Gökyüzünü griye boyayan bulutların arasında görmeye çalıştığım güneş, yenidünyanın altında başını yapraklar arasından azıcık uzatan kaplumbağam Don Piedro, her sabah ceviz ağacında öten yaşlı saksağan, soğuklara sevinip duran neşeli kara cikla, söyleyin bana, gerek var mıydı tüm bunlara?
Tüm bunlara gerek var mıydı?
Bunca acımasızlığa? Bunca kan ve gözyaşına?
Bir avuç toprak, bir kerpiç ev için birbirimizi kırmamıza?
Bir karış toprak için didişmeye?
Bir çocuk kırmızı bir bisiklet bırakmıştı Kaymaklı'da ve onu kilitlemişti ve anahtarını 52 yaşında hala saklıyordu... Düşleriydi sakladığı, kaybettiği masumiyet, kana bulanmış bu topraklarda boğazına takılıp kaldığı, yutkunmakta zorlandığı o acı tat...
Savaş denen o acı tattı kalan geriye, savaşın yok ettiği çocukluk, gençlik düşleri... Üç tekerlekli bir bisiklet, bir sevimli ayıcık, içi yasemin örnekleriyle işlenmiş bembeyaz çarşafların doldurulduğu ninelerden kalma bir kara sandık... Leymosun'da bir evin anahtarı -ki kilitlenmişti kapısı... Larnaka'dan deniz kokusu, bir parça bulutçuk, Maraş'ta amcamın deniz kabukları -ki yere gömmüştü ömür boyu biriktirdiklerini çünkü gerçek bir dalgıçtı o, ahtapot avcısıydı...
Maraş'ın deniz kokularına karışan zambak kokuları... Maraş teyzemin yaptığı bademli kurabiyelerdi, üstüne toz şeker serperdi, ağzımda dağılır ve erirdi, badem tadı kalırdı damaklarımda... Hoş bir rayiha...
Tüm bunlara gerek var mıydı?
İnsan olabilseydik anlayabilseydik birbirimizi, damarlarımızda ne tür kan aktığına bakmasaydık gecenin bir yarısında köy basıp kent basıp yakmasaydık yıkmasaydık, ateşe vermeseydik dükkanları sahibi Türktür ya da Rumdur diye...
Savaş hiçbir şeydir
Vurup öldürmeseydik... Türktür ya da Rumdur diye çekmeseydik tetiği... Solcudur, komünisttir diye pusuya düşürmeseydik... Karılarına toplu tecavüz uygulamasaydık... Şimdi bu memleket farklı olmaz mıydı?
Korku dolu çocuk gözleri, bölünmüş uykular, göçmenlik, çadırlar, sığınılacak bir akraba yanı, bir evden ancak "en değerli" eşyayı yani "fotoğrafları" yani "anıları" toparlayıp bilinmeyene, köklerini söküp zorla, silah zoruyla, savaş zoruyla bilinmedik bir yere yolculuktu savaş...
Savaş hiçbir şeydi ve her şeydi: Susuz kalmış erik ağacı, yeni ekilmiş ve terkedilmiş, büyüyüp büyümediği merak edilen o zeytin fidancığı... Savaş geride kalan komşular, dostlar, akrabalar çünkü her biri bir başka coğrafyaya dağılıverdi ve hiçbir şey asla eskisi gibi olmadı...
Ne Glafkos bulabildi Yılan Adası'ndaki orfolarını, ne Filiz kaldırıp atabildi Leymosun'daki evinin anahtarını... Hiçbir orfo Yılan Adası'ndaki kadar güzel olamazdı, asla Girne kıyılarındaki gibi seyahat edemezdi motorsuz bir yelkenli ve Glafkos bana anılarını anlatırken hep oradaydı, asla göç edememişti çünkü, zorla sökülüp atılmış olsa da...
Kuzenim Naciye'ye ki Karakumlarda buldu kendini bulup sormalıyım Leymosun'dan kalanları... Çiftliklerde doğan güneşin pırıltısını, komşusu Angelika'yla sabah kahvelerini, bahçedeki inatçı keçilerini, kırmızı karanfillerini... Amcamın evinde geçirirdim tatilimi, Naciye bize krem karamel yapardı, Duriye ninenin bahçesinde havuza bakmaya giderdik, Süleyman abimizdi, inekleri sağardı, onu izlerdik... Çiftliklerde cümbeze tırmanır, o kocaman ağacın dev gölgesinde ninesinin adı verilmiş Duriye'yle oynardık...
Tüm bunlara ne gerek vardı? Ne gerek vardı birbirimizi kırmamıza, üzmemize? Paylaşamadığımız neydi?
Kim ne kazandı?
Şimdi bu bölünmüş başkentte, sonunda barikat olan bu çıkmaz sokakta oturup ağlıyorum 12 Aralık, olmadı 28 Şubat, bugün yeni bir tarih ortaya atılıyor 16 Nisan... Tarihlerden usandım, deadline'lardan, insanımızın umutla umutsuzluk arasında dalgalanıp durmasından, edilen telefonlardan, "kesin bir güvence" bekleyenlerden...
Tüm bunlardan usandım, sıkıldım... Havadaki şiddet yüklü enerjiden usandım...
44 yaşındayım, huzur istiyorum artık... Oğlumu kucakladığımda onun da yaşadıklarımızın fotokopisini yaşamayacağından emin olmak istiyorum... Artık Kıbrıs sorununun dışında başka şeylere de zaman ayırmak istiyorum: Paslanan Fransızcama çalışmak, Nilgün'ün stüdyosuna girip elimi karakalemde denemek, onun dans grubuna katılıp biraz Tango öğrenmek...
Bitsin artık diyorum... Yoruldum çünkü... 44 yıllık yaşamımın bu çatışma içinde geçmesinden, tehditlerden, huzursuzluktan, belirsizlikten yoruldum...
Tüm bunlara değer miydi diye soruyorum... Kim ne kazandı ki? Hepimiz kaybettik bu savaşı her şey kocaman bir aldatmacadan başka bir şey değildi...
Yüreklerimizde derin yaralardan başka hiçbir şey kalmadı geriye...(NK/BB)
* Vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.