Antonio Gramsci, 22 Ocak 1891’de Sardinya’da dünyaya geldi. Güney İtalya’nın toplumsal dışlanmışlığı ve ekonomik eşitsizliği, henüz çocukken hayatını şekillendiren unsurlardan oldu. Yedi çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olan Antonio, babası Francesco’nun hapse girmesiyle küçük yaşta büyük sorumluluklarla tanıştı ve ailesini geçindirmek için çeşitli işlerde çalıştı.
Öğrencilik ve sosyalizme yöneliş yılları
1911’de Torino Üniversitesi’nde filoloji ve tarih öğrenimi görmek üzere Sardinya’dan ayrılan Gramsci, dil ve kültürün toplumsal yapılar üzerindeki etkisini derinlemesine incelemeye başladı. Ancak Torino’da geçirdiği yıllar, yalnızca bir akademik öğrenme süreci değil, aynı zamanda işçi sınıfının mücadelesine yakınlaşarak ideolojik bir uyanış yaşadığı bir dönemdi. Sanayileşmenin hızla yayıldığı bu şehir, Gramsci’yi işçi hareketlerine ve sosyalist ideallere yöneltti.
Üniversite yıllarında İtalyan Sosyalist Partisi’ne (İSP) katılan Gramsci, sosyalist yayınlar aracılığıyla Marksist düşünceye olan ilgisini derinleştirdi. Ancak 1915’te hem sağlık sorunları hem de maddi zorluklar nedeniyle eğitimini tamamlamadan üniversiteden ayrılmak zorunda kaldı.
İtalyan Komünist Partisi'nin kurucuları arasında
Gramsci’nin Torino’da edindiği deneyimler ve teorik birikim, 1921’de Amadeo Bordiga ve Nicola Bombacci ile birlikte İtalyan Komünist Partisi’nin (PCI) kuruluşuna öncülük etmesine katkıda bulundu. İtalyan Komünist Partisi’nin kuruluşunun gerisindeki başlıca dinamik sosyalist partinin reformist ve uzlaşmacı eğilimlere yönelişine karşılık Büyük Ekim Devrimi sonrasında işçi başkaldırılarıyla eşzamanlı olarak bütün kıtaya yayılmış olan “devrimci öncü parti” fikriydi.
Bolşeviklerin büyük desteğini alan PCI, 3. Enternasyonal’e kabul edildi ve hızla İtalya’daki yükselen faşist hareketle siyasal mücadeleye girişti. İSP’ye “Faşizme karşı ortak cephe” çağrıları yaptı. Bu girişimlerinde reformcu solun büyük sermayeye yönelik tavizkâr tutumlarından dolayı, 1918 sonrası ekonomik krize yanıt veremeyişine öfkeli işçi kitlelerini Mussolini önderliğindeki faşist harekete kaybettiler.
29 Ekim 1922’de faşistler İtalya'da iktidara geldi.
Gramsci parlamentoda
1924 seçimlerinde Gramsci, başkenti Venedik olan Veneto bölgesi milletvekili olarak parlamentoya girdi. Özellikle Mussolini ile sık sık girdiği tartışmalarla dikkat çekti. Gramsci, faşizmi, dönemin çoğu politikacısının aksine, ciddi bir tehdit olarak görüyordu.
Bir konuşmasında, “Faşizmin kanlı bir maskaralıktan başka bir şey olmadığı, faşizmin ‘savaş psikozu’ gibi yaygın terimlerle tartışıldığı, tüm partilerin faşizmi çok kısa süreli, yüzeysel bir olgu olarak sunarak çalışan nüfusu yatıştırmaya çalıştığı zamanlarda bile faşizmi ciddiye alan az sayıdaki kişilerdeniz” diyerek faşizmin tehlikelerini vurguladı. Ancak, bu cesur konuşmaları 1926’da parlamenter dokunulmazlığı kaldırılarak ömrünün geri kalanını geçirmek üzere hapse atılmasıyla sonuçlandı.
Hapishane yılları
Hapishane koşulları Gramsci’nin beden sağlığının ciddi bir biçimde bozulmasına yol açtı. Verem ve çocukluğundan beri çeke geldiği omurga rahatsızlığı “Arteriyoskleroz” Gramsci’nin hem yazma yetisini hem yaşam kalitesini giderek geriletiyordu. 1935’te artan sağlık sorunları nedeniyle yazmaya ara vermek zorunda kaldı.
Gramsci'nin ölümü
Mussolini’ye özel dilekçe yazması koşuluyla serbest bırakılabileceği önerisini “Bana yapılan öneri intihardır. İntihar etmek için içimde en küçük bir istek bile yok” diyerek reddetti. Son günlerinde bir uluslararası kampanya sayesinde hastaneye kaldırılmak üzere şartlı tahliye edildi ve 27 Nisan 1937’de, 46 yaşında hayatını kaybetti.
Hapishane Defterleri
Hapishane yılları, Gramsci’nin hastalıkları dolayısıyla bedensel ve zihinsel dayanıklılığının da sınandığı bir dönemdi. İçinde yaşadığı koşullar, Mussolini’nin “Bu beynin çalışmasını yirmi yıl engellemeliyiz” demesine rağmen, onun düşünsel mirasını oluşturmasına engel olmadı.
Gramsci, hapishane yılları boyunca toplam 33 defter ve 2 bin 848 sayfa yazı kaleme aldı. Bu defterlerde, felsefe, tarih, politika ve toplumsal yapılar üzerine ayrıntılı analizlerle Marksist teoriyi derinleştirip yeniden yorumladı. Yazılarını, cezaevi yönetiminin sansürüne uğratmamak için şifreli bir dille yazdı.
Siyasal yaşamı boyunca reformist sol fraksiyonlara karşı devrimci Marksizmi ateşli bir şekilde savunan Gramsci’nin hapishane notlarında bu pozisyonu terk etmeye başladığı görülür. Almanya’da Spartaküs hareketinin başarısız olması, İtalya’da Mussolini’nin iktidara gelmesi ve sonraki yıllarda İspanya İç Savaşı’nın kaybedilmesinin doğurduğu karamsarlığıu yazılarına yansıttı.
Gramsci’nin düşünsel mirası olan “Hapisane Defterleri” yoldaşlarınca dışarı kaçırılarak koruma altına alındı. Gramsci’nin ölümünden sonra yayımlandı.
Düşünsel mirası
Gramsci’nin bu süreçte ürettiği en bilinen kavram şüphesiz ki “kültürel hegemonya” oldu. Gramsci’nin çözümlemesiyle egemen sınıfın kendi değer ve çıkarlarını herkesin çıkarları gibi yaymasına dayanan kültürel hegemonya, din, eğitim ve medya gibi araçlarla “sözde gerçeklik”yaratır. Hegemonya altındaki kimse, egemen sınıfın normlarını sorgulamaz, ait olduğu sınıfın çıkarlarına karşı duyarsız hale gelir. Fakat bu süreç, yalnızca ideolojik araçların tek yanlı dayatılmasından ibaret değildir. Burada Gramsci’nin kilit vurgusu, egemen sınıfın bu hakimiyeti alt sınıfların rızasını üreterek sürdürülebilir hale getirdiğidir. Bu organik bağ ile kültürel hegemonya kendi rıza üretimini yaratır, rıza üretimi ise hegemonyanın kalıcılığını sağlar.
Bu bağlamda da egemen sınıf, toplumun farklı katmanlarıyla güçlü bir ideolojik bağ kurma ihtiyacı duyar. Bu bağı kurabilecek en önemli taşıyıcılardan biri de yaşam ve düşünceleri mensup oldukları sınıfın yaşamıyla iç içe geçmiş olan, o sınıfın entelektüel zihniyetini, dünya-tarihsel amaçlarını kuran özel bir aydınlar kümesi, Gramsci’nin oluşturduğu terimle “organik aydınlardır." Organik aydın, sınıf mücadelesi sürecinde, toplumu daha geniş bir dönüşüme yönlendirmekle mükelleftir. Sosyolog Besim F. Dellaloğlu’nun deyimiyle “katalizör”dür.
Günümüze etkisi
Gramsci’nin fikirleri, hem 1968’deki küresel öğrenci ve işçi hareketlerine hem de Neo-Marksist akıma önemli ölçüde etki etti. Düşünce tarihine büyük katkılar sunarak, kültürel Marksizmin yeniden yorumlanmasını mümkün kıldı. Onun kültürel hegemonya teorisi, sınıf mücadelesini yalnızca ekonomik bir süreç olarak görmeyen,kapsamlı bir perspektif sundu.
Gramsci’nin düşünceleri, özellikle otoriter yönetimlerin ideolojik manipülasyon ve rıza üretimi aracılığıyla güç kazandığı çağımızda, bir pusula işlevi görmeye devam ediyor.
(BG/AEK)