Hayalimdeki Aşk yalnız İstanbullu'ların değil, İKSV tarafından düzenlenen ve kapsamı genişletilerek Türkiye'nin birçok şehrini gezmiş olan 2012 Filmekimi'nde Bursalı, İzmirli, Ankaralı, Erzurum ve Antepli sinemaseverlerin de heyecanla beklediği seyirliklerden biriydi.
Ne de olsa yönetmenleri Küçük Gün Işığım/Little Miss Sunshine gibi neredeyse kült mertebesine ulaşmış bir sinema eserine imza atan Valerie Faris ve Jonathan Dayton'dı.
Üstelik, İngilizce adıyla Ruby Sparks'ın başrolleri Amerika Birleşik Devletleri bağımsız sinemasının yeni ideal çifti Zoe Kazan ve Paul Dano'ya verilmişti. Fakat filmin albenisi bununla da bitmiyordu.
İkinci derecede roller İki Kadın Bir Erkek/The Kids Are All Right filmindeki iki lezbiyen anneden birini başarıyla canlandıran Annette Bening'e, sinemaya Pedro Almodovar'ın hediye ettiği Antonio Banderas'a, özellikle enerjik sinemacı Michael Winterbottom'ın filmlerinde unutulmaz portreler çizen İngiltere'li aktör Steve Coogan'a ve Barbra Streisand'ın tek evladı Jason'ın babası, eski tüfek Elliot Gould'a verilmişti.
Paul Dano filmde on sene önce yazdığı kitapla yıldızı parlamış, ancak son yıllarda ilham krizi yaşayan Calvin Weir-Fields adlı genç bir yazardır. 1984 doğumlu New Yorklu oyuncu, ABD'nin tarihini kurcalayarak çeşitli başyapıtlara imza atan Paul Thomas Anderson'ın 2007 tarihli Kan Dökülecek/There Will Be Blood filminde ülkenin yeni yeni yeşermekte olan eksantrik tarikat rahibi rolünde Daniel Day Lewis'le aşık atıyordu.
Zaten ABD'de fırtınalar koparan, şimdiden ödüllere boğulan ve Kasım ayında Türkiye'de de gösterime girmesi beklenen Anderson'ın son filmi The Master tarikat konusuna fazlasıyla eğildiğinden Scientology takipçilerini çileden çıkarmış durumda, ama esas konumuz bu değil.
Filmin kadın kahramanı Zoe Kazan ise hemşehrim, ABD'ye göç etmiş Rum yönetmen Elia Kazan'ın torunu olması sebebiyle yakınlık duyduğum bir kişilikti.
İkinci kere gözaltına alındığında bazı yoldaşlarını ele vermiş olmaktan dolayı yıllarca kara listede kalmış büyük sinemacı dede Kazan, Martin Scorsese'nin özür dilercesine çektiği 2010 yapımı Elia'ya Bir Mektup adlı şiirsel belgeselde ifade edildiği gibi filmleri aracılığıyla insanlığa büyük katkılarda bulunmuştu.
Sanatçı damarı hem anneden hem babadan torpilli, 1983 Los Angeles doğumlu Zoe yalnız sinema oyunculuğu yapmakla yetinmiyor, bahsettiğimiz filmin senaryosuna imza attığı gibi tiyatro kariyerini de başarıyla sürdürüyor.
Zoe Hayalimdeki Aşk'ta genç yazarımızın son kitabında yarattığı Ruby Sparks karakterinin ta kendisini oynayarak gerçek hayatta Brooklyn'de beraber oturduğu sevgilisi Paul Dano'yla ilişkisini teşhir etmekten de geri durmuyor. Ne de olsa ünlerine ün katacak bu tip bir beraberlik, sansasyonel Hollywood çiftlerinde olduğu gibi ABD kültür sisteminin yeni versiyonlarını devamlı ürettiği bir şablon, "indie" olmaları da havalarına hava katıyor!
Yalnız kendi ülkelerinde değil, kimlik erozyonuna uğramış tüm kültürlerde ve doğuyu inkâr ederek yıllarca Batıya bakan memleketimizde de rol modeli peşindeki kişiliksiz gençler tarafından idol olarak bellenen sakar çift, klişelerle dolu filmde fazlasıyla sırıtıyor.
Çeneleri kasılmış, kendini içtenlikle ifade eden samimi insanların rahat ağız ve dudak hareketlerinden mahrum soğuk ikili, içgüdüleriyle ilişkileri fazlasıyla zayıflayan ve hayatını öğretilmiş düsturlara uygun olarak yönlendirmeye çalışan zamane gençlerine iyi birer örnek.
ABD'de genzin üst kısmı sıkıştırılmak suretiyle ağız boşluğunda, özellikle damağın arka bölümü ve burun kanalları bölgesinde mümkün olduğunca yankı kazandırılıp günbegün İngiliz diksiyonundan uzaklaşan, otoriter olmaya yönelik robotvari tonlama biçimi de dikkat çekici.
Zaten yüzyıllardır birçok sanat dalında defalarca sömürülmüş Pygmalion sendromuna dayandırılan Hayalimdeki Aşk'ın bildik senaryosunun yazarı hırslı Zoe ancak geçmişle bağları kesilmiş olan yeni nesli ikna edebilecek gibi görünüyor.
Hüsran
Uzun kariyerlerinde video, televizyon için dizi, kısa metrajlılar ve belgesel gibi geniş bir yelpazede ürün vermiş, birbiriyle evli yönetmenler Faris ve Dayton'ın dünya çapında başarı kazanan ilk uzun metrajlı filmlerindeki kendine has atmosferin Hayalimdeki Aşk'ta esamesi okunmuyor.
Uçuk anne (A.Bening), orta yaşlı yakışıklı sevgilisi (A.Banderas), kariyerinin zirvesinde olduğundan yılışıklığı kendine mübah gören yazar (S. Coogan) ve her yerde karşımıza çıkan psikanalist (E.Gould) son yıllarda çoğu komedide görmekten sıkıldığımız yan karakterler; Chris Messina'nın canlandırdığı ağabey Harry'nin maço duruşu da cabası.
Sundance Film Festivaliyle üstünlüğünü kanıtlayan fakat yavaş yavaş markalaşmaya doğru giden ABD'nin bağımsız sinema akımı, başka ülke sinemalarını besleyip onlardan yararlanmayı da ihmal etmedi, ama cilalı ve küstah ürünlerle kendini tekrar etmeye mi başlıyor?
Ne yapmak istediğini tam olarak kestiremeyen mantıklı ama bunalımdaki aksak ve tutuk Calvin pratik zekâsını yitirmiş yeni nesle ayna tutuyor adeta.
Partnerinin iyiliği için hayatının dizginlerini eline alan Ruby ise her şeyi kontrol altında tutma iddiasıyla hırslarını ortaya döken zamane genç kızlarını başarıyla temsil ediyor; duruşu, davranışları, mimikleri, kısacası vücut dili ve kıyafetleriyle rol modeli olmak için biçilmiş kaftan.
Tabii filmde sevgilisini olduğu gibi kabul etmeyip değiştirmeye çalışma görevi esasen Ruby Sparks'ı hayalinde yaratan Calvin'e verilir ve bu noktadan sonra aşkı sorgulama misyonunu görev edinen senaryo inanılmaz bir basitliğe ve zorlamaya teslim olur.
Sevimli ve eğlenceli olmak için çırpınan Hayalimdeki Aşk'ın sonunda, özellikle sevgililik mevzubahisse birbirimize ısmarlanmış ürünler gibi bakmamamız gerektiğine dair beylik dersimizi de alırız.
Yavan komedimizle birlikte bu hafta sonu gösterime giren eserlerden Zeynel Doğan'la Orhan Eskiköy'ün yönetmenliğini yaptığı, Adana Altın Koza Film Festivalinde en iyi film ve en iyi senaryo ödüllerini kazanan Babamın Sesi'ni tercih etmeleri gençlere tavsiyem; daha fazla erozyona uğramadan bu toprakların kimliğini tanımakta fayda var. (MT/ÇT)