Günler öncesinden yazmış ve 17 Mayıs'ta Beşiktaş'ta buluşmak üzere randevu vermiştim.
Öncelikle duruşmaya Gazetecilere Özgürlük Platformu adına katılan, Platform Sözcüsü Ferai Tınç, TGS Başkanı Ercan İpekçi, Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu sözcüsü Necati Abay, sendika ve kitle örgütü temsilcileri, dostlarımıza ve ailelerimize teşekkür etmek istiyorum.
Evet! Bir duruşmayı daha ardımda bıraktım. Ve bu güzel güneşli Pazar gününde yeniden 17 Mayıs gününe dönmek istiyorum.
Duruşma öncesi, her tutsak değişik düzeyde de olda, illaki bir duruşma sendromu heyecanı yaşar. Çünkü her duruşmada sokaklara açılan/açılabilecek bir kapı olduğu bilinir. Bu umut ve beklentiyle duruşmaya gidilir.
Duruşmada tahliye çıkmazsa da, koğuşa döndüğünüzde bir sonraki duruşmaya kadar bıraktığınız yerden mapusluğunuza devam edersiniz.
Eskiye ait olan notları toparlar, ayrıştırırsınız. Gelecek günlere dair zamanınızı planlarsınız.
Siyasi tutsak da olsanız, mapus yatmanın çeşitleri herkes gibi sizin içinde geçerlidir.
Zaman mı öldüreceksiniz, zamanınızı mı değerlendireceksiniz? Her bir tutsağın kendisine yöneltmesi gereken temel sorudur bu.
17 Mayıs sabahı Beşiktaş'a doğru yola çıktığımızda, güne dair belli öngörülerim olsa da; doğrusu bu kadar hareketli bir gün beklemiyordum.
Oldukça neşeli başladığımız günü önce yüksek bir gerilim, ardından yaka-paça duruşma salonundan çıkarılmamız ve akşam saatlerinde dört tahliye sevinciyle noktaladık!
8 Eylül, 2006'da gözaltına alınışımız, 12 Eylül'de tutuklanmamızdan beri ayrı mekânlarda da olsa, sevgilimle yaşadığımız mapusluk günlerinin sonuna gelmiştik.
17 Mayıs hızla geceye yürürken, bu defa tutsaklığımın beni bekleyen bambaşka bir etabını o gece karşıladım.
Beşiktaş'tan döndüğümüzde, artık 18 Mayıs olmuştu. Hapishanenin önü bir şenlik havasındaydı. Müzik eşliğinde halay çekip, slogan atan aileler, dostlar Kandıra Tesisleri'nden sevdiğimi, ömrümü sokaklara götürecek olmanın keyfini, sevincini yaşıyorlardı.
Bizim içinse, yol boyunca paylaştığımız sevinç ve hüzün dolu saatlerin sonu demek ti bu.
Mahkûm kabulde "son sözlerimizi söyleyip, vedalaştık!
Yanımdaki üst aramasını yapan kadın gardiyanla D-6'ya doğru malayı adımlarken, yalnız kalmanın hüznü ve sevgilimi sokaklara, özgürlüğe göndermenin sevinci biricik yoldaşımdı artık!
Koğuş arkadaşları çok beklemişler... Merak etmişler... Duruşmanın geç bittiği bilgisini alınca, ranzalarında çekilmişler.
Gürültüyle açılan koğuş kapısının sesine aşağı indiler. Hızla günü özetleyip, tahliye müjdesini verdim.
Yatakhaneye çıktığımda, ranzamda sevgilimin Salı sabahı gönderdiği son iç posta ile Karataş Ceza evinden gelen Meral'in zarfını beni beklerken buldum.
Ranzaya uzanıp, bir solukta okudum mektupları. Işığı kapatıp yatağa girdiğimde, uyuyabileceğimi sanmıyordum.
Karanlık anılara dokunup sevgilimin ne yaptığını düşünüyordum ki kulaklarımı dolduran ezgiyle kendime geldim.
Hızla ranzadan fırlayıp, arkadaşlara seslendiğimde, saat ikiyi geçiyordu.
Dışarıdan gelen Kürtçe türküye eşlik eden tilili ve slogan seslerinin heyecanı ve coşkusu anında sarmıştı beni.
İşte o an, koğuşun açık penceresinden dışarıdakilerin coşkusuna ortak olup, sevgilimle artık aynı çatı algında özlem biriktirmeyecek olmanın hüznüyle karanlıkta sevgilime yazdığım ilk mektubu bu hafta sizlerle de paylaşmak istedim.
"Ömrüm, sevdiceğim... Saat 2.30 Aralık duran pencereden duydum müzik sesini. Kürtçe bir halay parçası dolduruyor kulaklarımı. O da ne? Galiba seni almaya gelenler halay çekiyorlar. Sandalyemi üst katta basamakların önündeki tek açık pencerenin önüne koydum. Biliyorsun, bu koğuşları ilk önce sekiz kişilik yapmışlar. Sonradan sayısı 12'ye çıkarmak için iki adet ranza daha koyunca, her iki pencereyi de açmak mümkün değil. Ancak aralayabiliyoruz.
Hızla çoraplarımı giyinip, üzerime yeleğimi geçirdim. Ah ömrüm, ah sevgilim! Duyabiliyor musun şu an dışarıdan mapushaneye dolan sesleri!
"Devrimci tutsaklar onurumuzdur" sloganı sevinç yüklü seslerle, alkışlarla işte yatakhanede, üst katta! Elimi uzatsam her birine dokunacakmışım gibi.
Bilirsin Kandıra tesislerinde her daim gecenin karanlığını kirleten spot lambalar eksik olmaz! Onlardan payıma düşenlerin yarattığı loşlukta yazmaya çalışıyorum. Daha doğrusu da aslında karanlıkta yazıyorum bu satırları, sabahleyin nasıl bir tablo ile karşılaşacağıma bakarım artık.
İçim içime sığmıyor bir tanem. Demek ki, hala çıkmamışsın. Hala aynı çatının altında soluk alıyoruz. Aynı çatı altındaki havayı paylaşıyoruz. Oysa, artık gitmişsindir diye düşünmüştüm ışığı kapatıp, ranzama çekildiğimde.
Geldiğimde ranzamda beni bekleyen mektubunu aldım.
Kana kana okudum. Meral'in mektubunu da okudum. Bakar mısın? Hani onun 8 Mart kartına yazdığı "mor çiçekle Gelen Dostlar" şiirinden esinlenerek yazdığım mektup vardı ya Mersin Ses Radyo'da program yapan Hacer Koçak programında okumuş o mektubu. Karataş Hapishanesi'nde Meral'lerde dinlemişler bu programı. Yani bilmeden bana yaptığı sürpriz, bir başka sürpriz olarak kendisine dönmüş. Ve o heyecanla, kaleme sarılıp mektup yazmış. Ne güzel değil mi ömrücan? Burada olsaydın mektubu yarınki iç posta ile sana da gönderirdim.
Işığı kapatıp ranzama uzandığımda, kollarımı birbirine kavuşturup bugün özgürlüğe uğurladım seni ömrümün baharı, ikizim yeşil erik dallı sevgilimi sımsıkı kucakladım. Ve uyuma pozisyonuna geçtim. Ama ne mümkün! Anında kendimi anılar denizinde kanat çırpıp, geleceğe dair düşler kurarken yakaladım.
Şu an dışarıdaki halaydayım bir tanem. Sesimi seslerine katıyorum usulca...
Usulca diyorum. Çünkü arkadaşlar uykuya devam demeyi tercih ettiler. Oysa ben ömrümü yolculamak, dışarıda gelen müzikle halay çekmek istiyorum. Hatta becerebilsem pencereden tilili çekerek seni uğurlamanın sevincini yaşamak istiyorum.
Dışarıdan gelen; "içeride dışarıda hücreleri parçala" sloganı beton hücreleri bilmem aman, benim bütün hücrelerimi aya kaldırdı. Ancak burada kaldığım için değil. Slogan seslerinin yarattığı değişik, bam-başka bir ayaklanma hali bu!"
Şimdilik kendi kendime diyorum ki; ömrüm giderken bana seslenip, hoş çakal demeyi akıl etse!
Gökyüzünü seyrediyorum. Griye bürünmüş. Keşke lacivert bir gecede parlayan yıldızla uğurlayabilseydim seni. Bildiğin o en parlak yıldızda buluşsaydı bakışlarımız. Alkış sesleri geliyor canımın içi. Galiba çıktın! Megafondan çıkan sesi anlamaya çalışıyorum. Slogan sesleri arttı. Gecenin bu saatinde kuş sesleri eşlik ediyor sloganlara.
Kendi kendime soruyorum: Arakada kalmak mı zor? Bırakıp gitmek mi? Ayrılırken vurgunu olduğum ela gözlerimde bırakıp gitmenin daha zor olduğunu gördüm. Şu an mutluyum ömrüm. Hem de çoook!!! Yüreğim seninle! Ringte anlaştığımız gibi, seninleyim şu an. Bütün sevincimle, hüznümle, coşkumla, çılgınlıklarımla.
Bak şimdi birlikte kapıdan çıkıp bekleyenleri kucaklayacağız. Onlara sesleneceğiz. Sonra sen yola koyulmadan önce bana, bize, tüm tutsaklara seslenip; hoşçakal diyeceksin.
Düdük sesleri karışıyor geceye. Saat üç oldu. Müzik sesi kesildi. Uzaktan bir köpeğin havlamaları karışıyor şafağa yürüyen geceye. Ve ben ömrüm, galiba birazdan seni uğurlayacağım. O anı kaçırmak istemiyorum. Sesini duymak istiyorum bir tanem. Sessiz sedasız gitmemelisin buradan. Bir ses! Bir ses ver! Hadi be karam! Mümkün olsa, pencereden çığlık çığlığa sesleneceğim sana: Güle güle karam. Güle güle ömrümün baharı. Güle güle sevgilim, aşkım, emeğim. Sevgim her daim yoldaşın olsun. Başarılar diliyorum.
Arabanın teybi susunca, nasıl da değişti burası. Anlamaya, sesleri ayırt etmeye çalışıyorum. Çıkıp çıkmadığını merak ediyorum. Yoksa bekleyenler molamı verdi, birazcık dinlenmek için? Yoruldular! Haksız da değiller. Sabahtan beri ayaktalar.
Saat üçü on geçiyor. Sloganlar yeniden başladı. Kalbim nasıl da çarpıyor. Bir bilsen gülüm, çok heyecanlıyım!
"Komplolar sökmedi sökmeyecek","Devrimci tutsaklar onurumuzdur", "İçerde dışarıda hücreleri parçala", ... bir biri ardına sloganlar doluyor penceremden içeri. Anlayacağın sırayla gidiyor ömrüm. Bu tempodan, çıkışının yaklaştığını hissediyorum. Görsen canımın içi bu karanlıkta hem uyuyanları rahatsız etmemek hem de seninle her anı paylaşmak için nasıl da çaba harcıyorum.
Daha bu sabah ringin bölmesinden sana Alpay'ın "Dağların arkasında yar" şarkısını revize ederek söyledim. Şimdi o şarkının revize edilmiş halini; "Duvarların arkasında yar/önünde de jandarma var" sen bana söyleyeceksin. Bense, artık şarkıyı aslına uygun söyleyebilirim.
Ömrümü, sevgilimi özgürlüğe uğurlamanın sevincini ve yalnız kalmanın hüznü iç içe yaşıyorum. Yetim kalmış gibi hissediyorum kendimi! Ama merak etme! Gerçekten mutluyum, sevinçliyim ve iyiyim bir tanem.
Bilirsin, ne zaman ayrılık kapımızı çaldıysa, hangi koşulda olursak olalım her daim ikimizde çok üzüldük, hüzünlendik. Şimdiye kadar her çeşit duygumu özgürce yaşadım ve paylaştım. Bu gecede özgürlüğümde taviz vermeden yaşayacağım duygularımı. Böyle yaşamak ve paylaşmak bizim hakkımız gülüm. Ayrılığın hüznünü de acısını da yaşayacağız. Ve elbette senin özgürlüğünü, sokaklara gidişinin sevinç ve coşkusunu da paylaşacağız. İkisi de hakkımız. Seni seviyorum ömrüm! Hem de çook!
Ömrü can koğuşa geldiğimde, peş peşe iki sigara içtim. Biri senin için, diğeri de benim içindi. Seni uğurladıktan sonra bir sigara yakacağım. Bu da özgürlüğünün şerefine olacak!
İşte geldin! Söz sende canikom. Ah karam, yediveren güllerimin goncası, dön bu tarafa! Seslen bana. Sunucunun sesi ne kadar netti. Hadi sen de bağırsana!
Saat üç otuz oldu. Kürtçe bir halay parçası çalıyor. Arabalar hareket etti. Islıklar ve alkışlar, sloganlar. Hadi karam ses ver! Seslen! Bağırsana: "Hoşça kal ömrüm, seni seviyorum" diye! Tıpkı benim koliye giderken öne fırlayıp, sizin koğuşun koridorunun başında "Günaydın ömrüm, sen, seviyorum "koliye gidiyorum" diye seslendiğim gibi!
Gecenin karanlığında, seni şafağa uğurluyorum ömrücan. Şafak gibi duru, şafak gibi bitimsiz ol!
Bu ses senin ömrüm.Bu sensin canımın içi..
Güle güle ömrüm... Yolun açık olsun. Başarılar diliyorum. Hoşça kal.
Saat üç kırk. Arabaların motor sesleriyle uzaklaşıyorsun. Gidiyorsun işte!
Sessizlik yeniden hâkimiyetini ilan etti gecenin karanlığında. Ve ben yeniden hapishanenin geceye işlemiş sessizliğindeyim.
2 Ekim,2009'da Gebze Hapishanesi'nde mapusluğumuzun dördüncü yılında aynı çatı altında özlem biriktirmeye başlamıştık.
5 Ekim, 2010'da Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishanesi'ne geldik birlikte.
Ve şu an 18 Mayıs, 2011'deyiz: Saat 3.45 Ömrümle aynı çatı altında özlem biriktirdiğimiz günler bitti.
Şimdi yalnızlığımda özlem biriktirme zamanındayım!.. (FE/ŞA)
* 22 Mayıs, 2011, Kandıra, 2 Nolu T Tipi Hapishanesi