14 Mart 2009 sabahı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin son 20 yıldır ne tanıklıklara, ne sözlere, ne etkinliklere, kim bilir ne görsel sahne sanatlarına dünyanın yine kim bilir ne çok dilinde ettiği ev sahipliklerinde, bu kez şimdi aramızda olmayan ama aslında her dem bizlerle olan o güzel adamı gözüm aradı. Hrant Dink’i yani!
Bu kez onun can yoldaşı, eşi “Beni gözünden bile sakınırdı. Ama görüyorsunuz işte şimdi artık gittiğim yerlerde onu konuşuyorum” diyen Rakel o salondaydı.
Diyarbakır Tabip odası 1996 yılından bu yana son 12 yıldır her yıl 14 Mart Tıp bayramında bir sivil kent soruşturması sonucunda “Barış Dostluk ve Demokrasi” ödülü veriyor. Şimdiye kadar 1996 ile 2008 yılları arasında; Ahmet Altan, Dr. Ata Soyer, Koray Düzgören, Prof. Veli Lök, Dr. Şebnem Korur Fincancı, Dr. Sema Pişkinsüt, Celal Başlangıç, Sezen Aksu, Prof. İonna Kuçuradi, Hüsnü Öndül-Şükrü Hatun, Gençay Gürsoy, Ece Temelkuran ve Yavuz Önen’e ödül verilmişti. 2009 yılının barış, dostluk ve demokrasi ödülüne Rakel Dink’i layık gördüler.
Naçizane olarak, Diyarbakır Tabip Odasına 26 Ocak 2009 tarihinde Uluslararası PEN Yazarlar Örgütü Türkiye Merkezinin Diyarbakır Temsilcisi ve yazar kimliğimle sunduğum mektupta (Çünkü Diyarbakır Tabip Odası ödül verme kararını bu şekilde belirliyor) şöyle yazmıştım: “Bu yılki ‘Barış, Dostluk ve Demokrasi’ ödülünüzün; halkların dostluğu ve Barışın ülkemizde kurumsallaşmasına katkı sunması ve tabii ki başka etnisitelerden olanlara yönelik kindarlık ve örgütlenmelere karşı da bir tavır geliştirmesi manasında, Türkiye’de demokrasi mücadelesinin şehidi olması açısından hâla davası sürmekte olan Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’e verilmesini öneriyorum.”
Bir hafta sonu, sabahının erken sayılabilecek saatinde salonu dolduran topluluğun duygusallığı her hallerinden hissediliyordu. Bunun sebebi elbette daha önceki yıllarda da artık bir gelenek haline dönüşen Diyarbakır Tabip Odasının her yıl 14 Martlarda sahibine takdim ettiği ödül değildi. Olsa olsa bu yılki ödülün sahibinin salonda yarattığı hüzündü. Ödülünü almak üzere sahneye çıkmadan, izlettirilen ve son yüz yıldır Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında insanlara yaşattırılan zulmün, çekilen acıların, ölümlerin, kayıpların hikâyesinin görsel hüznüydü salondaki ağır havanın ilk sebebi!
Rakel Dink konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıktığında sanki söz bir kez daha tükenmişti. Bakışlar ve göz temasının yarattığı ilişki yetmişti bu kez gözlerin dolmasına. Hıçkırık yoktu elbette. Ama herkes yanındakine hissettirmeden elinin tersiyle gözlerini siliyordu. Ödülün sahibi Rakel de aynı haldeydi.
“Gördüğü kardeşini sevmeyen, görmediği tanrısını nasıl sevebilirdi ki” dedi Rakel kutsal kitapların kelamıyla…
İşte belki de bir ödülün hikâyesinin kent izdüşümlerinin de böyle olması gerekiyordu.
Hrant o gün, 14 Mart cumartesi günü oradaydı eminim. Kasım 2003’te Diyarbakır’a bir panel için ilk gelişinde yaptığı duygusal konuşmanın sesi hâla o salondaydı, görüntüleri de. Altı yıl evvelki o günü yaşayanlardan ve salonda olanlar bunu hissettirmişti Rakel’e de diğer tüm konuklara da…