Geçtiğimiz cuma günü açıklanan Ergenekon İddianamesi’nde savcılığın güçlü ve ciddi bulgularla vardığı "terör örgütü" iddiası, vahim bir süreçten geçtiğimizin kaygısını anlatan bir özet gibi.
İddianameyi durduğum tarafı ekarte ederek okuyor, içeriğinde bilgilerin doğruluğunu empati yaparak sorgulamaya, anlamaya çalışıyorum. Sayfaları okudukça, yakın tarihe bir yolculuk yapıyormuş hissine kapılıyorum. Geçtiğim her sayfadan anladıklarımı bir başka word sayfasına, sayfa numarasını kaydederek not düşüyor, her yeni bilgide deklanşördeki parmaklarımı yumuşatıyor, enter yapmayı erteliyorum.
Sonraki bilgileri bekliyorum. Sayfalarda ilerledikçe iddianamenin içeriğinde gördüklerim sürekli poz değiştiriyor ama aslı hiç değişmiyor: Darbe beklentisi, darbe ortamı yaratmak, kaos, ulusalcılık, ekonomik kriz, Kemalizm, faşizm, Kürt düşmanlığı…
Telefon görüşmelerindeki laubalilik, ciddiyetsizlik, argo cümleler, ülkedeki soruna el atmalarına karşın çuvalla cahillik ve aymazlık… Bütün bunların örgüsünde deşifre edilmiş, zaman zaman öfkeyle diş gıcırdatan, zaman zaman "kaos olacak darbe olacak, kriz olacak darbe olacak" deyip avuçlarını ovalayan post-modern ortaçağ zihniyeti…
Bilgiler, diyaloglar ve yorumlar tekrara dönüşünce deklanşöre basıyorum. Çektiğim fotoğrafa bakıp, yüreklerine siyah bantlar çekilmiş kişilerin trajikomik diyaloglarına balonlar çiziyorum!
Balonlar nedense turkuaz renginde oluyor. Sonra bir bir patlatmaya başlıyor, her seferinde olduğu gibi en başa, iddianamenin açıklandığı gün, manşetlere spot olan kilit cümleye dönüyorum: Ergenekon örgütünün Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile ilişkisi yok!
Hangi Ergenekon
Gazeteci-yazar Can Dündar geçtiğimiz 28 Temmuz 2008 günü Milliyet’teki köşesinde, Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’ün çağrısı üzerine altı ay önce yaptığı görüşmeyi anlatmış, o görüşmede Savcı Öz’ün, “10 yıl önce örgütün adına, bağlantılarına ulaşmışsınız. Neden devam etmediniz?” sözlerini okurlarıyla paylaşmıştı. Aynı Dündar yazının sonunda, bu sefer savcıyı görmesi halinde, “Örgütün adına, bağlantılarına ulaşmışsınız. Neden derine inmediniz?” sorusunu kendisine soracağını yazıyordu.
Şimdi burada durup bir yurttaş olarak şunu sormak istiyorum:
Dündar’ın Celal Kazdağlı ile birlikte yazdığı “Ergenekon” isimli kitabında anlattıkları gizli örgüt ile Öz’ün hazırladığı iddianamedeki Ergenekon Örgütü aynı örgüt mü?
Bence hayır!
Çünkü;
- Savcı Zekeriya Öz’e göre, buldukları bağlantılarına rağmen derine inemeyen Can Dündar ve Celal Kazdağlı’nın anlattığı Ergenekon, sırtını Nato’ya, oradan Pentagon’a dayıyor, soğuk savaş döneminden kalma bir yapıyı, Gladio’yu anlatıyordu. Can Dündar’a göre bulduğu bağlantılara rağmen derine inemeyen Savcı Zekeriya öz’ün anlattığı Ergenekon ise NATO ve ABD karşıtı izlenimini vermekle birlikte daha çok belli bir grubun çıkarını gözetiyor.
- Can Dündar ve Celal Kazdağlı’nın anlattığı Ergenekon, faal, devlet içerisinde başka bir devlet olarak yuvalandırılmış, ilişkileri sır gibi saklanan yasadışı bir kontrgerilla örgütlenmesiydi. Savcı Zekeriya Öz’ün anlattığı Ergenekon ise emekli kontrgerilla üyeleriyle bunlara gönül vermiş, ulusalcı, Kemalist ve faşist kişilerden oluşuyor.
- Can Dündar ve Celal Kazdağlı’ın anlattığı Ergenekon profesyoneldi. Savcı Zekeriya Öz’ün anlattığı ise acemi denilecek bir girişim.
- Can Dündar ve Celal Kazdağlı’nın anlattığı Ergenekon, devletin ali çıkarlarını her şeyin üstünde tutuyordu. Savcı Zekeriya Öz’ün anlattığı Ergenekon ise sadece ve sadece Çankaya’nın Kemalistlere bırakılmasını, AKP’nin bir daha başa gelmeyecek şekilde iktidardan düşürülmesini, iki genel seçim zaferiyle çıkan partiyi ancak askerin devirebileceği savını baş tacı ediyor.
- Can Dündar ile Celal Kazdağlı’nın anlattıkları Ergenekon, kolları ahtapot gibi ülkeyi saran merkezi ana bir yapıydı. Savcı Zekeriya Öz’ün anlattığı Ergenekon ise bu merkezi ana yapının dışında kalmış, ahtapotun can çekişen kesilmiş kanlı bir kolu gibi duruyor.
- Can Dündar ile Celal Kazdağlı’nın anlattıkları Ergenekon’da Veli Küçük devlet görevlisiydi ve faaldi. Susurluk’a rağmen dokunulmamıştı. Savcı Zekeriya Öz’ün anlattığı Ergenekon ise Veli Küçük emekliydi. Dokunuldu!
Bu ayrıma inanan herkes yüksek sesle şu soruları sormalıdır:
- Savcı Zekeriya Öz’ün iddianamesinde geçen Ergenekon neden bize derin devlet diye sunuluyor?
- Eğer Ergenekon Örgütü bir derin devlet oluşumu ise neden TSK, MİT ve benzeri kurumlarda görev yapan devletin hiçbir görevlisi sanık değil?
- Zekeriya Öz’ün anlattığı Ergenekon Terör Örgütü’nü derin devlet olduğu görüşünü savunanlar ve buna inananlar, Türkiye’de bir daha Vedat Aydın cinayetiyle gündeme gelen 1991’den sonra artan faili meçhul cinayetlerin olmayacağı garantisini verebilirler mi?
- Ve aynı Ergenekon Terör Örgütü ile devletin çetelerden arındığına inananlar bu davadan sonra ülkenin hızla demokratikleşeceği garantisini de verebilirler mi?
- Kimi kandırıyorsunuz?
Hayır!
Bunların hiçbiri inandırıcı değil
Asıl kontrgerilla örgütü olan Ergenekon yerli yerinde duruyor. İddianamede hiçbir resmi görevlinin olmaması bu kuşkuyu canlı tutmamıza yetiyor, artıyor bile. Keza, Ergenekon Örgütü diye isimlendiren çete, devletin içinde vakumla çekilip alınmadı. Bilakis, bir dönem devletle çalışmış, devletin içinde görev yapmış ve emekli olmuş kişilerden oluşuyor. Yani bunlar dışarıdaki bir suç örgütüydü. Kısaca, geçmişinde hukuk dışı eylemlere imza koyan, gizli ve devletin içinde yuvalandırılan, korunan, dönemine göre yapılandırılan, konsept belirleyen asli derin yapıya karışılmıyor!
Buna düşünceye biat edilerek, geçmişte derin devletin fail olduğu emarelerini taşıyan birçok katliam ve cinayet bugün ki Ergenekon Örgütü’ne mal ediliyor. Gazi, Sivas, Maraş, Çorum ve benzeri katliamları bu çetenin yaptığı iddia ediliyor.
Bu çok kirli bir manevra!
Bu çok kirli manevrayla devletin derinliği temize çekilirken, aydınlık ve demokratik bir Türkiye özlemi çeken bizlere de devlet içinde yuvalanmış çetelerle mücadele ediliyor, devlet artık derin değil mesajı veriliyor!
Asli ve gerçek olan derin devlet çeteleri ise faal ve işlerini yapmayı sürdürüyor!
Asli ve gerçek olan devlet içerisindeki kontrgerilla çetesine müdahale edilemiyor!
Buna cesaret edilemiyor!
Son bombaların patladığı Menderes Çıkmazı’na (bu sokakta bombaların patlatılması da enteresan. Sokak ismine bakar mısınız: Menderes Çıkmazı!) yollanan AKP, haklı olarak, kendisine muhalif olan yasadışı bir yapılandırmayı deşifre etti. Yargı da görevini layıkıyla yerine getiriyor.
Ancak aynı AKP;
1 Mayıs 1977’deki derin devlet için sessiz!
Vedat Aydın cinayetindeki derin devlet için sessiz!
Özgür Ülke gazetesini bombalayan derin devlet için sessiz!
Eşref Bitlis cinayetindeki derin devlet için sessiz!
Yakılan Kürt köyleri için sessiz!
Aynı AKP darbe önergeleri için sessiz!
Aslında, ne Savcı Zekeriya Öz’ün ne de Can Dündar’ın topu birbirlerine atmasına gerek yok.
Daha fazla derine inmenize de gerek yok. Burada yargı ve medya mensupları saha kenarında topla çalışan futbolcular gibi duruyor. Oysa asıl top hala sahada ve maç devam ediyor!
Derin devlet denilen oluşum hiçbir zaman derinlerde olmadı, hep yüzeydeydi!
Yani;
Derin devlet Ferhat Tepe, Cengiz Altun, Musa Anter, Hüseyin Deniz cinayetlerinde;
Derin devlet Güçlükonak katliamında;
Derin devlet Albay Rıdvan Özden cinayetinde;
Derin devlet Cumartesi Anneleri’nin eylemlerine neden olan gözaltında işkencelerde, kayıplarda, ölümlerde;
Derin devlet, Ulucanlar ve Diyarbakır cezaevlerinde uygulanan katliamlarda;
Derin devlet, Gazi’de;
Derin devlet Ahmet Taner Kışlalı cinayetinde;
Derin devlet Uğur Kaymaz cinayetinde;
Derin devlet, futbol kulüplerinin şeref tribünlerinde…
Uzaklarda aramayın, derin devlet Ankara’da!
Son söz;
Artık, sığ da olsa devletimi şeffaf istiyorum!
Bu benim en temel vatandaşlık hakkım!
Ve sabah kapım çalındığında gönül rahatlığıyla “sütçüdür” demek istiyorum.
Bu mümkün mü, tarafsız medya, bağımsız yargı, yüce meclis ve ey insanlar!(FA/EÜ)
* Faruk Arhan, gazeteci