Dünyada tüm şiddetiyle devam eden savaşlar için büyük paralar harcanıyor, teknolojik ilerlemelere rağmen sayısız askerin ölümüne engel olunamıyor. Üstelik belirli bir plan çerçevesinde başlansa da çoğunlukla savaşın amacına istenen hızda ve ölçüde ulaşılamıyor. Savaşlar uzadıkça uzuyor, dallanıp budaklanıyor; siviller bir yana özellikle alt kademedeki askerler canından olmayı sürdürüyor, kimileri tarafından ağır bedeller ödeniyor.
Mossad gibi gizli servislerin hedefe odaklanan operasyonları bu durumda daha az masraflı ve daha "insancıl" bir çözüm sayılmaz mı? Kaynağı mümkünse ortaya çıkmayacak, caydırıcı rol oynayacak ve tabii ki bir savaş için zemin hazırlamayacak, suçlu addedilen birkaç kişinin pasifize edilmesine yönelik müdahalelerin nesi kötü?
The Mossad; Imperfect Spies (Mossad; Kusurlu Casuslar) adlı belgeselde tercübeli bazı kurum yetkililerinin argümanları bu yönde. Yönetmenliğini Duki Dror'un üstlendiği 1saat 29 dakikalık yapım, Netflix'te 2019 yılında gösterime girecek dizinin uzun metrajlı belgesel hali. Mossad'ın çok da sevimli sayılamayacak birçok eski üst düzey yöneticisi ölçülü de olsa çeşitli itiraflarda bulunuyor. İsrail propagandası olup olmadığı yönünde mutlaka tartışmalara sebep olabilecek anekdotlarla dolu belgesel çekilirken, filmin öznesi olan Mossadlılar'ın bazı durumlarda yönetmeni de yönetmeye çalıştıkları gözlemleniyor.
Casusluk zor zanaat
Eski yöneticilerinin Mossad'ı, İsrail'in varolmaya devam edebilmesinin garantisi veya bilhassa Yahudiler'e yöneltilmiş soykırım misali, ikinci bir Holokost'un gerçekleşmemesi için bir güvence olarak gördüklerini duyuyoruz. Yıllar boyunca iki veya üç kimlikle hayatlarını sürdürmüş, daima gizlenmek durumunda kalmış yetkililerin bu film vesilesiyle ilk defa kamera karşısına geçtikleri söyleniyor. Objektif bir sonuç elde etmeye niyetli gibi görünen yönetmen Dror karşısındakini sıkıştıracak sorular da soruyor, ahlaki olarak Mossad'ın icraatının sorgulanmasına zemin hazırlıyor. Oysa eski tüfek birçok Mossadlı, aradan yıllar geçmiş olmasına rağmen bazı ayrıntılar hakkında konuşmaktan kesinlikle imtina ediyor.
John le Carré'nin "Casusluk bir tür oyun" cümlesi hatırlanırken, "Çok ciddi bir oyun!" betimlemesi Mossadlılar tarafından ekleniyor. İsrail'e ihanet etmiş Yahudiler’in acımasızca imha edildiği, savaş halinde olunan ülkelerden Mısır'la daha etkin mücadele edebilmek için Nasır'ın damadı Ashraf Marwan gibi kişilerle nasıl işbirliğine girildiği de anlatılıyor. Azınlıklar ve İsrail için anahtar ülke konumundaki Türkiye, Etiyopya ve Şah dönemi İran'ıyla kurulan ilişkilerden bahsediliyor. Güney Sudan'da Müslümanlar tarafından mağdur edilen Hıristiyanlar'a askerî yardım yaparak, hatta gerilla yetiştirerek, faaliyetlerini "Düşmanımın düşmanı dostumdur" düsturuna dayandırdıkları itirafı da var belgeselde. Benzer bir vaziyet, Lübnan'daki Hıristiyanlar’a destek olunurken Filistinliler’e karşı acımasız politikalarını ve müdahalelerini sürdürmeleriyle ortaya çıkıyor.
Fiyaskolar da eksik olmuyor
CIA ve MI6 ile yakın bağlantılarının yanında İran gizli servisiyle işbirlikleri sürerken, Humeyni yanlılarının gasp ettiği devrimden kısa bir süre sonra dinî liderin öldürülme planlarını da öğreniyoruz. Tecrübeli bir Mossadlı, İslami rejimin sonradan dünya çapında lanetlenen icraatı tam belirginleşmemişken öyle bir aksiyonda o zaman bulunmalarının İsrail gizli teşkilatının bir kez daha dünyaca lanetlenmesine yol açma ihtimalinden dem vuruyor.
Kıbrıs'ın başkenti Lefkoşe'de, 1991 yılında girişilmiş bir operasyonun nasıl fiyaskoyla sona erdiği de filmdeki itiraflardan biri.
Hamas lideri Khaled Mashal'a yönelik suikastın, failler hemen yakalandığı için nasıl köşeden döndüğü de filmde heyecanlı ayrıntılarla yansıtılıyor. Nispeten iyi ilişkiler içinde olunan Ürdün'de bir isyan çıkmaması için Mashal'a püskürtülmüş zehrin antidotunun İsrail tarafından tedarik edilip liderin hayatının kurtarılması ödenen en büyük bedellerden olsa gerek.
Münih Olmpiyatlarına katılmış İsrailli sporcuların hayatlarının kurtarılamamış olması da kederle anılıyor, bu yönde Almanya Polis teşkilatının dışlayıcı tavrının rolü de irdeleniyor.
Darısı tüm gizli servislerin başına
Mossad yöneticilerinin İsrail hükümetiyle nasıl sık sık ihtilafa düştükleri, agresif Netanyahu gibi sertlik yanlısı liderlerle mücadelenin zorluğu da filmde geniş yer tutuyor. Hizbullah'ın İsrail'e yönelik en büyük tehdit unsurlarından biri olduğu konusunda da bilgileniyoruz. Bu bağlamda Hassan Nasrallah'ın hararetli söylevlerine maruz kalıyoruz.
İzleyicinin üzerinde soğuk bir his bırakan, seyir sonrası adeta bir kirlenmişlik duygusuna gark olabileceğiniz belgeselin geleneksel televizyon yapımlarından hiç farkı yok.
Bu arada ajan olarak görev aldıklarında evli rolü yapmış iki kişi arasındaki zoraki ilişkinin aşka dönüştüğünü de öğreniyoruz. Ne yazık ki misyon sona erdiğinde kurum tarafından ayrılmaları şart koşuluyor.
Gelecek sene gösterime girecek dizide tahrik edici birçok anekdot daha olduğu hissine de kapılıyoruz. Tabii ki hatırlanan tarihi olaylar dizisi, özenle kullanılmış arşiv malzemesi ve Mossadlı yetkililerin meslekleri yüzünden ödeyip yüzlerine, beden dillerine yansımış bedellerin izleri etkileyici; hatta aralarında gülümsemesi yüzünde duygusuzca donakalanı, irkiltici olduğu kadar acıklı.
Adeta etik bir imtihana tabi tutulduğu söylenebilecek yetkililerden en konuşkan olanı belgeselin sonlarına doğru savaşmaya pek hevesli liderlerin güdümündeki gezegenin geleceğinden epeyce endişeli. Bu bağlamda beyazperdeye yansıyan görüntülerdeki simalar, Putin, Trump, Esad, Erdoğan ve Kim Jong-un. Ve aynı anda sarfedilen "Kendilerine maddi kazanç sağlamaktan başka birşey düşünmeyen liderler" cümlesi... (MT/HK)