Fotoğraf:Abdulhamid Hoşbaş/ Anadolu Ajansı (Arşiv)
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) verilerine göre, Türkiye dünyada en fazla mülteci barındıran ülke konumunda.
Mart 2022 verilerine göre, yaklaşık 4 milyon zorla yerinden edilen insan ülkede yaşamını sürdürmekte; ve bu sayının 3 milyon 763 bin 652 kişisini geçici koruma statüsündeki Suriyeliler oluşturuyor.
Son günlerde, Türkiye’deki sosyo-ekonomik kriz derinleştikçe yeniden üretilerek yaygınlaşan en önemli sorunlardan bir tanesi de ülkedeki her sorunun nedeni olarak mültecilerin gösterilmesi ve bu eksende gelişen mülteci karşıtı nefret suçları.
Dünyanın neresinde olursa olsun ayrımlıkla karlışalıyorlar
Türkiye’de son günlerde en çok dikkatimi çeken konu, ne zaman birileri mülteci karşıtı düşüncelerini ifade etse ırkçı olarak lanse edilmekte veya ne zaman birileri mültecilere yönelik pozitif bir ifade kullansa anında “mülteci sevici” olarak etiketleniyor.
Oysa başkasının özgürlük alanını daraltmadan ve zarar vermeden herkesin düşündüğünü ifade etme özgürlüğü vardır. Birbirimizi muhtelif etiketlere maruz bırakmadan insanca tartışabilmeliyiz; en nihayetinde hakikat rasyonalite sınırları çerçevesinde tartışılarak bulunur.
Sonda söyleyeceğimi baştan söylemek gerekirse; savaş, çatışma, politik, ya da doğal afetlerden dolayı yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda bırakılan insanlar, bugün globalleşen dünyadaki nefret söyleminin ortak mağdurudu. Bu bağlamda dünyanın neresinde olursa olsun sığınmacılar ve mülteciler aşağı yukarı benzer ayrımcılığa/dışlanmaya maruz kalıyor.
Hannah Arendt, “Totalitarizmin Kaynakları” adlı eserinde evlerini terk etmek zorunda bırakıp yurttaşlık zırhının dışına itilen mültecileri, “yeryüzünün posası” olarak tanımlıyor.
Bir ülkenin yurttaşı olmak zorunda olduğunuz bir dünyada, yerinden veya yurdunuzdan edildiğinde anında birey olarak insanca yaşama olanağınız azalıyor.
Zorla yerinden edilenlerin insan olarak değer görmediği bu durumda sığınmacılar ve mülteciler her türlü saldırıya açık hale geliyor.
Oysa; mültecilik keyfi bir karar veya bir tercih değildir. Şair Warsan Shire’in Yurt şiirinde ifade ettiği “kimse terk etmez yurdunu yurdu bir köpekbalığının ağzı olmadıkça” dizeleri mülteci olmanın nedenini en kısa ve net haliyle özetler. Bu bağlamda tekrar altını çizerek belirtmekte fayda var; mülteci, ölmek veya öldürmek zorunda bırakılmamak için zorla yurdundan ayrılan kişidir.
Yardım kuruluşu World Vision ve danışmanlık şirketi Frontier Economics’ın ortak araştırmasına göre, Suriye’de son 10 yılda 55 bini çocuk olmak üzere 600 binden fazla insan ülke içerisinde devam eden savaş halinden dolayı hayatını kaybetti. Her ne kadar Suriye’deki çatışmanın yoğunluğu son yıllarda azalmış olsa da geriye yerle bir edilmiş bir ülke bırakıldı.
Savaşın ortaya çıkardığı bu yıkıcı sonucu düşündüğümüzde, Suriyelilerin neden gönüllü bir şekilde ülkelerine dön(e)meyeceğini daha rahat anlayabiliriz diye düşünüyorum.
Bir önceki cümlede ifade edilen realiteye rağmen, toplumun bir kesimi toplumda savunmasız durumda bulanan mültecileri nerdeyse Türkiye’deki her sorunun nedeni olarak görmekte ve bu suçlama alışkanlığı toplumda mültecilere yönelik nefret suçunu arttırıyor.
Son zamanlarda sadece sosyal medyaya yansıyan ve gündem olan mülteci karşıtı nefret suçlarına baktığımızda nerdeyse olaysız bir hafta geçmiyor. Sadece son iki hafta içerisinde; Gaziantep’te 70 yaşındaki Suriyeli bir kadının kafasına tekme atıldı; Rize’de Afganistan uyruklu Uzay Ulvi, İstanbul’da Şerif Halid El Ahmet adında bir Suriyeli silahla öldürüldü.
Kısacası; nefret suçları ülkenin dört yanını sarmış durumdadır. Peki, mülteci veya geçici koruma statüsünde bulunan insanlara karşı bu kadar sık bir şekilde nefret suçu işlenmesinin nedeni tam olarak nedir; veya bu sorunun temelinde ne yatmaktadır? Şüphesiz, bu kısa yazının içerisinde tüm nedenleri tartışma olasılığım yok; ancak genel nedenleri kısaca açıklamakta fayda var diye düşünüyorum.
Zygmunt Bauman’ın ifadesiyle; sorun, kısmen, siyasi dünyayı anlama ve yorumlama tutumumuzdan kaynaklanıyor. Bu bağlamda sorun, mülteci krizini temel insan hakları bağlamından çıkarıp milli güvenlik meselesine getirme hali.
Sorun, siyasal iktidarın sadece toplumdaki küçük bir zümreyi daha fazla zengin eden sosyo-ekonomik politikaları ve bu yolsuzluğu eleştirme cesareti göster(e)meyenlerin ülkedeki her problemin suçlusu olarak mültecileri hedef gösterme kolaylığıdır.
Sorun, sırf insanca yaşamak için sığındığın bir ülkede siyasal iktidarın kozu olarak kullanılmana toplumun büyük bir kesiminin sessiz kalması.
Sorun, mülteci karşıtlığını siyasi bir malzeme olarak kullanıp insani insana “öteki”leştiren ve bu kaostan beslenen politik zihniyet ve bu zihniyetin vücut bulmuş hali olan politikacılar.
Sorun, toplumda salt çoğunluğu eline geçiren her grubun veya herkesin kendi yaşam şeklini toplumdaki diğer insanlara karşı baskı unsuru olarak kullanması ve toplumu homojenleştirme girişimleri.
Sorun, toplumun en küçük azınlığı olan bireyi bu baskı unsuruna karşı koruyacak ve herkesi eşit derecede evrensel hukukun normları ışığında yargılayacak hukukun olmamasıdır.
Sorun, bir ülkede demografinin değişmesi değil, insana dininden, dilinden, cinsel yöneliminden bağımsız insanca bir yaşam alanı sunan ve onun en temel yaşam hakkını koruyan bir kurumsallaşmanın olmamasıdır.
Her ne kadar üstte çok fazla sorunu dillendirmiş olsam da her daim çözüme odaklanmak gerektiğine inanırım, aksi takdirde sorunların içinde tartışmaktan bir adım öteye gidemeyiz. 7/24 cinnet halinde olan bir toplumda yapılacak her tartışma zor.
Mültecileri hedef almaya devam edecekler
En ufak bir söz söylemenin bile bir bedelinin olduğu coğrafyada, her şeyin en iyisini ve en doğrusunu sadece ben bilirim anlayışı devam ettiği ve kurumsallaş(a)madığımız müddetçe toplumun büyük bir kısmı her kötülüğün kaynağı olarak mültecileri hedef almaya devam edecek.
Öncelikle, siyasal iktidarın kontrolsüz göç uygulamasına karşı olduğunu belirten her bireyi ırkçı olarak nitelendirip birbirimizi dışlamak yerine; hep birlikte siyasal iktidarın sığınmacıları ve mültecileri koz olarak kullanmasına karşı çıkmamız gerekir.
Bu bağlamda siyasal iktidar; her mülteciye insanca yaşama imkânı sağlayacak mülteci politikası geliştirmeli ve bu durum toplumun bütünüyle paylaşılarak şeffaf bir şekilde ilerlemeli.
Mülteci karşıtlığı bir seçim propagandasına dönüştürülmemelidir. Toplumsal kutuplaşmadan beslenen politikacıların mülteci karşıtı dezenformasyonunu azaltabilmek için insanı insana düşmanlaştıran veya insanı “öteki”leştiren politikacılarla aramıza sosyal mesafe koymamız gerekir, çünkü bu politikacılar Covid-19’dan bile daha tehlikeli.
Suçu işleyenin mülteci olup olmaması önemli değil; suçun etnik aidiyeti olmaz, suç suçtur. İnsanın temel yaşam hakkını ihlal edip insana/doğaya zarar veren her kim ise evrensel insan hakları prensipleri doğrultusunda adilce yargılanmalı.
En nihayetinde insanı, nefret suçunun mağduru olmaktan veya insanı diğer insanların zulmünden koruyacak olan insanların acıma duygusu değil; evrensel insan hakları prensipleriyle örtüşen ve herkese eşit bir şekilde uygulanan hukuktur.
(CA/EMK)