Pub'a gidip bira içiyordu. Müzikle ilgisi kalmamıştı, resimle de. Annesinin evinde, çocukluk ve ilk gençliğinin geçtiği evde oturuyordu. Pink Floyd'un telif haklarıyla yaşıyordu hâlâ. Bir foto muhabiri uzaktan gizlice bir resmini çekmişti 5-10 yıl önce. Saçları dökülmüştü, hafif göbeği vardı. O eski cemalinden eser kalmamıştı. Zaten fotoğraftaki o şahıs, bizim tanıyıp bildiğimiz Syd değildi ki... Kendisi bile hatırlamıyordu Syd Barrett'ı.
Ölüm haberini duyunca, Roger Waters'ın "The Wall" filmindeki "Pinky" geldi aklıma. Eski arkadaşları yıllardır onu çağırıyordu hep. Artık Syd bekleyecek onları. Orada. Neresiyse orası...
Temmuz 2005'te yani tam bir yıl önce www.iktidarsiz.com 'daki yazıyı bulup okudum. Sonra da CD'lerini dinlemeye başladım. Belki siz de okumak istersiniz. Aman yalnız okurken tütün filan içmeyin....
Pink Floyd'un Kurucu Babası Syd Barrett
Kırgın, Kırık, Kargılanmış But Crazy Diamond
Bir kitap, bir de DVD. Olay Cambridge ve Londra'da geçiyor. Kahramanın adı Syd Barrett. Grubu Pink Floyd. Konumuz 60'lı yıllarda isyancı rock'un uyuşturuculu sonu. Kültür tarihinden bir gitar solo. Shine on you...
Geçtiğimiz Pazar günü G8 ülkelerinde yoksullara yardım amacıyla yapılan "G8 Live" konser dizisinin herhalde en önemli yeniliklerinden biri, Londra Hyde Park'ta Pink Floyd'un 20 yıl sonra yeniden bir araya gelip sahneye çıkmasıydı. Pink Floyd bu konserde "Wish You Where Here"ı de çaldı. Parktaki binlerce dinleyici de eşlik etti bu şarkıya. "Keşke sen de burada olsaydın" Pink Floyd elemanlarının, kurucuları Syd Barrett'a hüzünlü bir çağrısı.
Aslında Syd Barrett bu aralar yeniden gündemde.
Geçenlerde Strasbourg'da Fnac'ta dolaşırken, artık bölüm sorumlusunun uzmanlığından mı yoksa öznel bir tercih mi bilemem, bir DVD ile bir kitabı yan yana gördüm: "The Pink Floyd and Syd Barrett story" (1) DVD'sinin siyah-beyaz kapağında uzun saçları, üç günlük sakalı ve dik yakalı siyah balıkçı kazağı ile sola doğru bezginlik belki de çaresizlik ama hülyalı bir bakış fırlatan bir Syd Barrett vardı. Bağımsız müzik yayınevi "Camion Blanc"ın, "Kara Elmas" başlıklı (Belli ki editör Zonguldaklı değil) kitabının (2) kapağında yine siyah fon üzerine, aynı Barrett'in bu kez belli ki uzun bir LSD seansının ardından çekilmiş fotografisi hüzünlendiriyor okuru. 25-30 yıl sonra Pink Floyd'un ilk kurucusu ve lideri hakkında hâlâ yayın yapılıyor. Hatta Barrett taraftarları hala "The Amazing Pudding" (3) başlıklı bir fanzini yayınlamayı sürdürüyor.
49 dakikalık belgeselle 269 sayfalı kitap 60'lı yılların ortalarından bugüne Pink Floyd'un öyküsünü Syd Barrett perspektifiyle anlatıyor. Rock ve psychadelic müzik üzerinden kısa bir kültür tarihi... Kimler yok ki ekrana çıkan ya da sayfalara giren...Roger Waters ve diğer üç Pink, John Lennon, Mick Jagger, Paul Simon, Bob Dylan... Syd'in eski yeni arkadaşları. Hepsi onu özlemle anıyor. Ne kadar gırgır ne kadar garip ne kadar zeki ve yaratıcı olduğunu anlata anlata bitiremiyorlar. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, yıkım ardından ayağa kalkmaya çalışan Eski Kıta'nın yaşlı yerleşik düzenine karşı kimi zaman uyuşturucuyla, kimi zaman cinsel özgürlük bayrağıyla isyan eden 18-20 yaşındaki gençler, başkaldırılarını gitar, klavye ve bateri ile ifade ediyorlardı.
DVD'de ve kitapta bol bol Cambridge manzaraları var ki, ben de o aynı 60'lı yılların başında o kentte bir ilkokul öğrencisi olduğum için başka bir gözle, başka bir duyarlılıkla izledim sahneleri, okudum satırları. Remember when you where young. Pek de rasyonel olmayan nostaljik ve fanatik gözlüklerle, Cambridge haritasını açıp, Barrett ile Waters'ın gezindiği sokak ve parklarda vakti zamanında gezinmiş olduğumu çıkarttım. Sahneye sık sık Waters'ın "The Wall" filmi çıktı. Çünkü sadece "Wish you where here" parçası değil esas olarak "The Wall" Pink Floyd'un aralarından ayrılan arkadaşları Syd'e bir saygı filmi. "G8 Live"ın organizatörü Bob Geldof'un (I don't like mondays) oynadığı Pinky kahramanı, her şeyiyle Syd Barrett'in bizatihi kendisi.
DVD'de çok az, kitapta daha fazla bir şekilde Syd'in (Evet Vegetable Man) gruptan ayrılmasının nedenleri derinlemesine deşiliyor. Anarşist ruhlu Syd, beste ve güftelerinin yanı sıra ressamlığıyla dışa vurmaya çalışıyor iç isyanını. Uyuşturucu ve seks onun için sadece bir tezahür, bir kaçış koridoru. İngiliz burjuva ortamında yetişen Syd'in çevresine, yakınlarına, günlüklerine, okuduğu kitaplara, etkilendiği kişilere baktığımızda, o dönemlerde yavaş yavaş yükselmeye başlayan Marksist hareketin izlerine ya da Üçüncü Dünyada etkisini artıran ulusal kurtuluş hareketlerinden görüntülere pek rastlayamıyoruz. Is there anybody in there. Kitaplığında Sartre yok Françoise Sagan var. (Bonjour Tristesse!) Aslında ebedi ve edebi muhafazakar İngiliz toplumunda, hele Cambridge gibi bir üniversite kenti de olsa, sonuç olarak taşra kazası olan Cambridge'den çok, Londra bile değil ama, Paris, Amsterdam, Roma, Frankfurt gibi kentlerde boy veren siyasi isyancı gençlik hareketinden çok fazla payına düşeni alamamış sanki Syd. O, bu konuda yalnız değil. Çünkü Syd'in ayrılmasından sonra Pink Floyd'un dağılmasına neden olan işte tam da bu siyasi mesele. Liderliğe atanan Waters, siyasi rock'un mimarı olarak grubu yeniden oluşturmaya çalışırken, üç hempa buna karşı çıkınca "The Final Cut". Waters, sonra solo kariyerinde bu siyasi rock çizgisini sürdürdü, sürdürüyor. Amused to death.
DVD ve kitap Syd'in LSD merakı nedeniyle önce gruptan sonra da hayattan koptuğunu savunuyor, Here I go, ama Syd'in kendisini neden bu kadar yüksek dozda LSD'ye verdiğini pek deşmiyor. Syd'in gruptan kopması, Pink Floyd'un San Francisco konserine denk düşmesi tesadüf olmasa gerek.
Gerçekten de 4 İngiliz gencinin parlamaya başlayıp ilk 33 turluk plakları için EMI ile sözleşme imzalamalarının ardından yani artık yüzde yüz profesyonel olmalarının hemen ardından Syd'in dağıtması anlamlı. Konserler, turneler, röportajlar, yani star hayatı minimum bir disiplin getiriyor, üstelik adın sanın bilinince başına bir menecer dikiyorlar, öyle istediğin zaman istediğin şeyi ne iş hayatında ne de özel hayatında yapabiliyorsun. Amatörlükten profesyonelliğe geçiş aynı zamanda zanaatten endüstriye geçişi simgeliyor. Syd'in isyanı işte bu değişime...Ama isyan silahı yok ki.
Syd, virüsten çökmüş bir bilgisayar gibi, uyuşturucunun etkisiyle bir anda bitti. Hafıza silindi tamamen. Gitti ve bitti. Döndü Cambridge'e annesinin yanına. Sıradan bir adam oldu. Saçları döküldü, göbek bıraktı. Pub'lara gidip bira içiyor, kimseyle görüşmüyor, kimseyi tanımıyor, ne resim yapıyor ne de müzik. O artık Syd Barrett değil.
Halbuki Dark Globe'da diyordu ki:
Beni hiç özlemeyecek misin? (RD/TK/EÖ)
(1) The Pink Floyd &Syd Barrett Story, DVD, John Edginton, Otmoor Productions/BBC 2001
(2) Syd Barrett, Le Diamand Noir, Mike Watkinson/Pete Anderson, Camion Blanc 2005,Omnibus Press
(3) The Amazing Pudding, 67 Cramlington Road, Great Barr, Birmingham, B42 2EE UK