Günlerdir sevinçler deriyorum.
Emeğin değerinin bilindiğini, hakkının verildiğini görmek, insanın bam başka duygularla donanmasına fazlasıyla yetiyor.
O zaman akıl ve yürek dinginleşiyor; yapılan işlerden alınan zevk ve üretkenlik de bir başka oluyor.
Demir parmaklıklar ve beton duvarlara inat, müthiş bir enerjiyle donanıyorsunuz, adeta pil yutmuş gibi oluyorsunuz.
Dedim ya…
Günlerdir sevinçler deriyorum…
Keyifle havalandırmayı adımlayıp; yatakhanenin merdivenlerini çifter çifter tırmanıyorum.
Ve sık sık beni mutlu etmek, yüzümü güldürmek için uğraşıp, didinen birini hatırlayıp, yanağına bir öpücük konduruyorum.
Ki, o da mutlu olsun, tıpkı benim gibi emeğinin değerini bilindiğini hissedip, sevinsin diye!
Yaşayarak öğrendim ki:
İnsan mapusta olunca sevdikleri de bir şekilde tutsak oluyorlar.
Ancak bu tutsaklığı kimin ne kadar yaşadığı ilişkilere, koşullarla göre değişse de.
İllaki bir ya da birileri bu tutsaklığı çok daha derin hissedip, yaşıyor.
Bu kişiler bazen anne-babadır, bazen sevgili, bazen evlat, bazen abla abi ya da kardeştir, bazen bir dosttur, arkadaştır, yoldaştır…
Tutuklandığımdan beri ailem de, çok özel dostlarım, arkadaşlarım, hatta bazı tanıdıklarım bile hakikaten çok ilgili oldular benimle.
Bu bakımdan kendimi çok şanslı sayıyorum.
Ama içlerinden biri var ki!
Hakikaten ona dair ne yazsam, ne desem gerçeklerin yanında hafif kalır.
Aramızda beş yaş olmasına rağmen, kendimi bildim bileli ona hep adıyla hitap ettim.
Çocukken küçük olmanın bütün avantajlarını tepe tepe kullandığımı daha dün yaşamışız gibi anımsıyorum.
Bu yetmezmiş gibi, bir de her sıkıştığımda “anneee” diye bağırıp, annemi yardıma çağırmaktan da hiç tereddüt etmezdim.
Ne yaparsam yapayım, o hep affeden, görmezden gelen olmuştur.
Çünkü ben evin küçüğüydüm ve o benim ablamdı.
Beni sevmeli ve korumalıydı hep!
Kızıp sinirlendiğinde aramızdaki beş yaşa rağmen “kaba kuvvet” kullanmaya yeltendiğim zamanlarda bile.
Elini kaldırıp ben incittiğine, ağır bir laf ettiğine hiç rastlamadım.
Sonra okul, yaşam tercihleri derken araya giren uzun ayrılıklar olsa da…
Onun zor zamanlarında yanında olmayı başaramasam da…
Her karşılaştığımızda tıpkı çocukluk, ergenlik günlerimizdeki gibi sım sıcak karşılamıştır beni.
2006 Eylül’ünde tutuklandığımızda onun da tutsaklığı başladı.
Ben de ömrüm de onu her daim yanıbaşımızda bulduk.
Ömrünü hasretmek denir ya!
O da aynen öyle, ömrünü bana, bize hasretti dersem kesinlikle abartmış olmam.
Hiç tereddütsüz hem bizimle, hem de Akocan’la ilgilendi.
Akocan’a benim babasının yapmadığı, yapamadığı şeylerde dâhil olmak üzere, bizim yokluğumuzu hissettirmemek için elinden geleni yaptı.
Duruşma günlerinde yaşadığı gerilimi…
Şayet İstanbul’a gelememişse, o gün akşamı zor ettiğini çok iyi biliyorum.
Her telefon ettiğimde, elinde kâğıt kalem isteklerimi not edip, vermesi gereken bilgileri aktardıktan sonra sohbete başlıyor.
Anlayacağınız yapılmasını istediğiniz her hangi bir şey sadece bir kez söylemeniz/istemeniz yeterli.
Sonradan kendi kendinize “acaba yaptı mı, unutmuş olabilir mi?” diye sorup, kesinlikle telaşlanıp, tasalanmazsınız!
Üstelik isteklerimi yerine getirirken unutup atladığım şeyleri de bulup hallediyor olmasını kesinlikle atlamamalıyım.
Hani insan mapusa düştüğünde dışarıda birinin onun eli, ayağı, gözü kulağı ve sesi olması gerekir ya!
Onun bu duyarlılığı sadece bana karşı değil!
Birlikte kaldığım ya da mektup arkadaşlarımla ilgili de aynı duyarlılığı hassasiyeti gösteriyor.
Ve şu an “o olmasaydı bu mapus damında neler eksik kalırdı” sorusunu yanıtlamaya çalışsam…
Hapishanede yaşayacaklarım bir yana.
Emin olun kocaman bir liste çıkardı ortaya.
Canım ablamın, Şengül’ümün bu duyarlılığını hassasiyetini gören koğuşdaşlarımla ve bazı mektup arkadaşlarımla:
“Her mahpusa bir Şengül abla lazım!” sonucuna ulaştık.
Ve bu Ağustos sıcağında paylaşmak istedim.
İyi ki varsın canım.
Seni çok seviyorum.
* * *
Güzel bir haberle bitireyim mi yazımı?
Belge Yayınlarından “Kadın Önderleşmesinde Rosa Luxemburg” adlı kitabım çıktı.
İlgi gösterip okuyacağınızı ve değerlendirmelerinizi benimle paylaşacağınızı umut ediyorum.
Sevgiyle kalın… (FE/HK)
* Füsun Erdoğan, 3 Ağustos 2013, Gebze Kadın Kapalı Cezaevi