1968, Türkiye solunun her kesimi bakımından büyük bir sıçrayış aynı zamanda da altüstlük dönemiydi. Daha Ocak ayında olaylann ivmesi artmaya başladı. FKF İstanbul Sekreterliğinin düzenlediği Doğu gecesi TİP'in Doğu mitingleri politikasının bir uzantısıydı. Gece Kürt folklor ekiplerinin gösterisi sırasında salona faşistlerin attığı amonyak ve asit şişelerinin çıkardığı gaz ve dumanın yaratacağı panikle sabote edilmek istenmişti, ancak faşistler silah kullanmalarına karşın dövülerek salondan dışarı atıldılar.
Şubat'ta İstanbul'da ilk kez FKFnin hegemonyası dışında bir devrimci gençlik örgütü çekirdeği oluşturuldu: "Devrimci Hukuklular" örgütü. FKF'nin eylemsizliğini eleştiren, TMTF olayları sonrasında polis ve faşistlerle çıkan çatışmalarda militanlaşmış bir öğrenci grubu ise TMGTde toplanmaya başlamıştı. Kemalistlerle ittifakı önemseyen bu grubun önderliğini Deniz Gezmiş, Mustafa Gürkan ve Cihan Alptekin yürütüyorlardı. Faşist hareketin devrimci öğrencilere yönelik saldırılarına siyasi polisin tutuklamaları eşlik ederken SBF Öğrenci Derneği başkanı Uluç Gürkan tutuklandı. Meclis'te de TİP'li milletvekilleri AP'li milletvekilleri tarafından linç edilircesine dövüldüler. Adalet Bakanlığı'nm talimatıyla başta TMTF, TMGT, İTÜTB, TÖS, Robert Kolej (günümüzde Boğaziçi Üniversitesi) TB, vb. 14 kuruluş hakkında "siyaset yaptıkları" gerekçesiyle kapatma davası açıldı.
Öğrenciler sosyalist hareketin öznesi oluyor
Şubat 1968'de İYTOTB tarafından "Türkiye'nin Devrim Stratejisi Ne Olmalıdır?" konulu bir açık oturum düzenlendi. Mihri Belli, İlhan Selçuk ve Behice Boran'ın katıldığı bu toplantıda İlhan Selçuk ve Behice Boran arasındaki tartışma sırasında İlhan Selçuk ve Behice Boran'ın devrimin "barışçı ve banşçı olmayan yolları" konusunda sarfedilen sözler ve yapılan tanımlar dolayısıyla İlhan Selçuk tutuklandı. Bu toplantı sosyalist gençler arasındaki ayrışmayı geri dönülmez bir biçimde hızlandırdı. Teorik ve politik anlaşmazlıklara "ihbarcılık" gibi ahlaki bir anlaşmazlık noktası daha karıştı. İlhan Selçuk'u tutuklanma istemiyle mahkemeye gönderen savcılık Behice Boran'ın "İlhan Selçuk'un devrim hareketini bir ihtilal hareketi silahlı bir direnme, mücadele hareketi olarak kabul ettiği anlaşılıyor" şeklindeki değerlendirmesini "ihbar" olarak kabul etmiş, İlhan Selçuk tutuklandıktan sonra da Mihri Belli Boran'ı buna dayanarak "ihbarcılık'la suçlamıştı. Bu dil sürçmesi, Behice Boran'ın kişisel itibarını öğrenci hareketi karşısında hızla düşürürken Mihri Belli ve İlhan Selçuk'un itibarı artmaya başladı ama bu itibar artışı ve düşüşü yalnızca bir dil sürçmesinin sonuçlarıyla ilişkili değildi.
AP hükümeti tarafından yöneltilen saldırılar karşısında TİP yönetimi "en az direnme" çizgisini benimser, gericiliğin aktif saldırılarına karşı herhangi bir direnme odağı oluşturma çabası içinde görünmezken, Mihri Belli, İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu ittifakı hükümetin saldırılarına karşı bir "cephe birliği" örgütlenmesini öneriyorlardı, ve öğrenci gençlik içinde bu saldırılara en çok muhatap olan ve en aktif göğüs gerenler arasında böyle bir direnme odağı oluşturma fikri giderek daha çok sempati topluyordu. Beri yandan, 1966 senato üçte bir yenileme seçimleri sonrasında, TİP oylarında hissedilir herhangi bir artış görünmemesine karşılık AP hükümetinin oylarını hem mutlak hem oransal olarak artırması, parlamento yolundan sosyalistlerin iktidara ulaşması stratejisini geniş bir kitlenin gözünde iyice anlamsız kılmaya başlamıştı.
AP hükümetinin "geleneksel aydınlar" arasında başlattığı, "memur kıyımı" olarak anılan tasfiye hareketinin tırmanması ve her 30 Ağustos'ta orduda gerçekleştirilen emekliye ayırma işlemleri, ordunun sermayeye eklemlenmesi için yürütülen sistemli çabalar Yön çevresinin şanslarını azalttıkça direnişlerini daha da sertleştirdiğinden, hükümetin dolayısıyla sağın saldırılarına karşı en etkili tavırlar "Demokratik Devrim" yanlılarından geliyordu ve bu da öğrenci gençliğin gözünde tezin kendisinden çok, tezi savunanların çekiciliğini artırıyordu. Böylece sosyalizm ve devrimcilik öğrenci hareketi arasında yayılırken "Demokratik Devrim"cilerin hegemonyası da onunla birlikte yayılmaya başladı.
FKFnin, toplumsal mücadelenin ritmindeki artışın "faşist cunta" ihtimalini artıracağı perspektifiyle, bir aktif savunma odağı oluşturmaktan da ezilenlerin mücadelesine katılmaktan da gittikçe uzaklaşmaya başlaması tabanda FKF yönetimine karşı giderek artan bir muhalefet doğurmaya başladı. Özellikle kitlesel öğrenci demeklerinin yönetiminde bulunan ve öğrenci kitlesinin faaliyetiyle organik bir ilişki içinde bulunan gençlik önderlerinin dile getirdikleri bu muhalefet sonunda Mart 1968'de yapılan FKF kurultayında, TİP bilim kurulunda yer alan ve Sadun Aren çevresinin görüşlerinden yana olduğu sanılan Hukuk Fakültesi asistanı Doğu Perinçek ve ekibi Aybar ve Aren'in de onayıyla merkez yönetimine getirildiler ve Doğu
Perinçek FKF Genel Başkanı oldu. Ancak Kongre'de yaptığı konuşma sırasında Doğu Perinçek'in "Demokratik Devrim" tezine eğilimli olduğunu ortaya koyan ifadeleri TİP yönetimine yanlış adama oynadıklarını göstermişti. Böylece ülkedeki tek yaygın sosyalist . gençlik örgütünün yönetimi TİP yönetiminin denetiminden çıkmış oluyordu.
Dev-Güç
FKF'nin "Demokratik Devrim"cilerin eline geçmesinin ardından Mihri Belli'nin Türk Solu sayfalannda başlattığı "Devrimciler Güçbirliği" (Dev-Güç) oluşturulması çağrısı, "Demokratik Devrimciler"in yamsıra, Kemalistlerin yönetimindeki kuruluşlarca de sempatiyle karşılandı ve önce FKF Dev-Güç'e katıldığını ilan etti. Bu TİP yönetiminin "Demokratik Devrim"cilerden aldığı en büyük stratejik darbe oldu. Bu noktadan sonra FKF tabanında TİP yönetiminin etkisi durmaksızın azalmaya başladı. TMTF, FKF, TÖDMF, TÖS, 27 Mayıs Milli Devrim Derneği, Aşıklar Derneği vb. 29 devrimci kuruluşun öncelikle "irtica"ya karşı güçbirliği yapmasını amaçlayan Devrimci Kuruluşlar Güçbirliği İcra Komitesi başkanlığına eski MBK üyelerinden tabii senatör Kadri Kaplan getirildi. TİP yönetimine göre bir "cunta hazırlığı"ndan başka birşey olmayan ve DİSKin bir tereddüt dönemi geçirdikten sonra temsilci yollamaktan vazgeçtiği Dev-Güç "Demokratik Devrim" kampında büyük bir heyecanla karşılandı. Türk Solu dergisinde Mihri Belli "Ya güçbirliği ya faşizm" sloganını atıyor, Reşat Fuat Baraner, "Güçbirliği Bozguncuları İhanete Gidiyor" başlığıyla yazdığı yazıda TİP yönetimini Dev-Güç'e katılmadıkları için eleştiriyor ve Dr.Hikmet Kıvılcımlı ise, "Güçbirliğinde yan çizen (bilimcil sosyalizm bahanesi ile de olsa) her kişi ve her örgüt ister maskesiz (enayi kafatasçı) ister maskeli (tatlısu kurnazı lop 'toplumcu') olsun finans kapital AJANIDIR...'Hele onlann işi bitiktir'(Lenin)" diyerek, Dev-Güç'e katılmamanın Leninizm açısından kabuledilemezliğini kanıtlamaya girişiyordu. Ancak, Dev-Güç'te "emperyalizme karşı milli cephe"nin kurulmuş olduğunu ilan eden "Demokratik Devrim"ciler, artık sosyalizmin bilgisiyle az çok donanmaya başlamış olan genç yandaşlarının bu cephede "proletaryayı kimin hangi örgütle temsil etmekte olduğu" sorusunu sonuna kadar geçiştirmeye devam edeceklerdi.
Dev-Güç'ün ilk eylemi 29 Nisan'da düzenlenen mitingdi. Bundan sonra da "Demokratik Devrim"ciler Kemalizmin/neo-Kemalizmin tarihindeki dönüm noktası günleri eylem takvimlerinde kırmızı ile işaretlemeye başlayacaklardı. TİP'te Aybar önderliğinin bu mirastan tümüyle kopma eğilimini sosyalizmde işçi sınıfının tarihsel rolünü gittikçe daha çok kavramaya başlayan birçok genç devrimci paylaşıyorduysa da kısmî bilgileriyle olduğu kadar içgüdüleriyle de AP hükümetiyle, faşist hareketle cepheden ve doğrudan mücadele etmeksizin böyle bir kopuşun da başka herhangi bir siyasal ilerlemenin de sağlanamayacağını seziyorlardı. Dolayısıyla bir ölçüde "ordunun bizimle" olduğu inanışından da ileri gelse gericiliğin ve polisin saldırıları karşısında kararlı bir direnme çizgisi izleyen "Demokratik Devrimci"lerin etkin mücadelesi sosyalist mücadeleye atılmaya karar veren gençleri daha çok yanına doğru çekmeye başladı. Saldırılar yoğunlaştıkça, genç sosyalist tipolojisi de değişmeye başladı. Bir önceki dönemde, çok okuyan, çok bilen, doğru sözler eden, büyükleri nezdinde az çok mazbut gençler sosyalist gencin örneğiyken, kavga arttıkça döğüşen, döğüşmeyi bilen, fiziksel olarak güçlü insanlar öne çıkmaya başladılar. Bir yıl içinde "radikal" olmanın ölçüleri inanılmaz bir hızla değişti. Daha 1968 başında "radikal" olmak, "aşırı" olmak" TİP'li olmak ya da sosyalist olmak iken 1968 biterken TİP'li olmak hem teoride hem pratik eylemde geri bir konumda olmak anlamına gelivermişti.
Dev-Güç'ün İstanbul'daki örgütlenme çabaları güçsüz kaldı. Sosyalist gençlik hareketinin İstanbul'daki belkemiğini oluşturan İTÜTB, İTÜTOTB, İFTC, Dev-Güç'ün gerek yapısını ve ilkelerini gerekse mücadele hedeflerini yetersiz bulduklarını açıklayarak katılmayacaklarını bildirdiler. Çünkü, Dev-Güç'ün önderliğini ellerine geçiren Kemalistler açık bir anti-emperyalist çizgi izlemektense hareketin hedeflerini AP hükümeti ile sınırlamaya çalışıyorlardı. Kemalistler ihtilaflar anında anti-komünizm silahına başvurmaktan kaçmmazken "Demokratik Devrimci" önderlik "milli cephe"nin bozulması endişesiyle bu çizgiye karşı eleştirel bir tutum takınmayı sürekli olarak erteliyordu.
Bu dönemde Dev-Güç Ankara'da öğrenci çevrelerini daha çok etkisi altına aldığı halde İstanbul'daki sosyalist öğrenci kitlesi üzerinde FKFnin eski çizgisi etkili olmayı sürdürdü. "Demokratik Devrimciler" FKFdense TMGT ve Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, Nahit Tören, Mustafa Lütfi Kıyıcı, Mustafa Gürkan, Cevat Ercişli gibi sonradan adlan çokça işitilecek gençlerin oluşturduğu küçük ancak çok aktif Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB) çevresinde kümelenmişlerdi.
Mayıs'ta FKF İstanbul Sekreterliği, TÖS İstanbul Şubesi ve öğrenci dernekleri, Dev-Güç'e alternatif bir "NATO'ya Hayır Haftası" düzenlediler. Toplantılar özellikle İstanbul'un kenar semtlerine, gecekondu mahallelerine yöneltildi. Bu çalışmalar sırasında bir yandan da hareketin kendi dinamiğinden gelişen yeni iletişim ve propaganda olanaklan keşfediliyordu. İTÜ öğrencileri "ipek baskı" tekniğiyle basit ancak çarpıcı afişler basmaya başladılar. Devrimci gençlik hareketi içinde "afişleme" diye bilinecek bir eylem ve propaganda yeşermeye başladı. Tiyatroya hevesli gençler "Sokak Tiyatrosu" gruplan kurarak üniversitede ve mahallelerde kendi yazdıkları Brecht esinli oyunlar sergilemeye giriştiler.
Büyük İşgal
27 Mayıs bir bakıma ordu ile üniversitenin eseriydi ve üniversite dendiğinde öğretim üyeleri ve öğrencilerinin tek bir çelişmesiz bütün oluşturdukları ilerici bir yapı imgesi hem egemen çevrelere hem muhalefete hakim gibiydi. Haziran 1968'de neredeyse öğretim yılı bitmişken herhangi bir kitlesel öğrenci hareketini kimse beklemiyordu. Parti'nin teorisyenlerinden İdris Küçükömer'e ve öteki TİP'li akademisyenlere göre Türkiye büyük bir ekonomik ve toplumsal bunalıma girişin sinyallerini veriyordu; bu nedenle sonbaharda işçi sendikalan ile birlikte büyük bir eylem kampanyası başlatılması ve sosyalist öğrencilerin bu hareketin içinde yer alması umuluyordu. Ancak, Mayıs 1968'de Fransa'da patlak veren ve hızla bütün Batı Avrupa'yı dolaşmaya başlayan öğrenci eylemleri bu kılı kırk yaran hesapları şaşırttı. Birikmekte olan bütün çelişkilerin kendilerini nasıl ifade edebileceklerine ilişkin evrensel bir örnek sundu. Öğrenciler ilk kez kendilerine dışsal başka herhangi bir gücün yörüngesinde olmaksızın kendi özeylemlilikleriyle bir şeyler başarabilme olanaklarını tanımaya ve tartışmaya giriştiler.
Gerçi ilk öğrenci boykotu birkaç ay önce başörtü takma meselesi yüzünden İlahiyat Fakültesi'nde başlamıştı ama, itici gücünü akademik düzenle öğrenci kitlesinin talepleri arasındaki dolaysız çelişkiden alan ilk hareket 10 Haziran'da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Celal Kargılı önderliğinde başladı. Buradan hızla Hukuk ve Fen Fakültelerine 12 Haziran'da ise İstanbul Hukuk Fakültesi'ne sıçradı. Önce Üniversite Reformu talebiyle bir boykot biçiminde başlayan hareket Üniversite'nin işgaline dönüştü ve o güne kadar dar bir militanlar çevresinde tanınmakta olan bir genç, kitle hareketinin tutuşturucusu olarak öne fırladı: Deniz Gezmiş.
Gerçekte İstanbul'daki ilk hareket de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ndeki boykotun arkasından İÜTB başkanı Ufuk Şehri önderliğindeki faşistler tarafından başlatılmak istenmiş ve buna karşılık veren olmamıştı ancak boykot hareketinin başlamasını sonbahar girişiminin boşa çıkartılması planı olarak gören FKF bir süre tereddüt ettikten sonra boykota kendi örgütlenmesiyle birlikte girince bir anda bütün İstanbul'daki fakültelerde ve Ankara'da boykot hızla yayılmaya başladı. İstanbul'daki harekete başlangıçta "sağ sol yok boykot var" sloganıyla el koymaya hazırlanan ve bir "işgal komitesi" kuran Kemal Bingöllü önderliğindeki Kürtler'in çoğunlukla yer aldığı FKF İstanbul örgütünü denetim altına alınca işgal komitesi sol ve sosyalist eğilimlerin bir eylembirliği platformuna dönüştü. Ancak o döneme kadar öğrenciler arasında ve öğrenci yurtlannda başlıca dayanışma mekanizması hemşerilikti. Bütün öğrenci örgütleri hemşeri gruplannın denetimindeydi. "Kürtler" FKFnin denetimine girdikten sonra "Demokratik Devrimci"ler de "Lazlar"ı Kemalist Bozkurt Nuhoğlu önderliğinde harekete katmayı başardılar Böylece, İstanbul'un öğrenci yurtlan ve mekanlarındaki bütün küçük iktidar merkezleri kitlesel bir hareketin içinde erimeye başladı. İstanbul Üniversitesi öğrencilerin işgali altına girdi. Bir anda Üniversite'nin Darülfünundan beri süre giden hiyerarşik yapısının çelişmeleri de patlamaya başladı, Prof'larla, ast öğretim görevlileri arasındaki lonca benzeri ilişkilerin doğurduğu çelişmeler günyüzüne çıktı. Öğrencilerin akademik, idari ve gündelik hayata ilişkin talepler ileri sürerek başlattıklan "Üniversite Reformu" için işgal hareketi bir anda ast öğretim görevlilerinin desteğini ve sempatisini de yanına çekti.
Bu girişimin en büyük başarısı, TMCT, TMTF, MTTB gibi devlete bağlı öğrenci kuruluşlarını olduğu kadar, öğrencilerle hiçbir ilişkisi olmayan ve maddi avantajların küçük çeteler arasında el değiştirdiği bürokratik ve gerici resmi öğrenci derneklerinin paramparça edilerek yerine aşağıdan öğrenci kitlesinin doğal önderleri arasından gelen temsilcilerin oluşturdukları özörgütlenmelerin geçmesi oldu. Her fakültede boykot ve işgal komiteleri kuruldu, bütün işgal komiteleri, bir işgal konseyinde merkezileştirildi, hareketin bütünü de hepsi seçimle gelen bir yürütme konseyinin eline verildi. Özel bir savunma gücü oluşturuldu. Üniversite içinde hoparlörle bir haberleşme ve yayın sistemi kurularak öğrenci kitlesine sürekli bir bilgi akımı sağlandı.
27 Mayıs'ın öğrenci hükümet çatışması içinde nasıl DP'yi tarih sahnesinden silmiş olduğunu unutmayan Demirel hükümeti, olaya son derece ihtiyatla yaklaştı; "özerkliği sarsmakta" olduğunu söyleyerek eleştirmekle birlikte "üniversite içi" olarak nitelediği öğrenci hareketine müdahale etmedi. İÜ Rektörü Ord. Prof. Ekrem Şerif Egeli, önce radyoda Abdi İpekçi'nin düzenlediği bir programda İşgal Komiteleri Konseyi temsilcisi ile tartışmayı kabul etti. Birkaç gün sonra da öğrencilerin hazırladığı "Reform Taslağı"m her fakülte düzeyinde işgal komiteleri ile görüşmeyi kabul edince, başladıktan üç hafta sonra işgal kaldırıldı.
İşgal ve boykotlar sosyalist öğrencilerin öğrenciler kitlesi ile organik bağlar kurmalarını sağladı. İçten, dürüst, aydınlık amaçları olan, kararlı ve becerikli insanlar birden yıllardır öğrencilerin üzerinden yönetimle pazarlıklar yapan gangster ve bürokrat "talebe birliği" şeflerini sahneden indirdiler. Sonradan FKF ve Dev-Genç'in önderleri haline gelecek olan ve hâlâ sosyalist hareket içinde aktif bir rol oynamaya devam eden birçok devrimci bu ilk hareketlerin içinden çıktılar. FKF bu hareketle birlikte kitlesel bir karakter kazandı. Ancak bu kitleselleşme hayli kısa sürdü. FKFnin bürokratik ve hantal yapısı, eylemsizliğe alışık önderliği bu kitleyi soğurmayı başaramadı. Parti'nin talimatları olmaksızın hiçbirşey yapmayan inisiyatifsiz önderlik 1968 sonbaharında SSCB'nin Çekoslovakya'yı işgali ertesinde TİP parçalanıp etkisizleşince FKF önderliği yönelimini yitirdi, pusulasız kaldı, büyük bir hızla kitlesiyle birlikte FKF "Demokratik Devrim"cilerin çekim alanına girdi.
Veysi Sarısözen'in yönetimindeki FKF İstanbul Sekreterliği üniversitenin işgali sırasında artırdığı kitle desteği ve edindiği güvenle Temmuz 1968'de Ankara'da toplanan Genel Yönetim Kurulu'nda Doğu Perinçek başkanlığındaki Merkez Yürütme Kurulunu güvensizlik oyu ile düşürülmesinde başı çekti. Aynı günlerde TİP Merkez Haysiyet Divanı, "Demokratik Devrim" görüşünü savunan 67 üyeyi partiden kesin olarak ihraç etmeyi kararlaştırdı. Zülküf Şahin başkanlığındaki yeni FKF yönetimi bir telgrafla Dev-Güç'ten çekildiğini açıkladı. Gerekçe "ara tabaka temsilcilerinin kendi burjuva ideolojilerini kuruluşa egemen kılmak istemeleri" ve "emekçi halkın örgütüne kuşku ile bakmaları" idi; "yapısı kuruluşu ve izlediği politika itibarıyla Dev-Güç Türkiye Sosyalizmi yararına değil"di. Ancak FKF, öte yandan "Milli bağımsızlık için mücadeleyi sosyalizm için mücadele" saydığını, "milli bağımsızlıktan yana anti-emperyalist bütün yasal kuruluş ve güçlerle ortak bir cephe içinde birleşmeyi" amaçladığını belirtiyordu.