Yine Bakanlar Kurulu 23.6.2003 tarihinde “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar”ı kabul etmişti. Dört yıl önce resmi gazetede yayınlanan bu kararda, siyasi kriterlerin başında yine düşünce ve ifade özgürlüğü vardı. Hükümetin yol haritasına göre; ifade özgürlüğünün sınırlarını belirleyen mevzuat AİHS ve özellikle Sözleşmenin ifade özgürlüğü, hakların kötüye kullanılması yasağı ile hakların kısıtlanması hakkındaki maddelerinin lafzına ve ruhuna uygunluğu bakımından gözden geçirilecek ve ifade özgürlüğü alanını genişleten yasal ve idari değişikliklerin etkin uygulaması evrensel standartlara uygun olarak sağlanacaktı.
Konuşma ve yazma yasağı...
Aksi oldu ve bütün bu hedefler yazıldığı gibi kaldı. Artık hiç kimse dönüp bu “yazılı” belgelerin sonuçlarını sorgulamıyor bile....
Günümüzde Hükümetin bir Bakanı radyo ve televizyon yayınları hakkında yayın yasağı koyuyor. Danıştay’dan yasak geri dönüyor. Hassasiyetler içinde bulunan Başbakan, kendilerine karşı gösterilen hukuka uygun kararlardan şikayetçi oluyor.
Daha da geriye gidelim…Konuşma ve yazma yasağını anımsayan var mı?
12.9.1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği hükümlerine göre yönetime darbe ile el koyan Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Genelkurmay Başkanı K.E, üyeler Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral N.T., Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral N.E., Hava Kuvvetleri Komutanı T.Ş., Jandarma Genel Komutanı S.C öncelikle “konuşma-yazma-demeç verme” konusunda yasak getirmişti. Milli Güvenlik Konseyi 2.6.1981 tarihli ünlü (52) numaralı kararıyla "11 Eylül 1980 tarihinde, parlamento üyesi bulunan siyasi parti mensupları ile her kademede siyasi parti yöneticisi ve mensuplarının Türkiye'nin geçmiş veya gelecek siyasi veya hukuki yapısıyla ilgili olarak kendi anlayışları doğrultusunda sözlü veya yazılı beyanda bulunmaları veya makale yazmaları ve bu amaçlarla toplantı yapmalarını" yasaklamıştı.
Yasağa uymayanları sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmak ve temyizi kabil olmayan en az üç aylık mahkumiyet kararı alarak gönderilecek cezaevleri bekliyordu. Çünkü MGK’ne göre “Devletinin varlığına, bağımsızlığına ve rejimine yönelik fikri ve fiziki hain saldırıların olanca genişliği ve şiddetiyle süre geldiği bir ortamda” hassas olmak lazımdı. Hassasiyet gereği “olağanüstü durum”larda olağanüstü tedbirlerin alınması da olağandı. Bu nedenle siyasi parti yöneticisi ve üyelerinin Türkiye’nin geçmiş veya gelecek siyasi veya hukuki yapısıyla ilgili olarak kendi anlayışları doğrultusunda sözlü veya yazılı beyanda bulunmaları veya makale yazmaları ve bu amaçlarla toplantı yapmaları yasaklanmıştı. Sıkıyönetim uygulamaları ve yasaklarını tartışmak yasaktı.
Ast-üst münasebetlerini zedelemeye yönelik...
Aradan yıllar geçti. 2007 yılında İç Hizmet Yönetmeliği ile başka bir çeşit “yasak” geldi.
Milli Savunma Bakanlığı tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle 664/2 madde (4) numaralı bendine eklenen (ç) alt bendine göre (17.11.2007 R.G); “Kendisine özel bir görev verilmediği halde görevi ve sıfatı icabı muvazzaflık yaptığı dönemde bulunduğu görev ve görev yerleri hakkında beyanat veren, yazı yazan veya sair surette açıklamada bulunan, astlık-üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye yönelik olarak açıkça aşağılayıcı söz ve davranışta bulundukları çeşitli komutanlık ve resmi kaynaklardan intikal eden bilgi ve belgelerden tespit edilenlerin orduevleri, askeri gazinolar ve diğer askeri sosyal tesislere girişleri, Genelkurmay Başkanlığınca geçici veya sürekli olarak yasaklanabilir."
İç Hizmet Yönetmeliğinde yapılan değişiklikteki “Kendisine özel bir görev verilmediği halde” diye başlayan cümleden çıkan başka bir anlama göre; demek ki kişiye “özel görev verilebilir”. Bu durumda “özel olarak görevlendirilene” herhangi bir “yasaklama” yok demektir... Dışındakilere, muvazzaflık yaptığı dönemde bulunduğu görev ve yerleri hakkında görevi ve sıfatı icabı “beyanat vermek” ya da “yazı yazmak” ya da “sair surette açıklamada bulunmak” yasaklandı. Tesislere giriş yasağı biçiminde getirilen bu “hafif yasaklama” açıklanan bazı hallerde uygulanacak. Eğer beyanat veya açıklama “astlık- üstlük münasebetlerini zedelerse”, “amir ve komutanlara karşı güven hissini yok etmeye” yönelik olursa ya da açıkça aşağılayıcı söz ve davranışta bulunan olursa …
Hassas konularda hassasiyet gösterenler ifade özgürlüğü konusunda acaba ne zaman hassasiyet gösterecekler? Yasağın kanunu var mı? Yasak, açıklanabilir ve meşru bir amaca yönelik midir? Ne dersiniz bizlerin ifade özgürlüğümüzün sonucu olan “gerçekleri öğrenme hakkımız” bakımından da “hassas olmak” gerekmiyor mu? (Fİ/NZ)