Sıradan, dışarıdan bakınca içinde neler yaşadığını bilmediğimiz, yani, hepimiz gibi insanlar…
Gazeteci, yazar Filiz Gazi’nin öykü kitabı “Yer Çekiminden Çok Şey Kaybettik”i okurken, bir öyküde olmazsa diğerinde, ama aslında hepsinde, kendi hayatınızdan tanıdık anılar, unuttuğunuz ve belki hatırlamak istemediğiniz anları bulacaksınız.
“…çoğu zaman hikayenin sonuna da ihtiyacımız yoktu.”
Yolda karşılaştığımız, asansörde selam verdiğimiz ya da toplu taşımada tartıştığımız insanlar, biz.
Levent,
Arus,
Rasim,
Abdullah,
Adnan,
Şule,
Habip Bey,
Asuman…
Hepsi “Düşüncelerin İzinden” öyküsünün beş benzemez karakterleri, bambaşka hayatlardalar ama farkında olmasalar da birlikteler. Birbirine teğet geçen hayatları o kadar gerçek ki, satırlar ilerledikçe okuru, bir tanışıyla sohbet ediyormuş hissi kaplıyor.
“Bitler Yok Olacaklar”ın kahramanı Elif’in anlattıkları gibi: “23 yıl öncesinde olduğu gibi düşüncelerinin tezahürüyle saç dipleri kaşınıyor. Eli istemsizce başına gidiyor. Dışarıdan izleyen biri için sadece kahve içen bir kadın. Oysa kafasında bir dünya zaman iç içe geçmiş.”
İşte öyküler, “dışarıdan izleyenleri”, o sıradan dünyaların içine davet ediyor.
Orada yalnızlık, mutsuzluk, acı, çaresizlik, çıkışsızlık var.
Ama son dönemin modası, grotesk duygu patlamaları yok. Aynı gerçek hayatta olduğu gibi bir sigara yakıp işe devam etmek, popüler bir magazin programının son bölümünü açmak ya da dünyadan göçerken bile komşulara rahatsızlık vermemek var. Dramatik “ana” tasvirlerinin yerine, midesi bulanan çocuğuna, “Geçer, olacak olanın önüne geçemezsin” diyen - bilge değil - hayattan vazgeçmiş anneler var. Sessiz sedasız yaşanan gerçek hayatlar, yani.
Şahsi hafızamıza güvenemediğimiz, ait olduğumuz yeri bilmediğimiz, belki de öyle bir yerin hiç olmadığı bir dünyanın karanlığında, el yordamıyla, düşe kalka yolunu bulmaya çalışan insanlar.
Ama öyle boşlukta süzülür gibi değil, neticede hepimizin gideceği yer aynı:
- Ölümü biliyor olmamız yeterince korkunç. Bu yüzden güzeli anlatan sanatı tercih ediyoruz.
- Hayır. Ölüm o kadar da korkunç değil.
“Yer Çekiminden Çok Şey Kaybettik”, okuru hem derinden huzursuz ediyor hem de çocukluğunun güvenli anılarına götürüyor.
Aynı anda mı? Evet, aynı anda.
Bizim hikaye(leri)miz
Hani Gezi direnişi için 40 yıl artı bir gün demiştik ya.
Kitap, bir ilk öykü kitabı ama her satırına, yüzyıllardır damıtılan sınıf kavgasının izleri sinmiş.
Filiz Gazi, yaşama sınıfsal perspektiften bakarak sadece “sıradan” hayatların fotoğrafını çekmekle kalmıyor, o hayatların toplumdaki yerini de anlatıyor.
Hatta tam da içinde bulunduğumuz sınıflı toplumun, insanda bıraktığı izleri, açtığı yaraları, insanı nasıl şekillendirdiğini anlatıyor. Ama rasyonel ve uzaktan değil, içeriden, tam da bireyin kalbinden ve aklından.
Kitabın arka kapağında dendiği gibi: “Dünya değişiyor. İktisadi düzenin her krizde bambaşka bir hal almasıyla yeni kurallar, yeni normlar giriyor hayatımıza. Hayat da bu normlarla yeniden şekilleniyor. Bir yandan sürekli iletişim halinde olmamız fakat gerçek anlamda bağ kurmanın gittikçe zorlaşması, öte yandan sanal dünyanın gerçekliğin yerine geçmesi insanları her şeyin yüzeyde kolay, derinde çok daha zor olduğu bir hayata itiyor. Topluluk bağları zayıflıyor, görünürlük artsa da gittikçe görülmez oluyoruz. Filiz Gazi kitabında bu büyük meselelerin gündelik hayattaki izlerini anlatıyor.”
En başta “belki hatırlamak istemediğiniz anlar” derken kastım şuydu, kitap size gül bahçesi vadetmiyor.
Bu, diken üzerinde okunan kitaplardan. Çünkü çıplak gerçek çoğu zaman huzursuz edicidir. Hatta “İkizler Cumhuriyeti” adlı öyküde televizyon ve sosyal medya, “Çok eski zamanlarda, hayal kurabilen insanları biraz olsun yatıştırmak için kullanılan…” diye tanımlanıyor.
Ve kitap bu yönüyle de “only good vibes” çağından kaçarak gerçek insana, insanın gerçekliğine iniyor. Onca derinde bulduklarımız ise hem tanıdık hem yepyeni.
O sebeple de “anlatılan bizim hikaye(leri)miz”.
(AS)