Faili meçhuller, kayıplar, sorgusuz sualsiz tutuklamalar hepimiz biliyoruz ki yaşadığımız sürece özgü değil, tarihin her döneminde bir şekilde gözaltına alınmış ve sonra bir daha haber alınamamış onlarca insan var.
Kayıp olmak belirsiz olmaktır aynı zamanda; öyle ki sevdiğiniz bir insanın ölü mü diri mi olduğunu bilmemektir, işte bu bilmemek bir annenin, babanın, bir sevgilinin yaşayıp yaşayabileceği en büyük çaresizliktir.
Özcan Alper ikinci filmi Gelecek Uzun Sürer'de bir ağıt peşinden giden Sumru'nun izinden bizi kayıplara yaklaştırıyor. Sumru, tez çalışması için farklı dillerde ağıtları toparlayıp derliyor, bunun için kalkıp Hemşin'den Diyarbakır'a geliyor.
Ağıtları toplarken kendini bir anda kayıp yakınlarının yaşadığı acıların ortasında buluyor. Ağıt toplayıcısı olmak acı toplayıcısı olmaktır aynı zamanda; Sumru tanımadığı yüzlerde acıyı görüyor, onlar anlattıkça bilmediği bir dünyanın farkına varıyor.
Sumru'nun arayışı sadece yazdığı tezle ilgili değil, aslında onun da bir ağıdı, geçmişte kalan bir yükü, acısı var. Ahmet'le yolları kesiştikten sonra bu arayış daha anlamlı bir hale geliyor.
Althusser'den 'kayıp'lara
Kayıplar, onların yakınlarının yaşadığı acılar çok hassas bir mevzu; bu insanlara ne olduğu "meçhul", öldülerse mezarları yok, yaşıyorlarsa yerleri yok.
Sumru'nun kendi hikâyesi her ne kadar arkaplanda kalmış olsa da onu ağıt aramaya itenin de bir "kayıp" olduğunu anlıyoruz zamanla. Ahmet, Sumru'ya yardımcı olurken kendini de sorguluyor aynı zamanda.
Bu arada Ahmet'in son yıllarda Türkiye sinemasında yaratılmış en özgün karakterlerden biri olduğunu söylemekte de fayda var. Filmin en can alıcı sahnelerinden biri Ahmet'in bundan 25 yıl sonrasını nasıl düşlediğini anlattığı sahne, bu uzun monolog yaşadığımız gerçeklikten bir an kopup daha temiz bir dünyaya kapı açarken, ayaklarımızı yere çarpıp gerçekle yüzleşmemizi de sağlıyor.
Çünkü bir yandan da biliyoruz ki hakikat komisyonları kurulmayacak, kaybettiklerinin kemiklerini bile bulamayan insanlar bu acıyı yaşamaya devam edecek ve gelecek çok uzun sürecek olsa da "kemik"leri olmayacak.
Film Fransız Marksist filozof Louis Althusser'in kendi otobiyografisi olan Gelecek Uzun Sürer'den alıyor adını. Bu bir tesadüf değil, zira Althusser devletin ideolojik aygıtlarıyla derdi olan bir adam.
Özcan Alper'in de sistemle bir sorunu var. İlk filmi Sonbahar'da 19 Aralık cezaevleri operasyonunun ardından ciğerleri çökmüş bir adamın hikâyesiydi karşımıza çıkan, Gelecek Uzun Sürer'de ise bir gece aniden evinden götürülmüş, bir daha ölü ya da diri bedeni bulunamamış insanların yakınlarının ağıdını dinliyor.
Alper'in her iki filmde de tarafı açık, siyasi olarak durduğu noktayı sinemasıyla açık etmekten çekinmiyor. Alper'in sineması politik açıdan da önemli, sadece elini taşın altına sokan yönetmenlerden biri olduğu için değil, aynı zamanda politik tavrını estetize edebilmeyi başardığı için de...
Artık olgun bir yönetmen
Özcan Alper'in kamerayı kullanış biçimi, zaman zaman Sonbahar'ın hüzünlü sekanslarını hatırlatan sahnelerle birlikte artık olgun bir yönetmen olduğunun bir göstergesi.
Şüphesiz ki Gelecek Uzun Sürer ilk izlendiğinde Sonbahar'la karşılaştırılacak. Bu da bir ilk filmin çok başarılı olmasının bedeli belki de...
Gelecek Uzun Sürer his olarak Sonbahar vuruculuğunda değil, olmasına gerek de yok. Uğur Vardan Sonbahar vizyona girdiğinde "Bir Ömre Bir Sonbahar Yeter" diye bir başlık atmıştı yazısına, bazen bir ömre yetecek bir filmi daha yolun başında çekebilir bir yönetmen.
Gelecek Uzun Sürer, Özcan Alper'in zamanla demlenecek yönetmenliğinin çok daha üst noktalara gelebileceğini haberdar eden özel bir yapım. (JB/YY)