Sevgili Margarita,
Dün, seni, kızların Eleni, Hristina ve İlyada'yı ve henüz iki yaşındaki torunun Lukas'ı gömdük. 35 yıl sonra bir mezarınız olacak artık. Kilise tıklım tıklımdı Margarita, tanıdıkların 35 yıl daha yaşlıydı. Sizi buldukları o ölüm çukurunda 17 kişi 1974'ten beri hep beraber yatıyordunuz.
Tabutlarınızı askerler taşıdı içeriye. Size “şehit” deniyor çünkü. Bunu izlemek içime dokundu. Sizi alan, dünyayı mahveden savaşlara hizmet eden bir kurum, yasımızı bile sivil yaşamamıza izin vermiyor. Politikacılar konuştu cenazenizde. Neler yaşadığınızı gazete sayfalarından okuduk bir miktar. Bütün bunlara küçücük yaşta tanık olan oğlun da anlattı kilisede. İçinde düşmanlık taşımayan pırıl pırıl bir insan... Bunları yazmak zor Margarita. Size tecavüz edilişini, kurşuna dizilmenizi. Ben en arkadaydım törende... Gözyaşlarım durmuyordu. Yanımda Katherina vardı; ağlayan bir melek gibi... Kalabalığın arasında Gülay, Aydın, Maria, Magda... Hepimiz oradaydık. Sizin kemiklerinizin bulunmasına yardımcı olan gazeteci arkadaşımız Sevgül de oradaydı tabii. Ailenin geri kalanı ona minnet dolu bakışlarla bakıyordu. Sadece bu biraz teselli oldu bize. Bir Kıbrıslıtürk kadın gazetecinin bulunmanıza vesile olması... Geçen hafta aramıştı beni:” 8 Mart'ta cenazeleri kalkacak; kadınlar olarak hep birlikte orada olalım” diye. “Onun adı Margarita (Papatya)” demişti. “Papatyalarımızla gidelim oraya.”
Margarita, ne desem bilemiyorum. Küçükken sizi böyle kıyan bu savaşa “barış” dememizi istemişlerdi bizden. Bunun sevinçli bir olay olduğunu söylemişlerdi. 35 yıldır ülkemiz ikiye bölündü Margarita. Siz böyle korkunç bir biçimde bu dünyadan gideli beri çok çirkinlikler yaşandı. Cenazede yaşlı bir adam vardı. Çığlıklar atıyordu. Tabutların yanına gitmek istiyordu ama engel oluyorlardı ona. Çığlıkları, söyledikleri içimizi parçaladı... Şimdi bunları yazmak istemiyorum. Belleğimdeki o görüntü gözyaşlarımı geri çağırıyor durmadan.
Siz giderken tabutlarınızı teker teker okşadı bir kadın. Yıllar sonra da olsa sizlere veda edebildi sevdikleriniz.
Cenazeden sonra Oroklini köyüne gittik ve kaybolan bir otobüs dolusu Kıbrıslıtürk erkeğin bulunduğu yere bir zeytin ağacı diktik. Köylüler bu katliamı yapanları biliyorlarmış. “Birisine araba çarptı. Öbürü de bir tankerin yanında alev aldı” dediler.
Sonra Muratağa katliamında bütün ailesini kaybeden Hüseyin Akansoy konuştu. Kıbrıs'ta yaşanan katliamların belki de en korkuncunda bütün ailesini yitiren güzeller güzeli bir insan... İçinde kin, düşmanlık, intikam olmayan bir insan. Kıbrıslırumlara hikayesini anlattı. Onun acısı için Rumca gözyaşları döktü salondakiler. O kadar acının içinde düşündüm ki aslında biz bu ülkede ne güzel insanlarız. O katliamları yapanlar ve onları destekleyenler toplumun yüzde bir bile değil. İşte Hüseyin, bütün ailesini yitirmiş. Ama salondaki Mihalis onu sımsıkı kucaklıyor ve beraber ağlıyorlar.
Benim de birşeyler söylememi istediler: “Bütün bu acılara rağmen burada olumlu birşey görüyorum. Biz birbirimizin acısını ta içimizde hisseden insanlarız. Kendi toplumuzdan birilerinin katlettiği diğer toplumdan kurbanlar için hep beraber ağlıyoruz. Biz barışı kurmaya, ülkeyi birleşirmeye kadir insanlarız.” dedim.
Toplantının sonunda bir kadın geldi yanıma ve “Ben de sana kayıp oğlumun fotoğrafını göstereyim” dedi. Margarita, bir bilsen ne acı! 35 yıldır yasını tamamlayamamış bir anne... “Hayatta tek dileğim: Ben ölmeden oğlumun kemikleri bulunsun ve ona bir mezar yapıp üstüne bir istavroz dikeyim” diye inledi ve birbirimize sarılıp ağladık.
Senin, kızlarının, minicik torununun sonunda bir mezarı var Margarita. Sevdikleriniz için küçük bir avuntu. “Hoşçakal” diyebilmek bile geride kalanlar için bir tesellidir bu dünyada. Hoşçakal Margarita!(NY/EÜ)
* Neşe Yaşın'ın yazısı 15 Mart tarihli Birgün gazetesinde yayınlandı.