklın Hıristiyan safından imgelerin yeniden kullanımına dikkat çekmek dışında (Fransiskan mezhebine bağlı olanlar, ruhları kurtarmak için Yeni Dünya'ya ilk gelenler arasında yer alır), politikasının geçiciliğini de vurgulayabilir. Emeğini emperyal sermayeye kaptırdıkları halde postmodernleşmemiş olanlara ne olacak? Yukarıda gösterildiği gibi, çağdaş emperyal kumandanın topografisi, çokluk gibi, değeri diyalektik olarak telafi edilemez zamanın olmayan yerine dağıtır. Hardt ve Negri'ye göre... Ulus ötesi sermaye ve canlı emek akışlarıyla yapılandırılmış emperyal politikanın -"yenibarbarlar"ın- zamanıdır bu.
O halde günümüzde cumhuriyetçi olmak, her şeyden önce İmparatorluğun içinden ve ona karşı, kendi melez,değişken topraklarında mücadele etmek anlamına gelir.Ve burada, her türlü ahlakçılığa ve her türlü nostalji konumuna karşın, bu yeni emperyal alanın yaratım ve kurtuluş için daha büyük olasılıklar oluşturduğunu da eklememiz gerekir. Çokluk, karşı çıkma iradesinde ve kurtuluş arzusunda, karşı tarafa çıkmak için İmparatorluğu zorlamalıdır.
Ancak, ortaya çıkan emperyal düzenin "melez anayasa"sıyla ilgili tasvirlerinin, yalnızca toplumsal olarak soyut ve geçici olarak homojen kalan monarşik,aristokratik ve demokratik işlevlerden oluşan melezleştirilmiş bir sistem olduğu anlaşılır.(36) Buna karşılık, Manuel Castells'in bilgisayar ağlı kapitalizm versiyonu ise, kökten ayırıcı bir düzen-akış alanlarının "zaman dışı zamanı"yla yer alanının daha "kristalleştirilmiş" zamanlarını birleştiren melezleştirilmiş bir sistem- oluşturduğundan, sırtında ağır bir yük taşır.37 Bu bakış açısından politika,özgül sermaye-devlet oluşumlarının toplumsal ilişkilerine göre geçici olarak melezleştirilmiştir ve çağdaş neo-liberal emperyal devleti, uzamlar, zamanlar ve tekillikler ötesinde oluşturulmuş karmaşık bir meclisler sistemi olarak meydana getirir. Akış alanlarının yer alanlarıyla çakıştığı böylesi bir bölge, ayrıca direniş ve kurtuluşun siyasal zamanlarını da üretir. Başka zamanlara yönelik bir kaygıyı "nostalji"ye indirgemek, kalkınma anlatısını-yani, emperyal sermayenin soyut zamanını- devrim kisvesi altında yeniden dayatmak olacaktır.
Not: Bu makalenin yazımına yardımlarından dolayı
Alberto Moreiras, Peter Osborne ve Carol Watts'a
teşekkür ederim.
1) Hardt ve Negri, Empire, s. xii.
2) Bkz. Empire, s. 415, not 5'te, yapıtın Jameson veSpivak dışında, Arjun Appadurai, Giovanni Arrighi,Arif Dirlik, David Harvey ve Edward Said'in yazdıklarıyla da ilintilendirişi. Negri'nin İtalyan yada Fransız meslektaşlarından hiçbirinin bu listede anılmaması dikkat çekici. Bu, kuramsal üretiminulusötesi aktarımında Sol Amerikan Akademi'nin rolünü öne çıkarıyor. Postmodernist ve postkolonyal kuram hakkındaki bölüm ise, yapıtın anti-diyalektik argümanını güçlendirmesi ve Homi Bhabha'nın yapıtının beklenmedik elverişli bir yorumunu içermesi dışında,kitabın en gelişigüzel bölümlerinden biri.
3) 1967 yılında Negri, ironik bir biçimde, Padua Üniversitesi'nde Devlet Doktrinleri Profesörü'ydü; burada, 1959'dan beri hukuk felsefesi eğitimi veriyordu ve İtalyan Sosyalist Partisi'nin bir üyesi olarak yerel politika ve gazetecilik alanında aktif bir katılımcıydı. 1963'te Sosyalist Parti'den ayrıldı ve Komünist Parti'nin marjinlerinde yerel çalışanlar hareketine katılarak, karısı Paola Meo ve (mimari üzerine yazılarıyla tanınan önemli bir felsefeci,yakın zamanlara kadar da Venedik valisi olan) Massimo Cacciari'yle birlikte, Porto Marghera fabrikasındaki petrokimya işçileri arasından bir Kapital okuma grubunu yönetti. Aynı yıl, Potere Operaio (İşçilerin Gücü) gazetesi çıkmaya başladı. Başlangıçta yerel Sosyalist Parti gazetesinin bir ekiyken, sonradan Porto Marghera fabrikasında çalışanların organı haline geldi. 1967'de Negri, ortaya çıkan "otonom" bir işçi hareketiyle ilişkili olan ve Mario Tronti gibi heterodoks komünist kuramcıların yapıtlarını yayımlayan etkili Quaderni Rossi gibi birkaç başka gazeteye de katkıda bulunuyordu. Bu arada PaduaÜniversitesi'nin Siyasal Bilimler Enstitüsü'nden Sergio Bologna, Alisa del Re ve Maria Rosa Della Costa'yı da içeren bir grup radikal entelektüelin merkezinde yer alıyordu. 1969'un "sıcak yaz"ından sonra, Komünist Parti'nin solunda bir sürü örgüt oluşmuştu, bunların arasında, artık yalnızca bir gazete olmayan Potere Operaio, Avantguardia Operaia ve belki de en ünlüleri, Lotta Continua da vardı. 1973'te Komünist Parti'yle Hıristiyan Demokrat Partiarasındaki "tarihsel uzlaşı"yla birlikte, Potere Operaio kendi kendini kapatma kararını aldı. Sonraki yıllar, "altmış sekizliler"e sırt çevirmeye başlayan çalışan sınıf gruplarıyla bir dizi ittifak içinde zigzaglar çizen, "Metropolitan Yerlileri" gibi öğrenci ve gençlik gruplarının ortaya çıkışına tanık oldu. Bu arada eski siyasi militanların birçoğu, kent gerilla örgütlerinin çekim gücüne kapıldı. Ancak "Autonomia"adıyla bilinen hareket de ortaya çıkarak, çalışmayı "reddeden" işsiz ve genç göçmen işçilere yönelik faaliyet gösterdi. Tarihsel ve siyasal geri plan için, bkz. Paul Ginsborg, A History of Contemporary Italy:Society and Politics 1943-1988, Penguin, Harmondsworth, 1990; ve Robert Lumley, States of Emergency: Cultures of Revolt in Italy from 1968 to1978, Verso, Londra, 1990. Negri'nin kişisel geçmişi için, bkz. çevirmenlerin önsözleri, Antonio Negri,Marx Beyond Marx: Lessons on the 'Grundrisse', çev. H.Cleaver, M. Ryan ve M. Viano, ed. J. Fleming,Autonomedia/Pluto, New York ve Londra, 1991 (1979).
4) Bkz. Empire, s. xvi: "Emperyal dünyada, örneğin,ekonomistin ekonomiyi anlaması için kültürel üretim hakkında temel bir bilgiye ihtiyacı olduğu gibi,kültürel eleştirmenin kültürü anlaması için de ekonomik süreç hakkında temel bir bilgiye ihtiyacı vardır."
5) İmparatorluk, s. 213. İngiliz Komünizminin "postmodernizm", "post-Fordizm" ve "Yeni Zamanlar"a kendi tepkisi, böylesi söylemleri daha materyalist bir "semptomatik" okumaya tabi tutmak yerine, yeniden ortodoksluğu öne sürmek oldu.
6) Bkz. bu yazarların, Paulo Virno ve Michael Hardt,ed., Radical Thought in Italy: A Potential Politics'teki makaleleri, çev. M. Boscagli ve bak.,University of Minnesota Press, Minneapolis ve Londra,1996.
7) Antonio Negri, "Twenty Theses on Marx:Interpretation of the Class Situation Today", SareeMakdisi, Cesare Casarino ve Rebecca E. Karl, ed.,Marxism Beyond Marxism içinde, New York ve Londra,1996, s. 150 ve Marx Beyond Marx, s. 25. Bu, Negri'nin Specters of Marx'la ilgili eleştirilerine Derrida'nın verdiği yanıtın esasıdır: Derrida ısrarla, Negri'nin felsefi söylemin pratik bir boyutu olması yolundaki talebinde, bir yandan sömürüde (toplumsal emek örgütü), bir yandan da komünizmde (kurucu direniş)artık hayalete çevrilmiş bir "değer"i yeniden ontolojik hale getirdiğini söyler. Negri ise, onunkinin "yeni -post-yapıçözümcü- bir ontoloji"olduğunda diretir. Bkz. Antonio Negri, "The Specter'sSmile" ve Jacques Derrida, "Marx & Sons", MichaelSprinker, ed., Ghostly Demarcations: A Symposium onJacques Derrida's 'Specters of Marx'ın içinde, Verso,Londra ve New York, 1999, s. 5-16, 213-69.
8) Mario Tronti, "The Strategy of Refusal", çev. RedNotes, Italy: Autonomia. Post-Political Politics, Semiotexte içinde, vol. 3. no. 3, 1980, s. 29 (ilkolarak 1965'te Quaderni Rossi'de yayımlandı). Tronti,İtalyan Komünist Partisi'nin üyesi olmaya devamedecekti.
9) Negri, "Twenty Theses on Marx", s. 151.
10) Tronti, "The Strategy of Refusal", s. 29, 30, 31,32. "Sermaye reformunu maddi olarak dayatan, işçilerin mücadelesidir," der Negri, 1964'te yazılmış ama1970'lerin ortalarına kadar yayımlanmamış olan "Laborin the Constitution"da. Negri bu denemede, reddinetkilerinin siyasal yanını işler: "Eksiksiz toplumsalüretimin bir kaynağı olarak emek, bir devlet kaynağı haline geliyor. ... Onun gücünden hak ve hukuk bilekaçamaz." Michael Hardt ve Antonio Negri, Labour ofDionysus: A Critique of State Form içinde, University of Minnesota Press, Minneapolis ve Londra, 1994, s.82.
11) Lukács'ın cümlesi şöyle devam eder: "eylemin öznesi: genesis"teki 'biz': yani, proletarya", GeorgLukács, History and Class Consciousness, çev. R.Livingstone, Merlin Press, Londra, 1971, s. 149. O sırada Tronti, hemen ardından da Negri, güçlü bir anti-sosyalist konuma büründüler; Negri'ye göre bu,kapitalizmin (ve emeğin) planlanmış yönetimidir.
12) Antonio Negri, "Constituent Republic", Virno ve Hardt, ed. Radical Thought in Italy içinde, s. 219-20.13) Mikhail Bakhtin, "Forms of Time and of theChronotope in the Novel", The Dialogical Imaginationiçinde, çev. C. Emerson ve M. Holquist, University ofTexas Press, Austin, 1981, s. 84-258.
14) Empire, s. 234-5, 212-13. En azından Avrupa ve ABD'de "disiplinci kapitalist emek rejimlerine yöneltilen en şiddetli işçi saldırısı" üzerine, bkz.s. 260-79. Yazarlar şuna işaret ederler: "saldırı, her şeyden önce, iş ve özgül olarak fabrika işinin genelbir reddi olarak ifade edilmişti. ... Disiplinci rejimin reddi ve işçizlik alanının onaylanması, yeni bir kolektif uygulamalar dizisinin ve yeni bir yaşam biçiminin belirleyici özellikleri oldu."
15) Negri, "Twenty Theses on Marx", s. 154.
16) Aşağıda göreceğimiz gibi, değer ve emek İmparatorluk altında ağ iletişiminin yeni mantığınagöre tanımlandığı için, sömürü de "işbirliğinin istimlak edilmesi ve dilbilimsel üretimin anlamlarının sıfırlanması" olarak yeniden tanımlanır. Bu bakış açısından, "sömürüye karşı çıkışlar, küresel üretim ağlarının ötesinden dile getirilir ve her düğüm noktasında krizleri belirler." Hardt ve Negri'ye göre"kriz, kapitalist üretimin postmodern bütünlüğüyle aynı zamanda ve aynı yerde ortaya çıkar; emperyal denetime özgüdür." Bkz. Empire, s. 385 ve "yozla?ma"için, s. 201.
17) Empire, s. 44-6, 51-2, 105-9, 227-39, 283-4.Japonya ve Çin'in yükseli?i üzerine, bkz. GiovanniArrighi, The Long Twentieth Century: Money, Power, andthe Origins of Our Times, Verso, Londra, 1994; ve André Gunder Frank, ReORIENT: Global Economy in the Asian Age, University of California Press, Berkeley/Los Angeles ve Londra, 1998. Amerikan sermayesinin süregelen gücü üzerine, bkz. RobertBrenner, "The Economics of Global Turbulence", NewLeft Review 229, Mayıs-Haziran 1998. David Held,Anthony McGrew, David Goldblatt ve Jonathan Perraton'un, Global Transformations: Politics,Economics and Culture, Polity Press, Cambridge, 1999,küreselleşmeyle ilgili tartışmaların birçoğunun ullanışlı bir özetini çıkarıyor.
18) Maurizio Lazzarato, "Immaterial Labour" ve PauloVirna, "Virtuosity and Revolution: The PoliticalTheory of Exodus", Virno ve Hardt, ed. Radical Thoughtin Italy içinde, s. 133-47, 189-210. Bkz. ayrıca MarcoRivelli ve Franco Piperno'nun aynı kitaptakidenemelerinin yanı sıra Negri'nin "sosyalleşmiş işçi"çağında "enteleküel işbirliği" üzerine düşünceleri,The Politics of Subversion: A Manifesto for theTwenty-First Century içinde, çev. J. Newell, PolityPress, Cambridge, 1989, s. 47-60, 74-101.
19) Lazzarato, "Immaterial Labour", s. 137; Virno, "Virtuosity and Revolution", s. 196-7; Hardt ve Negri,Empire, s. 290-92. Burada, gerek Virno'nun gerekse Lazzarato'nun denemelerindeki yoğunluğun ve karmaşıklığın hakkını veremedim. Bu tartışmalara bilgilendirici bir giriş için, bkz. NickDyer-Withford'un Cyber-Marx: Cycles and Circuits of Struggle in Hich-Tecnology Capitalism, University of Illinois Press, Urbana ve Chicago, 1999. Oskar Negt ve Alexander Kluge'nin, Habernas'ın "kamusal alan" nosyonuyla ilgili eleştirel uyarlaması, Virno'nun sürgün anlayışını etkilemiş olmalıdır. Bkz. PublicSpere and Experience: Towards an Analysis of the Bourgeois and Proletarian Public Sphere, çev. P.Labany ve b?k., Minnesota University Press,Minneapolis ve Londra, 1993 (1972).
20) Negri, The Politics of Subversion, s. 73.
21) Hardt ve Negri, Empire, s. 367, 332, 397-8.
22) Ibid, p. 393-413.
23) Hardt ve Negri, Empire, s. 29-30, 292-3, 263-5.Biyo-güç için, bkz. Michel Foucault, The Will to Knowledge (The History of Sexuality, Vol. I), çev. R.Hurley, Harmondsworth, Penguin Books, 1998 (1976); veGilles Deleuze ve Félix Guattari, "Postscript on theSociety of Control", October 59, 1992. "Olmayanyerler" için, bkz. Marc Augé, Non-Places: Introductionto an Anthropology of Supermodernity, çev. J. Howe,Verso, Londra ve New York, 1995.
24) Hardt ve Negri, Empire, s. 364-5; ve Antonio Negri, "Value and Affect", çev. M. Hardt, Boundary 2,vol. 26, no. 2, 1999, s. 83, 87.
25) "It is at work everywhere", Gilles Deleuze veFélix Guattari, Anti-Oedipus: Capitalism andSchizophrenia, çev. R. Hurley, M. Seem ve H. R. Lane,Viking, New York, 1997 (1972), s. 1.
26) Hardt ve Negri, Empire, s. 30, 357, 402.
27) Warren Montag, Bodies, Masses, Power: Spinoza andHis Contemporaries, Verso, Londra ve New York, 1999,s. 4. 28) Bkz. Deleuze ve Guattari, Anti-Oedipus, s. 10-11.
29) Hardt ve Negri, Empire, s. 88.
30) Antonio Negri, "Reliqua Desiderantur: A Conjecturefor a Definition of the Concept of Democracy in theFinal Spinoza", Warren Montag ve Ted Stolze, ed., TheNew Spinoza içinde, University of Minnesota Press, Minneapolis ve Londra, 1997, s. 22. Ayrıca bkz. Aynı yazarın, Insurgencies: Constituent Power and the Modern State, çev. M. Boscagli, University of Minnesota Press, Minneapolis ve Londra, 1999 (1972),ve The Savage Anomaly: The Power of Spinoza's Metaphysics and Politics, çev. M. Hardt, University of Minnesota Press, Minneapolis ve Oxford, 1991 (1981).Negri için, Machiavelli'nin cumhuriyetçiliği, devrimci(anti-humanist) humanizmanın daha geniş bir Rönesans geleneğinin parçasıdır.
31) Bkz. "Globalization is Ordinary: The Transnationalization of Cultural Studies" başlıklı makale, Radical Philosophy 90, Haziran/Ağustos 1998,s. 9-19.
32) Bu bakımdan, Deleuze ve Guattari'nin "çokluk"nosyonuyla aynı felsefi işleve sahiptir; ısrarla onun icadının "diyalektiğin sonuna işaret ettiği"ni söylerler. "Birlik nosyonu ... çoklukta erk teslimi söz konusu olduğunda ortaya çıkar," diye yazarlar. Bkz. Gilles Deleuze ve Félix Guattari, A ThousandPlateaus: Capitalism and Schizophrenia, çev. B.Massumi, Athone Press, Londra, 1988 (1980) s. 483, 8. Deleuze'ün erken dönem felsefi yazılarındaki Hegelcilik karşıtlığı, Michael Hardt'ın, Gilles Deleuze: An Apprenticeship in Phisolophy'sinde öne çıkarılır, University of London Press, Londra, 1993.
33) Hardt ve Negri, Empire, s. 319.
34) Bkz. Ernesto Laclau, New Reflections on theRevolution of Our Time, Verso, Londra, 1990; ve Judith Butler, Bodies that Matter, Routledge, Londra ve NewYork, 1993.
35) Negri, Insurgencies, s. 38. Negri, Machivelli'ninyapıtını bu mutasyonun siyasal bir yansıması olaraktanımlar.
36) Hardt ve Negri, Empire, s. 157, 218, 316-19.
37) Manuel Castells, The Rise of the Network Society,Blackwell, Cambridge MA ve Oxford, 1997. Bkz. SimonBromley, "The Space of Flows and Timeless Time: ManuelCastell's, 'The Information Age", Radical Philosophy97, Eylül/Ekim 1999, s. 6-17.
(*) Radical Philosophy, sayı 103, Eylül-Ekim 2000.