Kaç zamandır "ümük sıktırmam" teraneleriyle, yalancı pehlivan edasıyla IMF'ye meydan okuyan Recep Tayyip Erdoğan kabinesi, sonunda pes edip IMF'nin dediğine geldi. Yeni bir stand-by anlaşması imza aşamasında.
2001 krizi sonrası, IMF desteğiyle, ucuz-emek odaklı Asyalaşma modeliyle, yıllık yüzde 7 dolaylarında bir "lale devri" büyümesi yaşadıktan sonra, Asyalaşmayı da beceremeyip 2007'de yüzde 4,5 büyüme ile tempo kaybeden Türkiye ekonomisi, şimdi global krizin kırılgan yapısına tüy dikmesiyle IMF üstünden bir buzul çağına giriyor.
Bazı safdil yorumcular, IMF'yle yapılacak anlaşma ile beklentilerini şöyle sıralıyorlardı:
- IMF'den hatırı sayılır bir kaynak girişi ile kur şokunun önü kesilecek ve kurda istikrar yakalanacak.
- IMF anlaşması, bir tür sigorta olacak, yeni sıcak para girişine yeşil ışık sinyalleri gönderecek.
Bu beklentiden sonra ne olacağı konusunda akıl yürütenler iç-dış pazar önceliği konusunda ayrışıyorlardı. Bazıları, IMF rüzgarı ile ihracata yönelmek gereğini savunurken bazıları da iç talebi canlandırarak iç pazara yönelinmesi gerektiğini beyan ediyorlardı.
Peki IMF ne diyordu?
IMF, bu büyük buhran koşullarında, aralarında Türkiye'nin de olduğu çevre-bağımlı ülkeler için ne önereceğinin sinyallerini Ukrayna, Macaristan, Pakistan'la yaptığı anlaşmalarda zaten belli etmişti. Bir miktar kaynak aktarılacak, ama bildik, ekonomiyi soğutucu istikrar önlemleri uygulanması şartıyla.
AKP, yerel yönetim seçimlerinin ihtirasıyla da 2009 için yüzde 4 büyüme hedefini bütçe tasarısına koymuştu. IMF'yse, 4 kez yenilediği büyüme öngörülerinin sonuncusunda (6 Kasım), 2009 için dünya ekonomisinde büyüme hedefini yüzde 2,2'ye kadar indirmişti. Merkez ülkeler büyüme bir yana küçülecek, çevre ülkeler ise en fazla yüzde 5 gibi büyüyeceklerdi.
IMF'nin yeni stand-by anlaşmasıyla, 2009 için Türkiye'ye verdiği büyüme hedefi yüzde 0 (yazıyla yüzde sıfır) yani 2008'deki düzeyinde kalma..Bunu kabullenmem diyen Erdoğan'ın manasız efelenmelerle nereden nereye geldiği ortada.
IMF'nin mali disiplin diye tutturup vergilerin artırılmasını, harcamaların kısılmasını isteyeceği de sır değildi. Nitekim, bunun da haberleri geliyor. Yüzde 8'lik KDV'li mal ve hizmetlerin yeniden yüzde 18'e çıkarılması isteniyormuş IMF tarafından. Ayrıca içinde eğitim, sağlık, adalet, tarıma destek gibi harcamaların yer aldığı harcamalara da tırpan isteniyormuş. Tam bildik istikrar reçetesi. 2009 için enflasyonun yüzde 14-15 olarak öngörülmesiyse , bir başka ilginç boyut. Anlaşılan IMF, fiyatların pek baş eğmeyeceğini öngörüyor.
Evet, IMF desteğiyle, likidite bolluğu yaşanan lale devrinden şimdi global krizin can yakan buzul çağına girilmiş oluyor; Sıfır büyüme, yeni vergi, daha az bütçe harcaması...
Bunlar, tensikatlarla tırmanan işsizliğe karşı hiçbir şey yapamamak, bütçe üstünden alt ve orta sınıfların biraz daha yoksullaştırılması demek.
Son yayınlanan sanayide üretim düşüşleri, nasıl bir buzul çağa girildiğini yeterince ortaya koyuyor.
2007 Ekim'ine göre, sanayi üretimi yüzde 8,5 düşmüş görünüyor. Bu veri bile, üçüncü çeyrekte sıfır altı bir büyüme verisinin işaretini veriyor. 2009'da sanayide, dolayısıyla genelde büyümede fazla iyimser olmak kolay değil..
25 milyar dolar neye yarar?
IMF'nin stand-by anlaşmasıyla aktaracağı kaynağın miktarı 25 milyar dolar olarak ifade ediliyor. Bu anlamlı bir para mı?
Türkiye'nin 2009'daki döviz ihtiyacını anımsatalım önce. Kısa vadeli ticari borçlar ve cari açık hariç Türkiye'nin 2009'daki dış finansman gereksinimi, 110 milyar dolar olarak öngörülüyor. IMF'den aktarılacak olan, bu dış finansman ihtiyacını toparlamaya yeterli bir rüzgar olabilir mi? Zor...
Global krizin, hem dış kaynak hem dış pazar yönünden merkez emperyalist ülkelere bağımlı çevre ülkeleri ne hale getirdiğini bir türlü kavrayamayan ve bildik ezberlerin dışına çıkamayan liberal yorumcular, birbiriyle çelişen, süfli yorumlardan geri kalmıyorlar.
Kimisi, "IMF'yle anlaşmalı, ama ihracata ağırlık verilmeli" gibi beylik laflar etmektedir. Hangi ihracat? Nereye ihracat? İhracatını yüzde 60 oranında AB'ye bağımlı kılmış Türkiye'ye AB siparişleri hızla azalıyor. Diğer bölgelerde talep var mıdır? Varsa bile Çin'le diğer Asya ülkeleriyle boğuşacak dermanı var mıdır Türkiye'nin?
Kimi aklı evveller de bir süredir, hem IMF'yle anlaşma olsun hem de iç talep geliştirilerek ekonomi genişletilsin incileri yumurtlamaktalar. IMF, ne zaman , hangi çevre ülkeye genişlemeci politika izni vermiş? Hiçbir zaman ve şimdi de aynı daraltıcı reçeteyle toplum iyice bunaltılacaktır.
Eski ve yeni
IMF anlaşmaları, eski krizlerde, iç talebi daraltır ama ihracata yönlendirirdi, ayrıca dış kaynaklara (sıcak paraya, doğrudan yabancı yatırımlara, dış kreditörlere) "burası emin, buraya gelin" sinyali verirdi. Ya şimdi? Şimdiki şartların, iklimin değişmediğini hala fark edemeyen liberaller, hala bu anlaşmanın aynı etkiler yaratacağını, dışa açılmayı teşvik edeceğini, yeni sıcak para girişini hızlandıracağını umuyorlar. Oysa boş beklenti. Ne dışarıda canlı bir talep var, ihracat olsun; ne de sıcak paranın gelesi var. Onlar şimdi güvenli merkez ülke devlet tahvillerinde, yangın söndürmede kullanılıyorlar.
O zaman IMF anlaşması neye yarayacak? Cevaplayalım, kurda geçici bir düşüşe, borçlu sermayedarlara geçici bir soluğa. Çalışan sınıflar ve orta sınıflar içinse iyice kurumuş bir iç pazar, alım gücü düşüşü ve yoğun bir işsizlik var gelecekte.
IMF ise, bu anlaşmayla Türkiye'yi hasta Merkez'in eteğinde tutmaya devam ettiği gibi, Türkiye'den kredi alacağı olanları da rahatlatıyor. Bir süre sonra onların özel sektörden alacaklarını devlet garantili hale getirmesini dayatır ve bunu kabul ettirirse de hiç şaşırmayalım. (MS/TK)