Acılar ve kederlerle dolu bir tarihi dönemin tanığı olmasına rağmen, hiçbir zaman daha adaletli ve daha barışçıl bir geleceğe dair umudunu yitirmeyen ve bu uğurda toplumsal sorunları sadece şiirlerinde dillendirmekle kalmayıp aynı zamanda o sorunlara çözüm üretmeye çalışan şairlerimizden birisi de Gülten Akın’dır.
Ömrü aynı zamanda insan hakları mücadelesi ile geçmiş yazdığı her şiire ve her kelimeye sevgisini de katarak binlerce insana aktarmış nadide şairlerimizden birisiydi diye düşünüyorum. Yaklaşık son bir yıldır dünyanın neredeyse her yerini etkisi altına alan korona krizinden dolayı, şu an içinde bulunduğumuz sürrealist zamanlarda her daim aklıma Gülten Akın’ın “İlkyaz” şiirindeki ilk iki mısrası geliyor:
“Ah, kimselerin vakti yok.
Durup ince şeyleri anlamaya.”
Kim bilir belki de ezbere dayalı resmi eğitim sisteminin zehrini taşıyan nesiller olarak sadece görünene odaklanıp ortaya çıkan sonuçlar üzerinde değerlendirme yaptığımız için hayatı sadece ucundan tutarak yaşamaya alışmışızdır.
Veya insanlara sadece (u)mutsuzluk ve korku aşılayan dibine kadar yozlaşmış siyasal iklimden dolayı sürekli şüphe ve telaş içerisinde hareket ediyor, durup düşünmeye vakit ayır(a)mıyoruzdur. Sadece hayatın akışı içerisinde ortaya çıkan sonuçları değerlendirerek bir yaşam sürdürmek, yüreğe dokunan şiirlerin üstadı şair Şükrü Erbaş’ın ifadesiyle: “göğü görmeden, denizi görmeden maviyi anlama benzemez mi bu?”
Göğe bakma durağı...
Yaşamın bizde bizim de yaşamda oluşturduğumuz eksiklikleri küçük de olsa doldurabilmek için Rainer Maria Rilke’nin dış dünyaya bakış düsturunu izah eden “görmeyi öğrenmek” ilkesiyle hareket etmekte fayda olduğunu düşünüyorum. 2020 yılına başladığımız ilk günden bu yana, korona krizinden dolayı oluşturduğumuz yeni hayata alışma sürecinde, sürekli duyduğumuz sözlerden bir tanesi “ellerini yıka/temizle” sözü oldu.
Yaklaşık son bir yıldır dünyanın neredeyse her yerini etkisi altına alan bu yeni virüsten korur mu bilmem ama bu süreçte bir de ruhu temizlemek gerekmez mi? Herkesin biraz daha fazla kendisiyle zaman geçirdiği ve virüsün yayılımını minimum bir seviyede tutabilmek için fiziksel olarak yalnız kalmamızın tavsiye edildiği şu bir türlü bitmeyen korona günlerinde, insanın ruhsal olarak da bir arınmaya ihtiyacı yok mu?
Her bireyin, içinde bulunduğu sosyo-ekonomik statüsü ne olursa olsun, toplumsal hayatın akışı içerisinde (a)normal süreçlerde bazen sığınmak istediği veya ruhunu dinlendirebileceği bir “göğe bakma durağı” olmalıdır diye düşünüyorum.
Bu, özellikle her geçen gün derecesini/şiddetini arttırarak hayatımıza kanalize edilen ve bu anlamda insanı robotlaştıran robotu da insanlaştırmaya çalışan kapitalist ilişki tarzından ve onun esaretinden kaçabileceğimiz bir durak olmalıdır. İşte bu yazıyı, toplumsal hayatın içerisinde yaptığımız işlerin veya alışkanlıklarımızın sonucunda, o anda sürecin içerisinde olduğumuz için gör(e)medigimiz veya bazen bilerek es geçtiğimiz bir sığınaktan, haftanın 8’İNCİ gününden yazıyorum.
Haftanın 8’İNCİ günü; hem üstte belirttiğim nedenlerden hem de her şeyi sadece kendi açımızdan görme ve yorumlama gibi bir alışkanlığımızın sonucunda gözümüze perde inip karanlığa mahkûm edildiğimiz için varlığından haberdar olmadığımız ‘gizli’ bir sığınaktır.
Haftanın 8’İNCİ günü isminden de anlaşılacağı gibi öyle alelada bir gün değildir ama değerlidir. Bu sıradan olmayan güne insan ancak samimiyet duygusu güçlü yüreğiyle bağlanır; çünkü burada konuşan dil değil çoğu durumda dilin arkasında bırakılan yürektir, yani samimiyettir. Evet, samimi olmak bugüne kadar söylenmiş veya söylenecek olan en güzel sözden bile daha değerlidir çünkü daha içtendir, daha temizdir ve her şeyden önemlisi yalansızdır.
Şehrin sesi
Eğer başka bir zamanda yaşadığınızı hayal etmek veya hayata farklı bir pencereden bakmak istiyorsanız, yapabileceğiniz en iyi şey tek başınıza doğayla bütünleşmektir. Çünkü en nihayetinde doğa insanın insan da doğanın bir parçasıdır.
Arabanın sesi ve şehrin gürültüsü bitene kadar yürüyüp doğayla baş başa kaldığınızda şayet artık dalların çıtırtısından, derelerin şırıltısından ve kalbinizin atışından başka hiçbir şey duymuyorsanız haftanın 8’İNCİ gününe varmışsınız demektir. Haftanın 8’İNCİ gününe vardığınızda önce bir adım geriye çekilip önünüzden geçip giden hayatı film şeridi gibi izleyeceğiniz “göğe bakma durağına” geçin. Ve oraya vardığınızda yüreğinizin elinden tutun çünkü haftanın 8’İNCİ gününde olan bitenleri ancak yüreğinizin gözüyle görebilirseniz gözlerinizle değil, burada konuşan dil değil; yürektir yine.
Bir önemi yok hangi vakitte Haftanın 8’İNCİ gününde olmanızın, ister esmer bir akşam üstü olsun ister güneşin kalpleri ısıtmaya başladığı tanyeri olsun. Orda şöyle biraz durun ve akıp giden zamanla birlikte yaşa(ma)dıklarınızı ve hayatınıza etki ede(meye)nleri tekrardan Rainer Maria Rilke’nin üstte belirtilen ilkesiyle görmeye çalışın. Gönül dili birbirine benzeyenlerin bu diyarında, ağlamak değil gülmek için sebepler aramayı da ihmal etmeyin. Arada haftanın 8’İNCİ gününe uğrayın; tıpkı yıldızları, denizi, güzel bir manzarayı izler gibi tadını çıkarın bu anın.
Haftanın 8’İNCİ günü; kibri ve bencilliği hayatından silmek isteyenlerin kendisini eleştirmekten çekinmeyenlerin ve hayatı farklı pencerelerden anlamlandırmaya çalışanların “göğe bakma durağıdır.”
Bu sadece sizin sığınağız değil aynı zamanda kendinizi karşınızdaki kişinin yerine koyacağınız empati durağıdır. Bu anlamda haftanın 8’İNCİ günü sıfır maliyetlidir ama insana çok şey kazandırır.
Yüreğinin gözüyle dünyayı gören ve samimiyeti yaşamın bir parçası yapan canlar, sizlere haftanın 8’İNCİ gününden binlerce turna gönderiyor; yeni yılın her birinize sağlık ve huzur getirmesini diliyorum. Evet, korona günlerine belki yanlış başladık ama doğru bir şekilde bitirebiliriz.
Yazımı Turgut Uyar’ın insan(lık) var oldukça gönüller arası köprü kurmaya devam edecek olan “Göğe Bakma Durağı” şiirinin bir bölümü ile sonlandırmak istiyorum:
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım.
(CA/EMK)