Gerçek mutluluk… Direnişçi gençlerin tüm sürece dair ortak imgelemi…“Gezi’de geçirdiğimiz çok huzurlu bir hafta vardı. Alice Harikalar Diyarında gibiydi” diye anlatıyor gençlerden biri, keza hepsinin imlediği bu. Bir özgürlük arayışı olarak, dönüştüren, direnen… Bir sonuç değil, süreç. Keşfi henüz başlamış olan…
Biz Orada Mutluyduk, yazar Müge İplikçi’nin Gezi direnişçisi yirmi gençle gerçekleştirdiği söyleşilerden oluşuyor. 80’lerin sonu ve 90’ların başında doğmuş gençler, İplikçi’nin edebi rahiyasının temasıyla Gezi’nin dinamiklerini, kendilerini, topluma ve geleceğe bakışlarını anlatıyorlar. Bir mevzi olarak gördükleri ‘Gezi ruhu’ndan hareketle kişisel ve politik varoluşu, onun koşul ve dolambaçlarını, umudu ve ütopyayı soruşturuyorlar.
Gençler direnişi ivmelendirendi. Bu durum aslında öncü tüm toplumsal hareketler için muhakkak ve tabii. Ancak Gezi, kendi bağlamında, gençlerin kendilerine ilişkin tanımlamaları yıkması açısından bir başkalık taşıyor. Onu bir moment kılan noktalardan biri de bu. Darbenin yaklaşık on yıl sonrasında, serbest piyasa ekonomisine eklemlenmenin filizlendiği bir dönemde doğmuş, kendinden öncekilerce “apolitik” olarak tanımlanmış bir kuşağın başkaldırısı Gezi. Yeni. Bilinmeyen. Hâkim olanı aynı zamanda kıran...
Gençler Gezi’yle kendilerine ilişkin tüm tanımlama ve kalıpların birer inşa olduğunu ifşa ettiler; politikanın sadece hatları çizilmiş politik eylemlerle tanımlanamayacağını, özelin ve gündelik pratiklerin politik olduğunu gösterdi. Evet, başka olunabilirdi. Onlar bambaşkaydı.
İplikçi, gençlerle direnişin ilk haftasında başladığı görüşmeleri Eylül sonuna kadar sürdürdü. İlk görüşmecileri, henüz parkta olan, biber gazı ve polis şiddetinin diğer biçimlerine günbegün maruz kalan gençler. Sonra, parktan çıkılmasıyla, direnişin sürdürüldüğü diğer mecralarda yer alanlarla görüşüyor: Forumlara, eşcinsel onur yürüyüşüne, yeryüzü iftarlarına katılmış, Kadıköy’deki saldırılara tanıklık etmişler… Zaman araya girmeden, her görüşmeci kendisiyle görüşülen âna kadar olanı aktarıp değerlendiriyor. Tüm süreçte iktidarın politik manevralarına getirilen yanıtlar… Dillendirilen hakikatler… Tamamı görüşmelere sirayet etmiş.
İplikçi’nin görüştüğü gençlerin tamamı üniversite mezunu yahut üniversiteye devam ediyor. Aralarında çalışanlar da var, işsizler de. Antikapitalist Müslüman, feminist, LGBT ve ekoloji aktivisti gibi kendi politik konumunu tanımlayanlar da var, tanımlamayanlar da. Direnişin spesifik anlarına tanıklık edenler de: Dolmabahçe Camii’nde görev yapmış bir doktor, Divan Oteli’nde depoda çalışmış genç bir akademisyen, Çağlayan Adliyesi’nde protestoya katılmış bir avukat… Gözaltına alınmış olan da var, polis şiddetine maruz kalıp ondan kaçabilenler de. Kimi direnişin bir bölümünde, kimi ise tamamında yer almış. Parkta geceleyenler, orada aktif görev alanlar, iş çıkışı gidip geceyarısı eve dönerek yeni iş gününü karşılayanlar da…
Neden oradaydılar? Gençlerin bu soruya kendilerince verdikleri yanıt aslında geniş bir ortaklığa işaret ediyor. Bu ortaklık bize bir muhalefet haritası çizerek, Gezi’yi ortaya çıkaran toplumsal birikimi anlamanın önünü açıyor. Ayrıca gündelik pratiklerin önündeki doğallaşma perdesini aralayarak gündeliğin içindeki politik hakikat arayışını görünür kılıyor.
Gençlerin tamamı, ekolojinin, direnişin katalizörü olduğunu, ancak ehemmiyetle bireysel özgürlüklerine iktidarca getirilen daraltma ve yasaklara karşı orada olduklarını, hak ve özgürlük mücadelesi kazanımlarının geri alınamayacağını dillendirmiş. Alkole ilişkin yasaklar, kürtajla ilgili yasa tasarısı özellikle vurguladıkları sebepler. Devlet şiddeti, direnişçileri orada tutan bir diğer unsur. Her biri devlet şiddetinin böylesi acımasızlığına ilk kez tanık olduklarını, bu süreçte medya-iktidar ilişkisine dair kavrayışlarının farklılaştığını söylüyor. Medyanın hak mücadelesini göstermediğini ve devlet şiddetini meşrulaştırdığını, hak arayışçılarını da marjinalize ederek temsil ettiği bizzat tanıklık ettikleri. Bundan hareketle Kürt coğrafyasındaki geçmişi tekrar ele alıyor, özeleştiri yapıyorlar. Gezi’yle birlikte farklılıkları daha fazla tanıdıklarına, onları kendi dillerinden dinleyerek temas ettiklerine dikkat çekiyorlar. Feministler, LGBT ve muhalif Müslüman hareketi bunlardan başlıcaları.
Mutluluk, huzur, güven ve aidiyet, Gezi direnişçisi gençlerin anlatılarındaki hâkim konular. Çoğunluğu, daha önce hiç tatmadıkları bir güven duygusunu parkın paylaşımcı atmosferinde tattıklarını, bunun şehir hayatında tanımadıkları bir şey olduğunu söylüyor. Herkesin birbirine koşulsuz yardımcı olduğu, iktidar nüvelerinin olmadığı bir mekân ve zamana tekabül ediyor Gezi…
“Hiçbir merkez yok. Kişi yok. Her şey aktarımlarla gidiyor ve herkes yapıyor. Tamamen yatay örgütlenme. Gezi tam bizim için uygun ortamdı: Hiyerarşinin olmadığı bir yer. Bu, tamamen bizim savunduğumuz şey.”
“İlk gün toprağa ayaklarımı koymuştum, sabah dörtte etrafa bakmıştım ve bu kadar özgür hissettiğim anlar azdı. (…) Bambaşka bir duyguydu. Çok ilginçti gerçekten. Toprağa koydum ayaklarımı, etrafa bakıyordum, güneş doğuyor bir taraftan, etrafa sessizlik hâkim. Garip geldi güneş doğarken, Gezi Parkı’ndaydım, Taksim’in ortasında, kalabalık ve sessiz, öylece oturup bekliyorum. Çok güzeldi.”
Bu deneyimler, gençlerin politik yerebasarlığını ve mücadele ufkunu genişletmiş ve tamamına örgütlü mücadelenin önemini hissettirmiş. Örgütlülük deneyiminin farklılıklara rağmen ve farklılıklarla yürüyebileceğine inançları tam ve ancak bu koşulla bu merkezi, hiyerarşik dokuyu değiştirebileceklerini söylüyorlar.
Öte yandan, İplikçi’nin titizlikle görüşmelerin izdüşümünü çıkardığını belirtmek gerekiyor. Direnişçileri besleyenin ve iktidar açısından beklenmedik olanın bir teslim olmama hali olduğunu saptıyor İplikçi: “Bir göçebe toplumun izleğiyle ve mantığıyla hareket eden bu direnişe devletin verdiği ‘köklü’, geleneksel şiddetle püskürtme hali, toplumun bu dinamik varoluşuyla çelişecekti. Gerçekten de öyle oldu ve alabildiğine sırıttı. Pasifist tavırların çeşitliliği, mizahla güçlenen direngenliği, bu son derece sıradan şiddet edimini şaşkına uğrattı. Hareket, şiddete ayna tutmuş ve kolay kolay o ‘geleneksel’ dile teslim olmamıştı.”
O dil hâlâ ifşa ediliyor.
Gezi, verili kalıpların tanımlamaya yetmediği, o ikili karşıtlık düzeninin adlandıramadığı, kuramadığı; tümünü geçersiz kılan ve yeni imkânları öncüleyen bir hareketti. Direnmeyi, bambaşka türlü bir direnişi, kendisi için ve kendini tüm baskı biçimlerinin karşısına koyarak direnmeyi öğretti, mümkün kıldı. Artık verili politika biçimleri yerle bir olmuştu. Çünkü o verili politik pratiklerle tanımlanmış bir politik kitle söz konusu değildi. Kendileri için konuşuyor, karşı duruyorlardı. Homojen değildiler; ancak buna ortak duygu dolayımlarını taşıyorlardı. Muhaliflikti bu… Kimliğin bin parçalığıyla muhaliflik…