Güzelliğin sınırlarını kim belirler?

Toplumun ilkel ya da gelişmiş olması fark etmeksizin, tabakalaşma her dönemde ve her kültürde farklı şekillerde kendini göstermiştir.
Benzer statüye, mesleğe, kültürel yaşama ve ekonomik seviyeye sahip bireyler, aynı sosyal sınıf içinde yer alır. Sosyal sınıfların belirleyicileri arasında ekonomi en güçlü faktördür ve ekonomik durum genellikle yapılan meslekle doğrudan ilişkilidir. Meslek, yalnızca bireyin ekonomik seviyesini değil, aynı zamanda siyasi, sosyal ve kültürel konumunu da belirler.
Örneğin, ekonomik olarak dezavantajlı kesimler yalnızca maddi imkânsızlıklarla değil, toplumsal olanakların yetersizliği nedeniyle de birçok alanda sıkıntı yaşar.
Sosyal sınıf ayrımı, bireylerin kendi sınıfları dışındaki insanlarla etkileşime girmesini kısıtlayarak toplumsal kaynaşmayı zorlaştıran bir engel haline gelir.
Eğitim gördükleri okullar, giydikleri kıyafetler, gittikleri mekânlar ve hatta tırnak bakımı bile bu ayrımın göstergelerinden biri olmuştur.
Tırnakların sosyal sınıflardaki yeri: Asaletin ve ayrımcılığın sembolü
Tırnak bakımı ve süsleme tarih boyunca toplumsal sınıf farklarını vurgulamak için bir araç olmuştur. Tırnak süslemesi, M.Ö. 5000’li yıllarda Hindistan'da başlamış, kadınlar tırnaklarını ve parmak uçlarını kına ile boyamıştır. Babil'in güneyinde, M.Ö. 4000’lerde ise asil erkekler tırnaklarını kohl ile gölgelendirmiştir.
Özellikle eski Mısır’da tırnakların rengi bir statü göstergesi olarak kullanılmıştır. Firavunlar döneminde tırnak rengi, kişinin toplumsal konumunu belirleyen unsurlardan biri olmuştur. Kraliçe Nefertiti'nin tırnakları yakut rengi, Kleopatra'nın ise vişne rengindeydi. Alt sınıftaki kadınlar ise yalnızca donuk ve mat renkler kullanabilirdi.
Benzer şekilde, Çin’de de tırnaklar bir statü göstergesiydi. M.Ö. 600’lerde asiller, tırnaklarını altın ve gümüşle kaplayarak, siyah ve kırmızı ojelerle süsleyerek asaletlerini sergiliyordu. Doğu toplumlarında tırnak süslemesi ve oje, sadece bir güzellik aracı değil, aynı zamanda bir toplumsal statü simgesi haline gelmişti.
Ancak Batı dünyasında durum farklıydı. Batılı kadınlar, süslenmek yerine "erdemli bir görünüm" sergilemek için uzun yıllar boyunca tırnak süslemesinden kaçınmışlardır. 20. yüzyıla kadar bu durum değişmeden devam etmiştir.
Modern Kozmetiğin Doğuşu: Kırmızı Ojenin hikâyesi
Oje, bugünkü modern formuna 1917’de reçine bazlı doğal renkte bir likit olarak kavuştu. 1932’de Charles Revson ve kardeşi, ilk renkli ojeyi geliştirmek için çalışmalara başladı.
Minik bir kazan içinde ürettikleri ilk kırmızı ojeyi piyasaya sürdüler. Ancak büyük bir sorun vardı: Ojeyi sürmek için uygun bir fırça yoktu! Bu sorunu çözmek için fırçayı oje şişesinin kapağına monte ettiler ve bugün hâlâ kullanılan klasik oje şişesi tasarımını ortaya çıkardılar.
Revson’un en büyük hayali, kadınların tırnaklarında canlı, dikkat çekici renkleri görmeyi sağlamaktı. Bu tutkuyla yola çıkan Revson kardeşler, markalarının adını Revlon olarak değiştirdi ve kırmızı ojenin modern çağdaki serüveni başlamış oldu.
1940’lı yıllarda Revlon, kırmızı ojeyle uyumlu ruj üretmeye başladı. 1952 yılında piyasaya sürülen "Fire and Ice" adlı buzlu kırmızı ton, kadınların vazgeçilmezi haline geldi. Bunu takiben "Love That Pink" ve "Flama Grande" gibi pembe tonlar da popüler oldu.
Tırnaklar hâlâ bir statü simgesi mi?
Günümüzde oje ve tırnak bakımı, kişisel bakımın bir parçası olarak kabul edilse de, geçmişte olduğu gibi hâlâ bir statü göstergesi olmaya devam ediyor. Manikür, pedikür, protez tırnak gibi uygulamalar yalnızca estetik bir tercih değil, bireyin sosyal çevresini ve ekonomik durumunu yansıtan bir unsur olarak da değerlendiriliyor.
Güzellik standartları değişse de, kırmızı tırnaklar hala asaletin, gücün ve cazibenin sembolü olarak tahtını koruyor.
Tarih boyunca kadınlara toplum tarafından belirli roller biçildi. Ancak artık o rollerin dışına çıkmanın zamanı geldi.
Kadınlar, sadece kırmızı oje gibi parlamakla kalmamalı, aynı zamanda kendi güçlerini ellerine alarak hayatta kendi yollarını çizmeli."KADIN" kelimesinden bir harfi çıkaralım ve "KADI" olalım. Kendi mahkemelerimizin başkanı olalım!"
(AÇA/EMK)