Sokaklardaki hareket bitmiyordu yine. Yıl "silahların sustuğu" söylenen 2000'li yılların başları. AKP iktidarının ilk zamanları. Her Newroz'da yine olayların çıktığı, mülki amirlerin kutlamalara izin vermediği, bazı sahil kentlerinin göçe zorlanmış yeni sakinlerine alışamadığı günler. Ama bir yandan da demokratikleşme çabalarının AKP tarafından domine edildiği; Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalışmalarına hız verilen bir dönem. CHP ise o günlerde de aynı hamam, aynı tas.
21 Mart sabahı Mersin'de valinin kalabalık bir kutlama için alan tahsis etmediği Kürtler, kendi mahallelerinin sokaklarında ateşler yakıyor, halay çekiyor, baharın gelişini kutluyordu. Göç ettirildiği topraklarda öğrendiği, yüzlerce yıldır atalarının, dedelerinin yaptığı gibi. Ancak polis mahalle arasındaki küçük çaplı toplanmalara da izin vermeyip sert şekilde müdahale ettiği anda çatışmaların fitili ateşleniyordu. Evlerin içine atılan gaz bombaları, sokaklardaki şiddet görüntüleri, evlerin camlarına indirilen dipçikler, gaz bombalarına, coplara karşılık fırlatılan taşlar...
AKP'nin "O-Hal"i
Haydi AKP hükümeti de Kürtler konusunda diğerlerinden farklı değil, kendinden öncekilerin yolunu takip ediyor diyelim. İktidardaki muhafazakarlar, OHAL'i kaldırıp yenisi ile ikame ederek Türkiye'nin standart Kürt karşıtı politikasının takipçiliğini yapıyor, açılım diye önümüze Guantanamo benzeri fotoğrafları koyuyor. Bunda şaşıracak bir şey yok aslında.
AKP, yıllarca "milli görüş" adı altında hükümet olmanın yollarını arayıp en sonunda kuvvetli bir oyla iktidara gelince ipleri elinden bırakmak istemiyor. Zira partinin aldığı oyun içerisinde sadece İslami kesim değil, içindeki milliyetçilik zehrini atamayan muhafazakarlar ve pek tabii yüzde 1 buçukluk YDH'den bu yana kendisini ifade edecek mecra arayan liberaller de var.
Bu kesimlerin politika anlayışları da birbirine uyuyor zaten. Hala komünizm "tehtidi" ve bölünme korkusu ile yaşayan eski milliyetçiler, özelleştirmeci neoliberaller ve İslamcıların tuhaf ortaklığından mütevellit bir siyasi parti oluşumu değil mi AKP dedikleri? İşkenceler, mahpusluklar, yaşam hakkı ihlalleri ile üzerinden sert bir biçimde geçen 12 Eylül'ün ardından bir türlü kendini toparlayamayan Türkiyeli sosyalistlerin bugün yaşadığı savrulmuşluğun ardından, kendisini "özgürlükçü" AKP'nin kucağında buluveren eski solcular da bugün AKP'nin coplu "icraat ortağı" konumunda. AKP saflarında politika yapan ya da iktidarı gönülden destekleyen, oy veren ahir zaman solcularının iktidarın işçiye yönelik acımasız saldırılarında azımsanmayacak payı var ne yazık ki.
Gaz bombası açılımın neresine düşüyor?
"Açılımlar"ın çıktığı yere, AKP'ye bakınca üç yıl üst üste 1 Mayıs'lar başta İstanbul olmak üzere ülkenin dört bir yanında yaşanan polis saldırılarını nasıl adlandıracağız acaba? Hala bir türlü önlenemeyen işkenceleri, sokak ortasında sivil polislerden aldığı yumruk darbeleri sonucu ölen suçsuz gençleri demokratik açılımın neresine koyacağız? Özelleştirmelere, hak gaspına karşı sesini yükselten işçi sınıfına tazyikli suyu, gaz bombalarını ve kış günü Güven Park'ın buz gibi havuzunu reva gören AKP, ne kadar özgürlükçü olabilir? Kendisini besleyen neo liberal, küreselleşmeci akımın etkisindeki iktidar partisinden bir solcu ne kadar hakkaniyet bekleyebilir? Sınıfa yönelik saldırıların önüne geçmeden gelecek özgürlüğün kime yararı var? Kemalist iktidarların ve militarizmin yıllarca devam eden sola yönelik şiddet içeren politikaları ile AKP'ninkiler arasındaki 7 farkı bulun bakalım... Biri Kemalist diğeri İslamcı iki iktidar türevinin icraatlarından anladığımız, devletin kim tarafından yönetildiğinden bağımsız olarak işçi sınıfına bakışının hiç değişmediğidir. Ezilen sınıfların ve halkların başında Damokles'in kılıcı eskiden olduğu gibi bugün de aynı şiddetle sallanıyor, sallanacak.
İktidara alternatif aranıyor!
Bu arada alternatif arayışları da devam ediyor. Çeşitli sol-sosyalist gruplar kendi üzerindeki ölü toprağını silkelemek için girişimlerde bulunuyor. Ancak, solun da şakülü kaydığından olacak, "oluşturulacak yeni sol hareketin yeniliğini koruması, bunun için öncelikle sınıf temelli söylemlerin bırakılması gerektiğini" söyleyerek yola çıkınca işçinin, emekçinin düş kırıklığı devam edecek demektir. İşçi sınıfının çıkarlarının, örgütlülüğünün, eylemliliğinin ikincil görüldüğü bir hareket ne kadar "sol" sayılabilir? Yeni hareketin bileşenlerinin ifade ettiği gibi "Devrimciler ve reformcuların birlikte mücadele edebileceğine, hatta reformların bazen en büyük devrimler olduğuna" inanarak bir sol hareketin inşası mümkün müdür gerçekten? Haydi devrimcileri anladık da, bugünkü Türkiye koşullarında "reformcular" denilince kimi, kimleri anlayacağız, kim onlar gerçekten?
Bir parti girişimi olarak denenebilir tabii, buna kimse itiraz edemez. Ancak basite indirgemeci, çeşitliliği artırma maksatlı "Özalist" yöntemlerle, işçi sınıfının ötelendiği yeni bir solun inşa edilmesi ne kadar mümkün? Ben bu sorunun yanıtını biliyorum. Ama asıl yanıtı zaman verecek. İngiltere İşçi Partisi örneğindeki gibi olmasın, bu bile yeter...
AKP işçi sınıfından korkuyor
"Sınıfsız sol" arayışlarından tekrar iktidar partisine dönelim. AKP bugün işçi sınıfından, sınıfın özgürlük anlayışından, muhalefetinden, haklarını savunmasından, bunun için sokağa çıkmasından korkuyor. İktidar bu nedenle elinde sopa ve gaz bombası ile dolaşıyor. Gelinen noktada, kafası iyice karışan iktidarın "kelepçeli açılım"ından hayır olmadığı ortada. Bu nedenle işçinin ve bilhassa Kürt halkının siyasi, kültürel ve ekonomik taleplerini dikkate alan, destek veren ve sınıf bilincinin hakim olduğu kitlesel sol siyasete çok ihtiyaç duyulduğunu söylemek yanlış olmaz, tabii militarizmin ve çetelerin gölgesinin olmadığı demokratik bir toplum düzeni de bugün artık bu ülkenin olmazsa olmazları arasında...(MU/EÜ)