Bugüne kadar bir koğuş arkadaşlarımı şafak sayarak sokaklara göndermemiştim(k) hiç(*)
Geriye doğru gün sayarak ve yanı başımdaki ranza komşum Meral’in heyecanını, sevinç ve kaygılarını hissetmeye çalışmak…
Arada bir empati yaparak onu anlamaya çalışmak, hakikaten çok güzeldi.
Sayılı günler çabuk geçermiş derler ya!...
Hükümetin açtığı paketlerin hiç biri Meral’e değmese de…
Sayılı günler geçti ve altı yıl sekiz aylık cezanın infazının bitmesine günler kalınca…
Hep birlikte şafak saymaya başladık.
Küçük mahpuslarımızdan Kıvanç’tan bana yadigar kalan:
“Yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz görüş” tekerlemesini bu defa…
“Yatcaz kalkcaz, yatcaz kalkcaz tahliye!” şeklinde uyarlayıp, Meral’e sayılı günlerin sonuna geldiğini hatırlatmak için sık sık kullandım.
Anlayacağınız, sevgili Meral’i 14 Temmuz Pazar sabahı sokaklara uğurlasak da…
Tahliye heyecanı da, telaşı da günler öncesinden koğuşu sarmıştı.
Meral bir yandan toparlanırken, bir yandan da koğuş sakinleriyle teker teker veda sohbetleri yaptı.
Ve her toplu ya da tekil muhabbetlerde, bütün yolların Roma’ya çıkması gibi, bizimki de Meral’in tahliyesine çıktı.
Yine böyle bir anda Meral’e hapishane kapısından adımını atar atmaz ilk yapmak istediği şeyin ne olduğunu sordum.
Biraz düşündükten sonra…
Karşılamaya gelenleri kucaklamanın dışında ilk yapmak istediği şeyin “duvarsız ve tel örgüsüz gökyüzüne bakmak” olduğunu söyledi.
Ve aynı soruyu bana yöneltti.
Yanıtım; “ Bugün artık mümkün olmadığını bilsem de, kollarımı sonuna kadar açıp, ömrümü kucaklamak istiyorum” oldu.
Sonra sözü benim bıraktığım yerden hülya aldı ve bizi kahkahalara boğdu.
1998 Haziran’ında yargılandığı dosyadan birkaç arkadaşıyla birlikte tahliye olmuş.
Sakarya Hapishanesinden çıkışta tahliyecileri aileler karşılamış.
1999 depreminde yıkılan hapishane tıpkı Gebze Hapishanesi gibi mahalle arasında bir yerdeydi.
Hapishaneden çıktıklarında kapı önünde bekleyen kalabalığın ortasında bulmuşlar kendilerini.
Ve önlerine gelen herkesle kucaklaşıp öpüşmüşler.
Tabii kapı önünde birbirine sarılıp öpenler sadece tahliyeciler değilmiş..
Ailelerde sevinçle kucaklaşıp öpüşüyorlarmış.
Bir ara milletle kucaklaşıp sevinç sevinç gösterisi yapan biri dikkatlerini çekmiş.
Birbirlerine o şahsı gösterip, tanıyıp tanımadıklarını sormuşlar.
Sonunda çocuklarını karşılamaya gelen ailelerle o şahsın hiçbir ilişkisi olmadığı açığa çıkmış.
Kapıdaki gardiyanın güldüğünü fark edince “bu kim?” diye sormuşlar.
Gardiyan “mahallenin delisi” olduğunu söyleyince…
Varın artık o anki tabloyu siz tahmin edin.
Zavallı adam belki de o güne kadar kendisine sevgiyle sarılıp öpen bunca kalabalığa rastlamamış olmalı ki…
Önüne geleni kucaklayıp öpmüş!
Hülya’nın kısadan hisse deyip, Meral’e “kapıdan çıkar çıkmaz bizim gibi mahallenin delisine sarılıp öpmeyesin” sözleri kahkahalarımıza karıştı.
Mahpusluk böyle bir şey!
Tam yelkenler fora deyip hüzünlü bir atmosfere kaptırmışken kendini…
Bir anca kendini şen kahkahaların ortasında bulabiliyorsun.
Ve o an gelip çattığında
Sevinç ve hüznün kardeşliği bakışlarda ve ses tonlarında buluşup kendini gösteriyor.
Gürültüyle açılan demir kapı…
Kucaklaşmalar…
Son veda sözleriyle…
“Hoşçakalın dostlarım” ezgisi eşliğinde…
Alkış ve tilililerle noktalandı sevgili Meral’i Sokaklara gönderişimiz.
Sonra mı?
Meral hapishane kapısından çıkar çıkmaz beton duvarların ve NATO tellerinin hapsetmediği, göz alabildiğine sınırsız gökyüzüne bakabildi mi?
Henüz öğrenemedim.
Ama biz onu uğurladıktan sonra kısa ve derin bir sessizlik ardından…
Arada bir “acaba Meral şimdi ne yapıyordur” sorusu eşliğinde…
Bıraktığımız yerden rutin mahpus hayatlarımıza geri döndük.
***
Sabah yazımın taslağını bitirip, biraz dinlenmek ve günlük gazetelerde bakmak için alt kata indim.
Öğlen haberlerinde Cumartesi annelerinin Galatasaray buluşması haberini dinledim.
Oturma eyleminde önce Deniz Gülünay konuşmuş…
Babasının kemiklerini buluncaya kadar pes etmeyeceklerini söylemiş.
Aklıma ilk Galatasaray oturma eylemleri geldi…
Birsen Gülünay ve çocuklarını düşündüm.
Deniz ve kardeşi de oturma eylemlerinde büyüdüler.
Eylemde Cumartesi annelerinden Hanife Yıldız oğluna yazdığı mektubu okumuş.
24 Temmuz 18 yıl önce kendi eliyle karakola teslim ettiği ve bir daha haber alamadığı oğlu Murat’ın doğum günüymüş!..
Bir daha birlikte doğum gününü kutlayamayacağı oğluna duyduğu özlemi, sevgiyi ve onun yokluğunda hissettiği acıları anlatmış mektubunda…
Haberi duyduğum o anda Hanife ablaya bir mektup yazmalıyım diye düşündüm.
Yazmalı ve Murat’ın doğum gününü kutlamalıyım “ dedim kendi kendime.”
Sonra düşündüm ki, kısacık da olsa buradan Hanife ablaya seslenip biricik oğlu Murat’ın doğum gününü kutlamak daha anlamlı olur…
Sevgili Hanife abla;
On sekiz yıldır aradığım oğlun Murat’ın doğum günü kutlu olsun.
24 Temmuz günü sesimi sesine katıp hapishaneden Murat’a “iyi ki doğdun Murat” diye sesleneceğim.
Bir sonraki doğum gününde Murat’a ve sana verilecek en büyük hediye onu kaybederek katledenlerin sanık sandalyesine oturtulmasını sağlamak olacaktır.
Bu dilediğimle seni sevgiyle kucaklıyor öpüyorum.
Kocaman yüreğin her daim aydınlık olsun!..
***
Geçtiğimiz Çarşamba (17 Temmuz) günü Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) geleneksel Basın Özgürlüğü ödülünün tutuklu gazeteciler adına bana verileceğini öğrendim…
TGC’ ye ve Seçici Kurul’a duyarlılıklarından dolayı teşekkür ederim.
***
Ve küçük bir notla bu haftaki yazımı bitirmek istiyorum…
Meral’le tahliye öncesi fotoğraflar çektirmiştik.
Bu yazıyı planlarken çektirdiğimiz fotoğraflardan da eklemeyi düşünmüştüm.
Ancak olmadı, olamadı…
Tab aleti arızalı olduğu için çektirdiğimiz fotoğrafları alet tamir edildikten sonra alabileceğiz.
Gecikmeli de olsa mutlaka paylaşacağım. (FE/HK)
(*) Kandıra Hapishane’sinde Hatice Şahin’i şafak sayarak tahliye edecektik ki, hapishane idaresi henüz kesinleşmemiş disiplin cezasını gerekçe göstererek tahliyeyi engelledi infaz Hakimliği’ne itirazımız sonucunda bir-kaç hafta gecikmeli olarak sevgili Hatice’yi uğurlayabilmiştik
20 Temmuz 2013, Gebze Kadın Kapalı Hapishane