*Fotoğraf: Pixabay.
Haysiyet meselesinde aslında iki taraf vardır. Biri "muktedir" ise, öbürü de "mağdur, mazlum"dur.
Muktedirler (zalim olanlardır kasıt) her daim mazlumun (özellikle muhalif olanlarının) haysiyetini "kırmak" zedelemek isterler.
Burada asıl mesele haysiyeti kırılmak istenilenin durumu, konumudur. Kişi işinden gücünden olabilir. İtibari temsili konumunu kaybedebilir. Bu haysiyetini kaybettiği anlamına asla gelmez.
Asıl haysiyet yitimi, muhalif kimliğinden kopup muktedirin istediği kimliğe bürünmektir. İşte asıl haysiyet yitimi budur.
Haysiyet, Tanıl Bora'nın ifadesiyle "kombine" değerler bütünüdür. Yani özü itibariyle kendi haysiyeti yanında başkalarının da değerleri konusunda her daim aynı duyarlılığı gösterme mevzuudur aslolan...
Haysiyet meselesi, içinde epeyce etik mevzuunu da barındırır.
Eskilerin tabiriyle Ahlak! Üstelik bunca etik dışılık, ahlaksızlığın "serpilip geliştiği" hatta "sıradanlaştığı" bir çağ yangınında sanki muteber olmayacak bir duaya "amin" demek gibi bir şey oldu haysiyet!
İşi yazıyla alakalı olan açısından "Edebiyatta haysiyet meselesi" gündeme gelince de nedense hep Ahmed Arif'in "mısranın haysiyeti" ifadesi aklıma düşer.
1950'li yıllarda Abidin Dino'nun evinde. Ahmed Arif; Oktay Rifat ve Abidin Dino ile Nazım Hikmet Yüzünden tartışır. Evde Yaşar Kemal de vardır ancak usta pek lafa girmez.
"1950 öncesi yılları... Abidin (Dino) Abilerdeyiz...
Bir gün evde yine şiir konuşuyoruz. İçiliyor. Bir tartışma başladı. "Türk şiirinde devrimi biz yaptık," dediler, "Nazım değil. Bir çağ varsa onu biz başlattık."
Şimdi hangimiz konuşacağız, bilmiyorum. Yalnız ben düşünüyorum. Nazım bunların akrabası, bunları yüceltmiş, tercümelerine yardımcı olmuş, yani aralarında bir hukukları var. Biz, dışarıdan halk çocuklarıyız. Nazım'la tanışmıyoruz, ne ben, ne Yaşar Kemal...
Dedim ki: "Güzin Hoca Hanım'dan özür dilerim, benim hocamdır, ama bu, bir terbiyesizliktir. Kendinizi Nazım'dan daha büyük bir şair, çok daha önemli, edebiyatta çığır açmış, devrim yapmış adamlar olarak görmeniz soytarıca bir harekettir. Burada benim ağabeylerimsiniz ama, beni mecbur ettiniz."
"İkincisi," diye devam ettim: "Diyelim ki ileri bir toplumdayız, her bakımdan, ekonomik bakımdan, politik bakımdan çok ileri bir topluma ulaştık. Ve o zaman konuşuyoruz. Şimdi değil, o zaman birileri çıkıp Türk şiirini yargılayacaksa ve siz de bu laflarınızla ortaya çıkarsanız, yani Yahya Kemal'e bir şey demezler, ama size hain derler.
Ayıptır, hem Nazım'ı tanıyorsunuz, hem arkasından böyle konuşuyorsunuz."
Oktay Rifat, "Nazım'dan başka şiir bilmez misin sen?" dedi. Ben sesimi çıkarmadım artık. Ama Güzin Hanım işaret ediyor "Oku" diye...
Ben de "Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden"i okudum.
Yiğit harmanları, yığınaklar,
Kurulmuş çetin dağlarında vatanın.
Dize getirilmiş haydutlar,
Hayınlar, amana gelmiş,
Yetim hakkı sorulmuş,
Hesap görülmüş.
Demdir bu...
Demdir,
Derya dibinde yangınlar,
Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs...
Uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde,
Çelik kadavrası koruganların,
Ölünmüş, canım,ölünmüş
Murad alınmış...
Gelgelelim,
Beter, bize kısmetmiş.
Ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
Susmak ve beklemek, müthiş
Genciz, namlu gibi,
Ve çatal yürek,
Barışa, bayrama hasret
Uykulara, derin, kaygısız, rahat,
Otuziki dişimizle gülmeğe,
Doyasıya sevişmeğe,yemeğe...
Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
Ve asıl biz biliriz kederi.
İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O Malta bıçağı,kınsız,uyanık,
Ve genç bir mısradır
Filinta endam...
Neden, neden alnındaki yıkkınlık,
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
Nasıl da almış aklımı,
Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan,
Dost, düşman söz eder kendi kavlince,
Kınanmak, yiğit başına.
Bu, ne ayıp, ne de yasak,
Öylece bir gerçek, kendi halinde,
Belki, yaşamama sebep...
Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
Ve zehir - zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...
Şiiri okumam bitince;
"Bu kimin?" dedi Oktay Rifat. "Bir arkadaşın," dedim.
Fakat Oktay Rifat çarpıldı. "Korkunç, korkunç güzel bir şiir," diye söyleniyor. "Ben bu şiirle elli tane şiir yazarım," diye sürdürdü konuşmasını, "Malzemeyi nasıl böyle hoyratça harcıyor bu yahu..."
O zaman şu karşılığı verdim: "Sen elli tane yazarsın, sulandırırsın konuyu, şiiri, mısraı... Bu boya ile elli resmi boyarım diyorsun. O zaman bu şiir olmaz. Yani senin yaptığını sanma ki biz bilmiyoruz. Sen Prevert'ten yürütüyorsun, Charles Nodier'den yürütüyorsun, sonra da bir yenlikmiş gibi sunuyorsun bunları..."
Ez cümle Şairin coğrafyası için en çarpıcı örnek şu ki; çok az şehirde yaşamış olmasına rağmen sanki hiç şehrinden ayrılmamış gibi mısra haysiyetine sığınarak mısra dökmektir işi şairin...
İşte, tam da bu sebeple ne yaşadıksa, ne gördükse haysiyetle erdemden güç alarak dik durmak gerek...
Kasım 2021 Diyarbekir
(ŞD/PT)