Yunanistan’da altı gündür gençler ayakta.
Perşembe günü bir tür “normalleşme” beklenirken lise ve ortaokul öğrencileri Atina’nın dört bir köşesinde hâlâ karakolları kuşatıyor ve polisle çatışıyordu.
Hemen herkes bu şaşırtıcı radikalizmin nedenlerini sorguluyor, yerli (yani Yunan) ve yabancı basın yayın organları bu “patlamanın” nedenlerini soruyor.
Fransız Liberation gazetesinde yer alan bir yorumda Yunanistan’da olup bitenlerin “egzotik” bir fenomen olarak değerlendirilmesine karşı çıkılıyor ve aslında olup bitenin gayet “Avrupai” bir hadise olduğu haklı olarak vurgulanıyordu.
Çünkü geçtiğimiz günlerde Batılı birçok basın yayın organında eylemlerin bitmek bilmemesi ve istikrarsızlık, “yetersiz” modernleşmeye ya da “eksik” Avrupalılaşmaya bağlanabilmişti pekâlâ.
Financial Times her fırsatta olduğu gibi yine o büyülü kelimeyi kullanıyor ve "Yunanistan daha fazla 'reform' yapmazsa Bulgaristan ya da Romanya’nın gerisinde kalabilir" diyor.
Eylemleri “reform” eksikliğine (yani daha fazla özelleştirme ya da esnekleştirme olmamasına), yani bir tür “geriliğe” bağlıyor böylece.
BBC’de Osmanlı’dan bugüne direniş ruhundan bahsedip ulusal karakter tahlillerine girişmişti.
Times ise Yunanlıların antikiteden bugüne “siyasal şiddete” düşkünlüğünden dem vuruyor.
Yerli ve yabancı birçok basın yayın organında vurgulanan bir başka tema da eylemcilerin “vandalizmi”, “akıl dışı” ve “ideolojisiz” eylemleri elbette.
Aşağıdakilerin gündelik hayat rutinini sarsan eylemlerinin geri kalmış (daha kibar deyimle “eksik modernleşmiş” ya da “yeterli reform yapamamış”), cahil, akıl dışı kara kalabalıkların eylemleri olarak temsil edilişinin tarihinin çok eski olduğu malumdur herhalde.
Dahası kolektif bir biçimde “eyleyenlerin” bir “sürü” misali hareket ettikleri fikrinin ardında, en azından Gustave Le Bon’un “kitle psikolojisi” çalışmalarından başlayan ciddi bir teorik gelenek de vardır.
Uzatmayalım, Yunanistan’ı saran öfke selini akılsız, apolitik ve şiddet düşkünü “bir kısım” gençlerin cüretine yormak aslında benzer durumda “düzen partisi” taraftarlarının her daim başvurduğu kadim bir strateji.
Yerli (bu sefer Türkiye) basında da “kara kalabalıklar” temalı benzer yorumlara da sıklıkla rastlanıyor olması da şaşırtıcı değil.
Zaten bizde Le Bon ve eserleri eskiden beri revaçtaydı. Şaşırtıcı olan, Herkül Millas’ın eylemlerin nedenleri hakkında Zaman gazetesinde yer alan yorumuydu.
Millas, bilindiği gibi, tarih ve edebiyat alanındaki çalışmalarıyla Türkiyeli okur kamuoyunun Yunanistan’ı ve Yunan “kimliğini” daha yakından tanıyıp anlamasında hayli emeği geçmiş bir insan.
Bu yüzden Zaman’da yazdıkları açıkçası daha bir acıtıcı.
Söz konusu yazı toplumsal eylem ve hareketleri irrasyonel bir patlama ve bu anlamda da bir “tehdit” olarak algılayan elitist bakışın tipik bir örneği olduğundan dikkati hak ediyor maalesef.
Yazı, “Bir polis, bir nümayiş sırasında çocuk yaşta bir genci ateş ederek öldürünce” diye başlıyor ve başlar başlamaz da insan afallayıp kalıyor.
Yazı 11 Aralık Perşembe tarihini taşıyor. Dolayısıyla Millas, cinayeti işleyen polisin savunmasında yer alan söz konusu “nümayiş” senaryosunun artık kimseyi ikna etmediğini bilmiyor olamaz.
Televizyonda, radyolarda, gazetelerde onca şey söylenmiş, yazılmış ve çizilmişken hele…
Devam edelim.
Yazar olaylara dair mevcut izah biçimlerini yetersiz buluyor ve bunların çok yönlü ve eskiye dayanan nedenleri olduğunu vurguluyor.
Yunanistan’da cuntadan demokrasiye geçiş sürecini özetliyor ve bu süreçte önemli siyasal ve sosyal kazanımların olduğunu belirtiyor.
Buraya kadar bir sorun yok elbette. Hemen sonra Millas bu olumlu gelişmelerin sonraki dönemde “aşırılıklara vardığını" belirtiyor.
Yani, “Toplu yürütülen her hareket fetişe dönüştürüldü. Bu konuda sınırlama kalmadı. ‘Halk hareketlerine’ karşı çıkmak ‘cuntacı’ ve antidemokratik tutum sayıldı.”
Sonra örneklere geçiyor Millas ve bugün Atina’da isteyen herkesin istediği yerde eylem yapabileceğini söylüyor ve bunun sonucunda da “Pankartlarını yolun ortasına açanlar trafiği kesip kentleri felç edebiliyor” diyor.
Yazının buralarında doğrusu gözlerime inanamayıp ister istemez başa döndüm.
Şimdi bu “trafiği kesip kenti felç eden” göstericiler ve böylece sıradan vatandaşın huzurunu bozan şımarık protestocular muhabbeti insanın kulağına çok tanıdık geliyor gerçekten.
Bu arada bir kenti felç edenler trafiği kesen eylemciler değil trafiğin kendisidir diye düşünmeye kalkıyorum ama Millas hemen daha derin sulara açılıyor:
“Hiçbir hükümet zor kullanıp yolları açmayı denemek bile istememektedir.”
Denemeli mi, denesin mi, polis mesela şiddet kullanarak müdahale mi etsin? Açıkça yazsanız…
Akabinde Millas polisin üniversiteye giremediğinden şikâyet ediyor. Evet gerçekten ediyor. Bu nedenle düzen sağlanamıyormuş, üniversite binaları basılıp yağmalanıyor, ateşe veriliyormuş.
Okuyan, Yunan üniversitelerini Irak ya da Afganistan sanacak.
Evet, Yunan üniversitelerine polis giremez.
Cuntanın devrilmesine giden yolu açan Politeknik direnişinin ve öğrenci eylemlerinin anısı, üniversiteye polisin girmesini engelleyen bir düzenlemeye yol açmış ve bu kazanım öğrenci hareketince de daima kıskançça savunulmuştur.
Elbette ülkede sağ daima bu kazanıma saldırır ve üniversitenin bir suç merkezi haline geldiğine dair Gomorra filminin senaryo yazarının dudağını uçuklatacak hikâyeler anlatır ve kolluk kuvvetlerini göreve çağırır, tıpkı Millas gibi.
Sonra lise ve ortaokul öğrencilerinin okul işgallerinde bahsediyor Millas.
Öğrenciler “kantindeki börek taze değildir” diye işgale çıkabiliyorlarmış mesela (“akıl dışı kalabalıklar” yani).
Millas sonra “Bu kaosa çekidüzen vermeye kalkışanlara karşı çıkanlar pek çoktur” diye hayıflanıyor:
“Çünkü birçok kesim bu durumdan feyiz almaktadır. Gençler, isyankâr yaşlarının zevkini çıkarmakta, öğretmenler daha az çalışmakta, hiç kimse sınıfta kalmadığı için anne ve babalar rahatsız olmamakta, politikacılar ise seçmenlerini ‘cuntacı baskılarla’ küstürmemektedirler.”
Herkesin keyfi yerinde yani, vur patlasın çal oynasın. Yunanlılar bir ehl-i keyif rejimi icat etmişler de bizim haberimiz yokmuş.
Ama durum o kadar da parlak değilmiş galiba çünkü anlaşılan bu durumun tehlikeli neticeleri de var.
Bakın ne diyor Millas:
“Ama bu arada yanlış ve zararlı mesajlar almış olan genç bir kuşak yaratılmaktadır. Bu genç kuşak sınır nedir öğrenmemiştir.”
Bir tür bitmek bilmeyen yazının bir başka kısmında Millas huzursuzluğun altında yatan bazı sosyal, siyasi ve ekonomik nedenlere de şöyle bir değiniyor hızla ve “ama huzursuzluğun demokratik yöntemlerle değil de bu tür terör eylemleriyle dile getirilmesi uzun süren bir eğitim pratiğinin sonucudur” diye ekliyor.
Yoruldunuz farkındayım ama son alıntıya bir geri dönün: “Terör eylemleri” mi?
Böyle bir terminolojiyi hükümet dahil Yunanistan’da kullanma cüretini kimse gösteremedi neyse ki.
Sanırım Millas Yunanistan’da eylemler hakkında yazarken “terör eylemi” ifadesini kullanmaktan imtina edecektir.
Bunun “maksadını aşan bir ifade” olduğunu umalım.
Vitrinlere değil gökyüzüne bak!
Yazı “nihayet” eylemcilerin şiddet tutkusu ve apolitikliği üzerine malum teranenin ısıtılıp bir kez daha servis edilmesiyle nihayet buluyor.
Demokrasinin sınırları, aşırılıklar, “vatandaşı” mağdur eden eylemciler, haklarını istismar eden gençler, yanlış ve zararlı fikirlere kapılan gençler, sınır nedir bilmeyen gençler vs. vs. Bir tek “örgütün ağına düşen gençler” muhabbeti eksik.
Ertürk Yöndem’li “Anadolu’dan Görünüm” geliyor insanın aklına ister istemez.
Bu satırları yazarken Komotini, yani nam-ı diğer Gümülcine’de aşırı sağcıların “mağdur olan sıradan vatandaş” görünümünde eylem yapan üniversite öğrencilerine saldırdığı haberi geliyordu.
Bir de aklıma Atina’nın merkezi bir caddesinde bir mağaza vitrinine “zararlı fikirlerin etkisindeki” gençlerin yazdığı slogan geldi: “Vitrinlere değil gökyüzüne bak!”(FB/EZÖ)