Gerçekten kurak ve yol gerçekten çok kötü. Yedi saatlik yolculuk sırasında görülebilen tek şey kuru çalılıklar, kum ve ölü inekler, koyunlar ve develer. Yalnızca zürafalar ağaçların tepelerinde yiyebilecekleri yeşil bir şeyler bulabiliyor. Afrika Boynuzu'ndaki Kenya'nın kuzey-doğusunda yer alan Wajir eyaletindeki kuraklık böyle.
Yardım dernekleri, aynı zamanda savaşın da muazzam sivil acılara sebep olduğu ve bölgenin komşusu olan Somali'ye yardıma koştular. Binlerce insan Kenya'ya kaçtı ve dünyanın en büyük mülteci kampı Dadaab'a sığındı. Ancak aynı kuraklık yüzünden ıstırap çeken Kenya'nın bazı bölgelerindeki insanlar, kendi kendilerine hayatta kalmaya bırakıldılar.
Kenyalı gazeteci ve köşe yazarı Rasna Warah, "Kuraklık burada hep aynı yerleri vuruyor: Kuzey Turkana ile Wajir ve Garissa eyaletleri gibi insanların sürekli yaşamın kıyısında yaşadığı yerleri. Kenya devletinin unuttuğu bölgeler bunlar. Elektrik, sağlık hizmetleri ve eğitim olanaklarından olağan zamanlarda bile yoksunlar" diyor. Bu bölgelerde yaşayan insanların yüzde 90'ından fazlası yoksulluk sınırının altında yaşıyormuş; buralarda hayat hep krizlerle doluymuş.
Warah, aynı zamanda "yardım endüstrisi" olarak da nitelendirdiği yapıyı eleştirmekle de ünlü. Özellikle acil gıda yardımının yozlaştığını ve yardım edilen halkta pasiflik yarattığını öne sürüyor.
Kuraklıkla yaşamak
Wajir eyaletindeki insanlar gerçekten acil gıda yardımıyla yaşıyor.
Wajir kasabasından arabayla bir saat uzaklıkta yaşayan bir toplulukta öğretmen olan Guliye Jimale Osman, "Biraz yiyeceğimiz var ama şu anda suyumuz yok ve yiyecek hiçbir şey hazırlayamıyoruz" diyor. Çalıştığı okul, duvarları güneş sıcağına ve kuma karşı korunmak amacıyla toplanmış ağaç dallarından oluşturulmuş bir kulübe.
Öğretmen Osman, "En yakın su kaynağı 60 kilometre uzakta. Gidip gelmek üç gün alıyor. Burada hiç araç yok ve nadiren bir araba geçiyor" diyor. 2000 kişinin yaşadığı bu topluluk, bir sivil toplum örgütünün (STK) gelip topluluğun yaşadığı alanın ortasında yer alan su tanklarını doldurmasını bekliyor.
Guliye Jimale Osman bizi hasta bir annenin üç küçük çocukla çok kötü şartlarda yaşadığı bir kulübeye götürüyor.
Ayağa kalkamayacak kadar zayıf, sürekli öksüren ve acilen doktora ihtiyacı olan anne "Biraz bakliyatım var ama onları pişirmek için suyum yok" diyor. Adı Zeyneb Daha büyük diğer üç çocuğu hayvanlara yiyecek bir şeyler bulmak için koyunlarıyla dışarıda. Neredeyse üç gündür dışarıdalar ve anneleri küçük çobanlara evden ayrılmadan önce daha fazla yiyecek veremediği için endişeli. Ailenin en büyük sığırını altı ay önce otlatmaya götüren kocası hala dönmemiş.
Değişimin ortasındaki göçerler
Kuraklık alanındaki toplulukların çoğu yüzyıllardır geçimlerini büyükbaş hayvancılıkla sağlayan Etnik Somalililer ve göçebe çobanlar. Yağmurlar bugünlere kıyasla daha düzenli bir haldeyken yaşam daha güzeldi ve sığırlar için daha fazla yiyecek vardı. Göçebelerin evleri doğal materyallerden yapılmış hafif yapılardan oluşuyor. Bu kulübeleri bozmak ve yeni bir yerde inşa etmek oldukça kolay.
Yıllar geçtikçe iklim değişikliği bölgedeki insanların hayatını bir kabusa çevirmiş.
"Buraya iki yıl önce, daha iyi otlaklar ararken taşındık ve kuraklık bizi burada bir kez daha yakaladı" diyor Şeyh Muhammed. 3000 kişilik bu topluluk Garissa şehrine bir saatlik araba yolculuğu mesafesinde bir alana yerleşmişler. Bir kez daha kırılması zor bir döngüde bulmuşlar kendilerini: Su yok, dolayısıyla hayvanları besleyecek hiçbir yeşillikten yoksunlar.
"Pratikte aile ile ilgilenecek tek kişi benim. Altı- yedi ay önce eşim sığırla gittiğinden beri yedi çocukla ben ilgilenmek ve onları ben beslemek zorundayım" diyor Zeyneb.
Göçebe kabileler yalnızca hayvancılık hakkında bilgi sahibi; hayatlarını idame ettirebilmek için farklı mesleklere, eğitime ve yeteneklere sahip değiller.
Şeyh Muhammed bir yere yerleşmeyi düşündüklerini ancak yardıma ihtiyaçları olduğunu ifade ediyor: "500 ineğim vardı. Fakat kuraklık onları birer birer satmama neden oldu; kazandığım para da kısa zamanda tükendi."
Ve aniden...
Ve bir saatlik bir araba yolculuğunun ardından ümitsizlikten yeşile: papayalara, mangolara, domateslere, kavunlara, acı biberlere doğru ani bir geçiş var.
Kenya'nın en uzun nehri, Tana Nehri, Garissa'nın yakınlarında akıyor. Burada, Kızıl Haç'ın (Red Cross) yardımıyla yaklaşık 2000 göçebe çoban tarımla uğraşarak hayatlarını kazanıyor.
Tana Nehri Kuraklık Islah Projesi'nin (Tana River Drought Recovery Project) Madoga bölgesi yöneticisi Rukiya Hirsi "Nehirden sulama sistemleri sağladık, tohumlar ve fideler verdik, çiftlikleri düzenledik. Her çiftlik 60 dönüm ve 50 kişiyi barındırıyor. Elde edilen ürünler Garissa'da satılıyor" şeklinde konuşuyor. Şu an da yaklaşık 10.000 kişi bu projeden faydalanıyor ve bu sayı artıyor.
Uluslararası Kızıl Haç Örgütü'nün gıda-güvenlik uzmanlarından ve Tana Nehri Projesi'nin (Tana River Project) mimarlarından Stephen MacDowell "Yıllarca göçmenlere kendi yaşam tarzlarıyla hayatta kalabilmeleri için yardım etmemiz gerektiğini düşündük. Şimdi farklı yollar düşünmenin zamanı olabilir. Hepimiz bu konuda 'bu göçmen çobanlar kendi yaşam tarzlarıyla mutlular' diyerek romantik bir tutum takındık'" diyor.
Dört çocuk annesi Halima'ya göre hayatları şimdi çok daha güvenli: "Artık düzenli, güvenli bir gelire ve çiftliklerden sağladığımız yiyeceğe sahibiz". Çocukları okula gidiyor. Geçmişteki göçebe yaşamını da özlemiyor.
Ahmed Aden "Hayatımız artık çok farklı" diyor. Ahmed'in sesinde bir hüzün işitmek mümkün, ta ki onu yeniden gülümseten bir şey ekleyene kadar: "Birkaç hayvanımız var. Az sayıda koyun, yalnızca evin ihtiyaçları için". (LR/HK)
* Fotoğraflar: Leena Reikko