Bu yıl altıncısı düzenlenen Uluslararası Antalya Tiyatro Festivali 27 Mayıs akşamı Norveçli tiyatro topluluğu Grusomhetens Teater tarafından sahnelenen Henrik Ibsen’in Dağ Kuşu (Fjeldfuglen) adlı oyunuyla sona erdi.
Antalya Devlet Tiyatrosu Müdürü Selim Gürata tarafından bu yıl ‘kalite ödülü’ aldığı açıklanan ve seneye daha iddialı bir programla seyircileri selamlama sözü veren festivalin kapanış oyunu olan “Dağ Kuşu” pek çok açıdan incelemeye değer ilkleri içinde barındıran bir yapıt.
Ibsen’in 1859 yılında Brand ve Peer Gynt öncesinde kaleme aldığı bu eser bir opera librettosu. Ne var ki Ibsen’in bu ilk ve tek librettosu 2009 yılında Grusomhetens Teater tarafından sahneye taşınana kadar unutulan ve pek de üzerinde çalışılmayan bir eseriydi. Ibsen’in ilk perdenin tamamı ve ikinci perdeden birkaç sayfasını yazdığı, toplam onaltı sayfalık bir sahne metni olan Dağ Kuşu, yazar hayattayken hiç sahnelenmedi. İşte bu eser Norveç’in Ankara Büyükelçiliğinin katkılarıyla Türkiye’de ilk defa Antalya’da seyirciyle buluştu.
Peer Gynt (1867) için bir ön çalışma olduğu izlenimi veren Dağ Kuşu aileler tarafından ayarlanmış evlilikten kaçan bir genç erkeğin köy halkı tarafından aranmasıyla başlar. Düğünden kaçmak için dağların sarp bağrına sığınan genç adam, burada yaşayan bir kadına aşık olur. Bu tematik yapı Ibsen’in daha sonraları “Bir Bebek Evi”, “Hortlaklar”, “Hedda Gabler” gibi oyunlarında mercek altına alacağı evlilik kurumuna ve dönemin evlilik anlayışına yönelttiği eleştirel duruşunun ilk sinyallerini vermektedir. Final bölümü tamamlanmamış olan eser, köylülerin delikanlıyı bulması ve evlenmek üzere köye geri getirmeleriyle sona erer. Ne var ki, Ibsen buraya kadar aşk evliliği ve burjuva toplumunun önceden ayarlanmış evlilik anlayışına karşı olan eleştirel duruşundan vazgeçmez: Genç kadın kendini bir gelin gibi süsleyerek sevdiği adamın peşisıra köye gelir. Diğer taraftan evlenmesi öngörülen diğer genç kadın için damadın bulunması bir mutluluktan çok hüsran kaynağıdır. Kendisini sevmeyen bir adamın gönülsüz nikahını kabul etmeye mecbur tutulan bu genç kadın, düğün gününü ‘kaderinin en acı günü’ olarak tanımlar. Bu librettoyla birlikte Ibsen’in sonraları “Brand”, “Peer Gynt”, “Biz Ölüler Uyanınca” gibi oyunlarında yoğun olarak kullandığı dağlara kaçıp orada toplumun düzeninden farklı ve özgür yeni bir düzen kurma durumunu Dağ Kuşu’ndan beri ele aldığı görülür. Böylece cinsiyet rollerinin, kalıp yargılarla sıkı sıkıya örüldüğü bir toplumda yaşamaktansa, doğanın düzeninden başka kanunların geçerli olmadığı dağlarda özgür seçimler yaparak yeni bir düzen kurabilme durumu tematik bir ağ gibi Ibsen oyunlarında karşımıza çıkar. Bireysel tercih ve özgürlüğü kutsayan bu yeni anlayış hem toplumun nasıl bir kıskaç haline dönüştüğünü hem de bununla mücadele edilmesinin ne denli gerekli olduğunu ortaya koyar. Eserin bu yönü sahnelenme güçlüklerini gözardı etmeye cesaret verdirecek kadar güçlü ve devingendir. Bu devingen yapı Grusomhetens Teater’ın rejisinde de kendini gösteriyor.
Oyunun yönetmeni Lars Øyno tarafından Artaud’cu bir anlayışla sahnelenen eserde kullanılan hareket dili ve reji anlayışı metnin yarım kalmışlığını tamamlayan önemli unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Böylece duygusal yoğunluğu yüksek olan romantik opera, duygusallıktan arındırılarak yapı sökümcü bir yaklaşım sonucunda yeniden tiyatral açıdan zenginleşerek yeni bir sahne dili ile seyirciyle buluşuyor. Bu noktada, Artaud’ya uzak olan seyirciler için çok farklı bir seyir deneyimi yaşatan oyun, oyuncuların başarısıyla izlemini ilginç bir tiyatro performansına dönüşüyor. Bu performansa Filip Sande tarafından bestelenen ve yaylıların ağırlıkta olduğu çalgı grubuyla sahnede gerçekleştirilen müzikli kısımlar bir dolgu malzemesi görevini görmekle kalmaz aynı zamanda librettoyu romantik zemine taşıyor.
Etkileyici kostüm tasarımı, müzik ve hareket tiyatrosuyla onaltı sayfalık metinden yola çıkarak, bir saat yirmi dakikalık bir esere ulaşan topluluk sahneden çekilirken seyirciyi sorularla başbaşa bıraktı. Bunlardan en çarpıcı olanı günümüzde unutulan ve yarım kalan bir Ibsen eserindeki temel sorunun, içinde yaşadığımız toplumda bugün hala çözülememiş bir gerçek olarak kadınları, erkekleri, kısaca yaşamları kıskaç içine almasıdır. Sahnede aralanan bu kıskacın toplumdaki tüm cinsiyetler için bir gün yok olması dileğiyle… (BA/HK)
* Oyunla ilgili diğer bilgiler ve kısa video kaydı için tıklayın.
* Yazıda kullanılan görseller tiyatronun yukarıda adresi olan web sitesinden alınmıştır.