Gül+Dünya...
Bu iki sözcük, sanıyorum ki her insanda güzel çağrışımlara yol açar. Güldünya'nın öldürüldüğüne dair haberi okuduğumda; bu ismin içerdiği umutlar, güzel hayaller ve bu yaşamın sonlanış biçimi arasındaki derin tezattan çok sarsılmıştım.
Aklımın, yüreğimin bir köşesinde hep yerini korudu bu sarsıntı ve Adana'da, güpegündüz caddenin ortasında, polisler ve bir sürü insanın gözlerinin önünde/adeta seyirlik bir durum varmışçasına bakakalışlarıyla/kocasının bıçak darbeleri ile öldürülen kadından, yüzü gözü mosmor görüntüsüyle televizyon ekranlarından koruma istediğini dile getiren kadının, korunmayarak ölüme gönderilişinin haberini duyuşumla ve o günden bu yana pek çok öldürülen kadınlarla pekişti.
Bir öğrencimin uluslar arası bir yarışma için sunması gereken modern dans parçasını üretmek işi, bir aksaklık neticesinde üzerime kaldığımda Güldünya fırlayıverdi derinlerde beklediği yerden.
Anonim bir ağıt aradık uzun süre. Bulabildiğim ağıtlar Kürtçe idi, oysa kadın cinayetleri bir ayrım gözetmiyordu. *Genç bir besteci arkadaşıma Güldünya'yı ve aradığımız sesleri, tepkileri, duyguları aktardık ve müziğimiz üretildi.
"Öldürülmüş kadınların anısına" Sinop'ta, kadınlı erkekli karmaşık bir seyirci kitlesine sunuluşunun ardından, kadınlarla ilk kez Eskişehir'de buluştu. Tepebaşı belediyesinin etkinlikleri kapsamında, ışık vb. sahne imkânları olmayan bir alanda seyredilmiş olmasına karşın; kadınlarla duygu ve algı birlikteliği yaratabildi. İzleyen kadınların kiminin gözlerini yaşarttı, kiminin kızgınlığını, öfkesini arttırdı.
Seyrin ardından yaptığımız karşılıklı söyleşide kadınların duyguları söz oldu, dile geldi bize ulaştı... Biz, farklı çevrelerden, farklı alanlardan kadınlar, dans aracılığıyla ortak bir dil oluşturduk.
Dansın, balenin birçok işlevi olabileceği gibi; yaşananlara dikkat çekmek, yaşananlar karşısında ortaklaşa duygularda buluşmak, sevgisini, inancını, öfkesini, yaşam sevinci, mutluluk ya da karşı duruşu dile getirmek için de bir yol olabileceğine inananlardanım. Güldünya'dan hareketle yaptığımız bu sunum; bu inancımın pek de haksız olmadığını gösterdi bana/bize. Kimi sığınma evinden gelmiş, kimi akademisyen, kimi ev kadını, başka başka kadınlar olan bizleri aynı duygularda buluşturabildi.
Sanat, insanın kendi ruhuyla ilişkisini dönüştürür
Sunumun ardından yaptığımız söyleşi; farklı mecralarda her fırsatta dile getirdiğim, sanat eğitiminin bir hak olduğuna dair düşüncelerimi de paylaşma fırsatı verdi. Türkiye büyük bir coğrafya parçası, sanat eğitimi devletin sunduğu eğitim olanaklarından biri ve ne yazık ki sadece altı ilde konservatuar eğitimi olanağı var.
Oysa: sanat eğitimi dönüştürür, farklı davranış biçimleri, farklı, başka başka yaşam algıları kazandırır. İnsanın, kendi bedeniyle, ruhuyla ilişkisi dönüşür, kadın erkek ilişkisine bakışı, öteki algısı değişir... Ve sanat/bale eğitimi almak için, hiç de, sanat camiası ya da elit diye tanımlanan kesimlerden gelen birinin çocuğu olmak gerekmez. Konservatuarlarımızda yaşanmış pek çok örnek var: akrabalarının deyimiyle; "Hocam, o yaz aylarında köyde davar güdüyor" dedikleri bir erkek çocuk, ya da şehrin varoşlarında yaşamakta olan bir kız çocuk da bu eğitimi alma fırsatı bulduğunda Avrupalı Amerikalı benzerleri gibi başarılı olabilir, meslek edinebilir.
İnsan hakları, kadın ve çocuk hakları, eğitim hakkı gibi; haklar açısından bakınca sanat eğitiminin de bir hak olduğunu düşünmekteyim. Gösterinin ardından yaptığımız bu söyleşi; izleyen kadınlarla bu düşüncelerimi paylaşmak, çocuklarıyla ilgili bu tür olanakların da var olduğu bilgisini onlara ulaştırmak bakımından da işlevsel oldu.
Eskişehirli kadınlarla buluşmamıza yol açan Nadire Mater'e, Doç. İncilay Cangöz hocaya ve etkinlik için emek veren genç kadınlara; yüreğimin gizli köşesinden çıkıp hayata karışan Güldünya için üretilmiş dansı ve bu düşüncelerimi paylaşma fırsatı verdikleri için teşekkür ederim. (MA/IC)
Doç. MürÎde Aksan, Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı Bale Anasanat Dalı Başkanı
*Besteci: H.Ü.A.D.K. Kompozisyon Anasanat Dalı Öğretim Üyesi, Doç. Metin Munzur