Adalet Bakanlığı'nın Silivri L Tipi Hapishanesi'ne düzenlediği gezinin ardından yaptığı açıklamaya binaen; bu geziye katılan on köşe yazarına seslendiğim 19 Mayıs tarihli mektubumda:
"11 Mayıs'ta geçekleştirdiğiniz geziyle bakanlığın size gösterdiklerini gördünüz ve yazdınız.
"Bir de bakanlık izin vermiyor gerekçesine sığınmadan tutsakları/ muhataplarını dinleyin!
"Hem biliyor musunuz, memlekette çok değişik hapishaneler var!
"Ve her birinde değişik sorunlar yaşanıyor.
"Adalet Bakanlığı'nın size çizdiği sınırı aşıp, değişik hapishanelerdeki uygulamaları görmeyi deneyin." diye önermiştim.
Ki, geçen hafta Urfa Hapishanesi'ndeki tutsaklar isyan etti! ...
Ardından Osmaniye, Adana, Ceyhan ve Karaman hapishaneleri geldi.
Yanarak yaşamını yitiren 13 tutuklu ve onlarca yaralı bu ülkede hapishaneler gerçeğini görmek istemeyen gözlere ve tutsakların sorunlarına kulaklarını tıkayanlara "işte hapishaneler gerçeği bu" dedi!
Ve ne yazık ki, Türkiye'de bir sorunu gündemleştirmek, kamuoyunda duyarlılık oluşturmak...
Devletin ve medya tekellerinin sansürünü aşmak için her zaman çok büyük bedeller ödemek gerekmiştir, gerekiyor!
Fakat çoğu zaman ödenen bedellere rağmen...
Urfa isyanında ve katliamında olduğu gibi; Bakan tekelci medya temsilcilerini topluyor.
Ardından da bir ayar çekiyor!
Ertesinde bakıyorsunuz ki, sanki sihirli bir el değmiş gibi, ne yaşanan katliamın, ne de sorunların esamesi okunuyor!
Bütün bu yaşananların sorumlusu, sorumluları hiçbir şey yaşanmamış, hiçbir sorun yokmuş gibi, koltuklarında oturmaya devam ederken... (**)
Yine bedel ödemek tutsaklara ve ailelerinde düştü/düşüyor! ...
Kaç gündür Urfa ve isyan çıkan diğer hapishanelerden sürgün sevkler yaşanıyor.
Tutsaklar askeri kargo uçaklarıyla, eşyalarını alamadan, ayakkabılarını bile giyinemeden koli gibi başka hapishanelere taşınıyorlar...
Ve her zaman olduğu gibi, medya tekelleri üç maymunu oynuyor...
Bugün ne Ceza ve İnfaz Kanunu (CİK) insan hak ve özgürlüklerine uygundur, ne de hapishaneler gerçeği Adalet Bakanlığı'nın Silivri gezisinde on köşe yazarına çizdirdiği tabloya uyumludur!
Ayrıca, özel olarak altını bir kez daha çizmeliyim ki; CİK'te tutsaklara tanındığı söylenen hakların her birinin kullanımıyla ilgili bir de ek "güvenlik" maddesi yer alıyor.
Bu yolla esasında CİK'te tutuklu ve hükümlülere tanınan bütün hakların tutsaklara kullandırılıp, kullandırılmaması her bir hapishanenin yönetiminin inisiyatifine bırakılmakla kalınmamış; aynı zamanda, bütün bu hak gasplarına yasal kılıf da sağlanmıştır!
Bu durum kaçınılmaz olarak, her bir hapishanedeki uygulamaların farklılaşmasına, özellikle hak gasplarının baskıcı, zalimane uygulamaların yaygınlaşmasına neden olmaktadır.
Yıllardan beri F ve L tipi hapishaneleri hariç, birçok hapishanede kapasitenin üzerinde tutuklu ve hükümlünün yaşamak zorunda bırakıldığı biliniyor.
Özellikle de Kürt illerinde birkaç yıldır KCK tutuklamaları ve uzun tutukluluk nedeniyle, tüm hapishaneler kapasitelerinin üç dört katı insanla dolduruldu.
Her geçen gün bu sıkışıklık biraz daha artıyor.
Ve bu doğrultudaki şikayetler şu an kaldığım hapishane de dahil olmak üzere "kapasite dolu, yer yok" denilerek yanıtlanmaktadır.
Bakanlık da yaptığı açılmalarda şu an 9 bin tutuklu hükümlünün mevcut hapishanelerin kapasitesinin üzerinde olduğunu...
Birkaç yıl içerisinde yapılması planlanan hapishanelerle, kapasitenin iki yüz binin üzerine çıkarılacağını söylüyor.
Yani birkaç metre karelik koğuşlarda, kapasitenin iki-üç katı insanın 24 saat boyunca aylarca ve yıllarca yaşamasının ne demek olduğu ya anlaşılmıyor ya da ciddiye alınmıyor, umursanmıyor.
İnsanları dört duvar arasına tıkmakla kalmayıp, bir de gayri-insani koşullarda yaşamaya mahkûm ediyorlar!
Bugün bu sorunun Urfa'da 13 tutuklunun yanarak can vermesi ve onlarcasının yaralanmasıyla gündeme gelmesi ne hazin ve utanç verici bir durum.
Ama tanık olduğumuz gibi, Adalet Bakanı istifa etmek ve sorumluların sanık sandalyesine oturtulması yerine; birkaç yıl daha bekleyin babında açıklamalar yaptı!
Bakanlık F Tipi ve L Tipi hapishanelerde ısrarla tecrit politikasını uygularken, tutsakların 45 no'lu genelgede var olan, haftada 10 saatlik sohbet hakkını bile "koşulları yok" gerekçesiyle uygulamazken, balık istifi yaşamaya isyan eden tutsaklara bekleyin diyorlar!
Kapasitesinin üzerinde, dar mekânlarda yaşamanın ne demek olduğuna bir de rakamların diliyle bakalım.
30'a 30 santimetrelik karo taşlarından 13,5 adet enine, 17 adet de boyuna düşünün.
Yani 6,5 metreye, 8,3 metrelik; asma/ara kat biçiminde inşa edilmiş ve her bir katı 30 metrekare olan, üst katı yatakhane, alt katta yemekhane, mutfak lavabosu, banyo ve tuvaletler olarak dizayn edilmiş toplam 60 metrekarelik bir koğuş.
Tekli hücreler, müşahede koğuşlarının yanı sıra, 12 ve 16 kişilik koğuşlar var...
İnşa edilirken bu koğuşlar sekiz ve 12 kişilik olarak planlanmış.
Fakat daha hapishane açılmadan ihtiyaç nedeniyle sekiz kişilik koğuşlar 12'ye 12 kişiliklerdeki yatak sayısı da 16'ya çıkarılmış.
Ve çoğunlukla bu kapasitenin de üzerinde tutuklu ve hükümlü "boş yer yok" gerekçesiyle, koğuşlarda üst üste yaşamak zorunda kalıyorlar.
Yatakhane dediğimiz üst katta, yani aşağı yukarı 30 metrekarelik alana altı adet iki katlı demir ranza ve 12 adet demir dolap monte edilmiş.
Cetvelle ölçtüm, ranzaların arasında sadece 43 santimetrelik bir boşluk var.
Şöyle cüsseli biri bir yana benim gibi zayıf birinin ranzalar arasında çarpmadan yürümesi mümkün değil.
Havalandırma ise, eni 4.97 santimetre, boyu 6.40 santimetre... Yani topluca havalandırmada volta atmak bile mümkün olmuyor.
Kışın bir ara sekiz kişilik dedikleri bu koğuşta sayımız 10'a çıkmıştı.
Tüm koğuş sakinleri bu kalabalıktan bunalmıştık, bıkmıştık!
Bizim 10 kişiyle bunaldığımız bu mekânda, erkeklerin 14-16 kişi kaldıklarını biliyorum.
Erzurum/Oltu T Tipi Hapishanesi'nden yazan Sedat Avcı demiş ki:
Altı ya da sekiz kişilik koğuşlarda 12-14 kişi kalıyoruz.
Hemen belirteyim ki, bu rakamlar Mardin, Adıyaman, Urfa, Diyarbakır hapishaneleriyle kıyaslayınca çok "hafif" kalıyor.
Ama biz yine de, Sedat'ın verdiği rakamlar üzerinden düşünelim:
Hapishane idaresi "belediyeden kaynaklı" diyerek, özellikle de yaz aylarında soğuk suyu iki saatte bir 10 ile 20 dakika veriyormuş.
12 kişiye banyo ve çamaşır için toplam iki saat sıcak su veriliyormuş.
Kış aylarında sık sık motor arızalandı denilip, sıcak su verilmediğini de geçerken belirteyim.
Bu koşullarda nasıl yaşanır?
Gelin bir hesap daha yapalım...
12 kişi üzerinden, yani en asgarisinden bir hesap yapacak olursak; altı ya da sekiz kişilik koğuşlarda kapasitenin iki katı insanın yaşamak zorunda kalması demek:
Sabah 08.00'deki sayım öncesi kalkıp ihtiyaçlarını giderebilmesi; yani tuvalet, diş fırçalama, el yüz yıkama için kişi başına 5 dakika verseniz bile...
Toplam bir saat gerekir.
Daha güne başlarken, daracık bir mekânda kuyrukta beklemek şart!
El yıkamak için iki lavabo olsa da (ki eski hapishanelerin hiç birinde çift lavabo yok) tuvalet ve banyo tek.
Banyo ve çamaşır için de bir çizelge yapmanız gerekir.
Hadi diyelim ki banyonuzu yapıp, çamaşırınızı yıkadınız.
Yazın birkaç aylık zaman hariç, içeride o çamaşırları kurutabilmeniz başlı başına bir eziyet!
Kışın tıkış tıkış doluştuğunuz koğuşlarda nefes almak bile zor sorun olurken; sigara dumanında çamaşır kurutmak, içeride sürekli çamaşır kurutmanın sağlığa ne kadar zararlı olduğunu varın siz tahmin edin.
Sadece mekândaki havanın kirliliğiyle bitmiyor sorunlar.
Ses kirliliği, okumak ve çalışmak isteyenler için bir başka eziyet.
Siyasi tutsaklar gün içerisinde sessizlik saatleri koysalar da, kapalı ve dar bir mekân, insanların doğal ihtiyaçlarını karşılaması bile bir sorun.
Kış aylarında beton soğuğu insanları yataklarına hapsederken, masada oturup çalışabilmek hakikaten bir lüks oluyor.
Bütün bir gün planlamak ve emin olun yürürken bile insanların birbirine çarptığı bir mekânda yaşamak hayli sıkıntılı ve stresli bir iş.
Yine de bütün bu gayri-insani koşullara rağmen, siyasi tutsaklar kendilerini disipline ederek, yaşamı herkes bakımından kolaylaştırmaya çalışırsa çalışsın.
Dar mekânlarda sayı arttıkça, yaşam biraz daha zorlaşıyor, fizik en eziyete dönüşüyor.
Bazı hapishanelerde yerlere, ranzaların o daracık aralarına alt kata, hatta tuvaletlerin önüne yatak serildiği biliniyor.
Mesela, 19 Temmuz 2011 tarihli mektubunda Mardin E Tipi Hapishanesi'nden yazdığı mektupta Muhabbet Kurt demiş ki:
"Sayımız 56 oldu, bir de çocuk var. Tek tuvalet, tek banyo var."
Üstelik hem soğuk hem de sıcak su sorunu yaşıyorlarmış. Havalandırmanın yarısı çamaşır kurutmak için ayrıldığında, bunca kişinin volta atabilmesi bile sırayla yapılmak zorunda.
Bu kadar insanın tek tuvaletten yararlanması ve sabah ihtiyaçların karşılanması için asgari beş saat gerekir.
Bu koşullarda yemek yemek, koğuş temizliği, hijyen nasıl sağlanır bir düşünün!
Bu koğuşlarda küçük çocukların da anneleriyle birlikte yaşamak zorunda kalması; böyle bir yaşamın anne ve çocuk bakımından ne demek olduğunu küçük bir empatiyle hissetmeye çalışın!
Ya okumak, çalışmak isteyenler? Ayrıca iklim koşulları da kesinlikle yabana atılmamalı.
Yazın bunaltıcı sıcaklarında, kışın soğukta insanların bu koşullarda yaşaması hiç de kolay değil.
Bütün bunların insanı sadece fiziken değil, sinir sistemini nasıl etkileyeceği de kesinlikle atlanacak bir sorun değil.
Şimdi bu koşullarda tekil ya da ikili, üçlü arkadaş grupları halinde yaşamaya çalışan adli tutuklu ve hükümlüler bakımından durumun vahametini tasavvur etmeye çalışırsanız...
Urfa hapishanesinde koşullara isyan ederek yangın çıkaran tutukluları ve diğerlerini daha iyi anlarsınız...
Ve sözün de, insanlığın da bittiği bu noktayı görüp, Türkiye'de hapishaneler gerçeğinin ne bakanlığın gösterdiği gibi ne de Silivri hapishanesi gezisine katılan köşe yazarlarının anlatılarından ibaret olmadığını kavrarsınız. (FE/EKN)
(*) Geçen hafta hapishanelerdeki görüş sorunlarını yazmış ve bu hafta kaldığım yerden devam edeceğimi belirtmiştim. Ancak Urfa hapishanesinde çıkan isyan ve ardından Adana, Ceyhan, Osmaniye, Karaman'daki tutsaklarında koşulları protesto etmek amacıyla isyan etmeleri nedeniyle, hapishanelerde kapasitenin üzerinde, balık istifi yaşamanın ne demek olduğunu örnekleriyle paylaşmak istedim.
(**) Esasında Adalet Bakanı'nın istifa etmesi çağrılarına verdiği yanıt başlı başına bir tartışma konusu. Bu tutum Türkiye'de burjuva siyasetin ne kadar kalitesiz ve düzeysiz olduğunun tipik örneklerinden biri. Fakat yazı hem çok fazla uzayacağı, hem de dağılacağı için değinip geçmeyi tercih ettim...
Füsun Erdoğan Kandıra, 2 Nolu T Tipi Hapishanesi