Margarete Schütte-Lihotzky (1897-2000), kısa adıyla "Grete", geçen yüzyılın siyasal gelişmeleri ve mimarlık etkinlikleri içinde önemli konumlarda yer almış, direniş ustası bir kadın. Viyana'da doğmuş büyümüş, Viyana Tatbiki Güzel Sanatlar Üniversitesi'ni bitirmiş, ülkenin ilk kadın mimarı, 20. yüzyılı başından sonuna kadar yaşamış.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Avusturya - Macaristan İmparatorluğu dağılmış, Viyana'da yoksulluk kol gezmektedir. Sosyalist hareket, her türlü iç çatışmaya karşın giderek güçlenmektedir. 1917 sonrası, devrimin beklendiği bir ülkedir Avusturya. Viyana'da sol oylar yüzde 60'ı bulmuştur. Sol, kent yönetiminde etkin bir yerel politika sürdürmektedir. Özellikle işçilerin barınma koşullarını iyileştirme yolunda ciddi girişimler gerçekleştirilmiş, çağdaş mimarlık ürünü konutların oluşturduğu yeni işçi mahalleleri inşa edilmiştir. Grete'nin meslek yaşamı böyle bir ortamda başlar ve devam eder.
Dönemin usta mimarlarıyla birlikte çalışma olanağı bulan Grete, daha öğrenciliğinden başlayarak işçilerin yaşam koşullarını ayrıntılı olarak incelemiştir. Getirdiği mimari çözümler son derece rasyoneldir. Her tuğlası, her santimi son derece hesaplı tasarlanmıştır. Bu tutumunu meslek yaşamı boyuncu sürdürür.
Lihotzky, günümüz konut mutfaklarının ilk prototipi olan ünlü "Frankfurt Mutfağı" ile tanınır. Usta gözlemciliği ile Taylorist iş yöntemlerinin "zaman ve hareket" etütlerini kullanmış, kutu gibi ama her gereksinime yanıt veren bir mutfak tasarlamıştır.
Almanya-Frankfurt'a yayılan çalışmalarında Grete, sosyal konutların yanı sıra özellikle anaokulları ve kreş gibi eğitim yapılarının tasarımında da uzmanlaşır. 1929 krizi nedeniyle konut yatırımları durmuş, çalışma olanakları kısıtlanmıştır. SSCB hükümetinden aldıkları bir davet üzerine bir grup iş arkadaşıyla Sovyetler Birliği'ne geçer. Kendisi gibi mimar olan kocası Wilhelm Schütte de onunla birliktedir.
SSCB'de kurulmakta olan yeni ağır sanayi merkezlerindeki konut, okul, sağlık yapıları gibi sosyal tesislerin tasarımında çalışırlar. Bu çalışmalar 1937'ye kadar sürer. Karı koca bir ara uzunca bir tren yolculuğunu göze alarak Japonya'ya ve Çin'e gider. Yolculuk gezi amaçlıdır ama Çin'de kısa bir süre de olsa Çinli mimarlarla görüşme, eleştiri ve önerilerini iletme olanağı bulurlar.
İstanbul'a geliş
1937 yılına gelindiğinde Moskova'da politik ortam yabancılar için sıkıntılı olmaya başlamıştır. Pasaportlarının süresi bitmek üzeredir. Fransa'ya geçerler, iki yıl kadar Paris'te yaşar ve çalışırlar. Faşizm ve Nazi orduları Avrupa'da giderek yayılmaktadır. Avusturya işgal edilir. Grete bu duruma seyirci kalmak istemez, antifaşist direnişe katılma yollarını aramaya başlar. Bu arada Nazizmden kaçan bilim insanları ve uzmanlar için Türkiye'de çalışma olanağı söz konusudur. Ayrıca Avusturya direnişinin bir kolu İstanbul'dadır. Türkiye'de bulunan dostları Bruno Taut'un aracılığıyla Türkiye'den resmi bir davet alırlar ve İstanbul'a gelirler.
Grete, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olarak Güzel Sanatlar Akademisi'nde hocalık yapmaya başlar ve bakanlığın bazı projelendirme çalışmalarında görev alır. Örneğin, Anadolu'da yapılacak köy okulları için tip projeler geliştirilmesi, Ankara Kız Lisesi'ne yapılacak eklerin projelendirilmesi çalışmalarını yürütür. İstanbul'daki yaşamları rahattır ama Grete'nin aklı ülkesindedir ve daha Moskova'dayken Avusturyalı komünistlerle ilişki kurmuştur.
1938 yılı Kasım ayında bir gün Akademi'deki odasına yakışıklı bir genç gelir. Herbert Eichholzer de mimardır ve Avusturya Komünist Partisi KPÖ'nün yurtdışı grubu sorumlusudur. Onun önerisiyle Grete, parti üyesi olur. İstanbul'da direnişe yönelik parti çalışmalarına katılır. İsteği üzerine Parti onu Avusturya'ya çağırır. 1940'ta Viyana'ya gider, direnişin liderleriyle ilişkiye geçer, yurtdışından getirdiği bilgileri aktarır. Ancak çok kısa bir süre içinde, gruptaki "Sonya"nın ihanetiyle Grete ve arkadaşları Gestapo'nun eline düşer.
Ankara'dan gönderilen sahte belge
Yargılama sonunda arkadaşları idam edilir, Grete son dakikada idamdan kurtulur, 15 yıl hapis cezasına çarptırılır. Grete'nin idamdan kurtuluşu, eşi Wilhelm Schütte'nin biraz karışık yollardan elde ettiği bir sahte belge ile mümkün olmuştur. Belge, yeni bir iş sözleşmesi yapmak üzere Ankara'dan, Milli Eğitim Bakanlığı'ndan gönderilen bir davet yazısıdır. Naziler, Türkiye'nin önem verdiği, ülkeye çalışmak üzere çağırdığı bir insanı idam etmekten kaçınmışlardır. Nazi yönetimi, kendi yanına çekmek istediği "tarafsız" Türkiye ile ilişkilerin bozulmamasına önem vermektedir.
Grete'nin Nazi toplama kampları ve cezaevlerinde 1527 gün türlü baskılar altında süren tutsaklığı 1945'te müttefik ordularının zaferi ile sona erer. Margarete Schütte-Lihotzky, yaşamının bu dönemini "Erinnerungen aus dem Widerstand - Das kämpferische Leben einer Architektin von 1938-1945" (Direnişten Anılar - Bir Mimarın Savaş Yılları 1938-1945) adlı kitabında ayrıntılı olarak anlatmış. Kitabın ilk bölümünün başına Nazım'ın şu satırlarını koymuş: "Sen yanmazsan, ben yanmazsam/Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa."
Savaş sonrası çalışmaları
Frankfurt Mutfağı uygulaması ve planı (Fotoğraf: https://www.arkitera.com)
Savaştan sonra iki yıl kadar Bulgaristan'da mimar olarak çalışır, 1947'de Türkiye'den gelen eşi ile Sofya'da buluşurlar, Viyana'ya dönerler. Kentte savaş yıkımlarının onarılması çalışmalarına katılırlar. Ama bir süre sonra politik nedenlerle Grete işsiz kalır. Komünisttir ve savaş karşıtı eylemlerini sürdürmektedir.
Grete, Nazi toplama kamplarında ve cezaevlerinde kadınlar arasında yaşadığı dayanışmayı savaş sonrasında da sürdürür. 1948-1969 yıllarında Avusturya Demokratik Kadınlar Birliği BDFÖ'nün yönetimindedir. 1960-1969 yılları arasında Urania Kültür Merkezi Kadınlar Komitesi'nde görev alır ve savaş karşıtı, antifaşist film gösterileri düzenler. Ayrıca, Avusturya Direniş Savaşçıları ve Faşizm Kurbanları Birliği (KZ-Verband)'nin Kültür İşleri Görevlisi olarak çalışır. Avusturya Barış Komitesi'nin 1950 yılındaki "Asla Unutma" adlı sergisinin ve 1975 yılında düzenlenen "Hiroşima 30 Yıl" adlı serginin tasarımlarını yapar.
Bu arada bir süre yurt dışında mesleğini uygulama olanağı bulur. Çin'de, uzmanlık konusu olan eğitim yapılarının tasarımına ilişkin danışmanlık çalışmaları yapar. Bir ara Küba'ya gider. Küba'da ona eşlik eden çevirmeni, daha sonra Che Guevera ile birlikte Bolivya'da yaşamını yitirecek olan Tamara Bunke'dir.
Ülkesi ve kenti, Grete'ye hak ettiği saygıyı biraz geç kalmış da olsa 80'inden sonra gösterir. Kendisine 1980 yılında Viyana Kenti Mimarlık Ödülü verilir. 1988 yılında Cumhurbaşkanı Kurt Waldheim tarafından verilecek onur ödülünü, Waldheim'ın Nazizme bulaşmış geçmişi nedeniyle almayı reddeder. 1990'da "Frankfurt Mutfağı"nın birebir bir modeli Avusturya Uygulamalı Sanatlar Müzesi'nde sergilenmeye başlanır. Lihotzky hakkında televizyon programları yapılır, bir tiyatro oyunu yazılır. Hatta "Frankfurt Mutfağı" adlı bir şarkı bile bestelenir.
1997'de 100. yaş gününü Viyana Belediye Başkanı ile vals yaparak kutlar. Yaş gününde "Hayatımda bir kere de olsa zengin birine bir ev tasarlasaydım, pek keyifli olacaktı" diye dalga geçer. Aynı yıl KPÖ'nün geleneksel yıllık etkinliğinin açılışını yoldaşlarının yoğun sevgi gösterileri arasında Grete yapar. Benimsediği dünya görüşüne ve İstanbul'da üye olduğu partisine ömrünün sonuna kadar bağlı kalır.
Bizim yaptıklarımız, yapamadıklarımız
1940'larda ülkemize gelen "Almanca konuşan" mimarlar, örneğin Bruno Taut, Clemens Holzmeister, belki önemli yapılara imza attıklarından olacak, sık sık hatırlanır bizim mimarlık ortamında. Onlar hakkında yazılmış makaleler, kitaplar, yapılmış tezler vardır. Lihotzky üzerinde pek durulmamıştır. 1996 yılında Mimarlık dergisinin 270. sayısında yayınlanan Salih Birtan Karain'in ayrıntılı makalesini saymazsak, neredeyse Türkçe literatürde Lihotzky hakkında pek bir şey bulamazsınız. Oysa böyle direniş anıtı bir meslektaşlarına sahip çıkmak bizim mimarlara çok yakışırdı.
Yıllar oluyor, Lithozky için ne yapabiliriz diye zaman zaman Oda'dan, Mimarlar Derneği 1927'den arkadaşlarımla konuştuk ama nedense dişe dokur bir etkinlik ortaya çıkaramadık. Avusturya Elçiliği yetkilileri ile ayaküstü görüştük, ilgiyle karşıladılar. Sonunu getiremedik. Zamanında Lihotzky'nin kendi ülkesinde karşılaştığı ambargoya benzer bir neden mi vardı demek istemiyorum. Herhalde durum bizim beceriksizliğimizden kaynaklanıyordu diyeyim.
Lihotzky'nin "Direnişten Anılar - Bir Mimarın Savaş Yılları 1938-1945" adlı kitabı dikkatimizi çekmişti. Çoğu çalışmayı kendileriyle paylaştığım Bülend Tuna ve Ali Rüzgar'la konuştuk durduk, nasıl yapsak da bu kitabı Türkçeye kazandırsak diye. Üç yıl kadar önceydi, çok tanınmış bir yayınevinin yöneticilerinden bir dostumuza önermiştim bu işi. İlgiyle karşıladı, "Hemen bizim yayın kuruluna götüreyim" dedi. Bir ay sonra "Kurulda, memleket okurunu fazla alâkadar etmeyeceği kanaati ağır bastı maalesef" yanıtını verdi.
Biz ne yapsak derken meğer birileri, hem de çok güç koşullarda Lihotzky'nin kitabını Türkçeye çeviriyormuş. Bu iş ancak bu kadar anlamlı olabilirdi. Kitabın çevirmeni, demokrasi ve insan hakları savunucusu, eylem insanı bir kadın Suzan Zengin.
Zengin, kitabı, düzmece bir suçlamayla iki yıl tutuklu kaldığı hapishanede çevirmeye başlamış. Serbest bırakıldığında, ağırlaşan sağlık koşulları nedeniyle çeviriyi tamamlayamamış. Tutukluluğu nedeniyle geciken tedavisi olumlu sonuç vermemiş ve Suzan Zengin 12 Ekim 2011'de aramızdan ayrılmış.
Üretken bir direnişçi: Suzan Zengin
Suzan Zengin'i, ölümünden bir gün önce, Ragıp Zarakoul'nun onun için Evrensel'de yazdığı yazıdan aktardığımız şu satırlarla tanıyalım ve analım:
"Suzan Zengin bir çevirmen. Kürt değil. Alevi değil. Kimliğindeki tek sakınca, sosyalist dünya görüşünü benimsemiş olması, İHD'de görev alması ve İşçi Köylü gazetesinin Kartal bürosunda çalışmış olması.
"Suzan Sivaslı, dedeleri Suşehri'nden. 70'lerin başlarında Almanya'ya işçi olarak gider aile... Birçok emekçi ailesinin bilinen hikayesi... Suzan 10-11 yaşlarında gitti Almanya'ya... 18 yıl orada yaşadı, eğitimini orada yaptı, göçmen ve sürgünlerin sorunları ile ilgilendi.
"Suzan 15 gündür komada. Bir kalp ameliyatı geçirdi. Ve hâlâ uyanamadı... Suzan, saçma sapan iddialarla 2 yıl haksız olarak hapiste tutuldu. Çünkü TMK, daha çok kimliklerle uğraşıyor, somut suçlar ve deliller yerine. Ve Suzan peşin olarak "potansiyel suçlu" kabul edildi, dünya görüşünden dolayı.
"Suzan'ın bağışıklık sistemi altüst oldu... Olmayan sorunlar gündeme geldi. TC Devleti, 'emanet'e bir kez daha saygı göstermedi. Sağlıklı teslim aldığını, ailesine sağlıksız teslim iade etti. Bu da bir çeşit yargısız infaz değil mi? Zamana yayılmış bir ölüm cezası değil mi?"
Suzan Zengin'in diğer çevirileri
Ragıp Zarakolu'nun yazdıklarından, Suzan Zengin'in ne kadar üretken olduğunu, hapiste, kötüleşen sağlık koşullarına karşın iyi işler yapmayı sürdürdüğünü öğreniyoruz. Suzan Zengin'in son çeviri çalışmaları hakkında Ragıp Zarakolu özetle şöyle diyor:
"Suzan cezaevinde de boş durmadı. El yazısı ile tercümeler yaptı... Hapishaneden hastaneye terfi etmeden önceki Araf döneminde, tercümelerini baskıya hazırladı... Bunlardan biri, Tessa Hoffmann'ın derlediği, Berlin'de toplanan bir konferansın tebliğleri idi: 'Birinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Anadolu Hıristiyanlarının Sürgün, Kıyım ve Tasfiyesi'...
"Suzan birçok antolojiyi de dilimize kazandırmıştı: 'Kıbrıs Elen Edebiyatı', 'Selanik Öyküleri', 'Süryani Halk Öykü ve Türküleri' gibi. Bir başka kitap ise çok az bilinen 1912 Arnavut İsyanı üzerine... Hepsi bir boşluğu dolduran son derece ilginç yapıtlar... Ondan Ho Şi Minh'in 'Cezaevi Şiirleri'ni de çevirmesini istemiştim."
Suzan Zengin'in ölümüyle yarım kalan Lihotzky çevirisini kızı Pınar Uyan tamamlamış. Kitap, Kasım 2017'de Nisan Yayıncılık tarafından yayınlanmış. Kitabı, bu topraklardan gelip geçmiş yüzyıllık direnişçi bir mimara bizim göstermemiz gereken saygının bir ifadesi olarak değerlendirmeliyiz. Kitabı Türkçeye kazandıranlara; Suzan Zengin'e, Pınar Uyan'a, Nisan Yayıncılık'a sonsuz teşekkürler. (AŞ/AÖ)
*Margarete Schütte Lihotzky, çev. Suzan Zengin - Pınar Uyan, 1938-1945 Direnişinden Anılar, Nisan Yayımcılık, Kasım 2017