Temmuz ayının 8. günü, dünyanın en güçlü dördüncü ordusu, dünyanın belki de en yoksun, yoksullaşmış ve yoğun nüfuslu bölgesine, Gazze’ye saldırdı. Son beş yılda 3. saldırıydı bu. Tam teşekküllü, “dört başı mamur” bir saldırı. İsrail hava, deniz ve kara kuvvetleri; hava, deniz ve kara kuvvetleri bulunmayan Gazze Şeridi’ni şu satırların yazıldığı saate kadar 24 gün boyunca uçaklarla, gemilerle ve tanklarla neredeyse 24 saat aralıksız bombalayarak, kelimenin tam anlamıyla hâk ile yeksan etti.
Beşikten mezara bir grotesk ölüm dansı
Burada beşikten mezara bir grotesk “ölüm dansı” icra edilmekteydi: Evler, işyerleri, okullar, hastaneler, camiler, ibadet yerleri, plajlar, parklar, çocuk parkları, su depoları, barınaklar, depolar, kentin tek elektrik santrali ve akla gelebilecek her mekân, her obje ve “hareket halindeki her şey” vuruldu…
Şarapnelle öldürülen genç kadının karnından doğumhanede kurtarılan bebek de sonunda öldü … plajda futbol oynayan, parkta salıncakta sallanan çocuklar da öldürüldü … birkaç saatlik “insanî” ateşkes esnasında kayıp yakınlarını arayan delikanlı dünyanın gözü önünde keskin nişancı ateşiyle üç taksitte öldürüldü… Bu cehennemde mezarlıklar bile asude bırakılamadı: Kederli anneler bombaların yağdığı mezarlarda, yeni öldürülmüş çocuklarının parçalanmış cesetlerini yeniden gömmek zorunda kaldı…
İşbu yazının kaleme alındığı tarihte, yani Ağustos ayının 1. günü, sabah ilan edilen 72 saatlik “insanî” ateşkesin, üstünden daha üç saat geçmeden çöktüğü İsrail medyası tarafından açıklandı: İsrail ordusu kaynaklarına göre en az 40 Filistinli öldürülmüş, 1 İsrail askeri de Filistinli “teröristlerce” kaçırılmıştı!
İşbu satırların kaleme alındığı öğle saatlerinde en az 1,459 Filistinli ölmüştü. Bunların büyük çoğunluğu (yaklaşık yüzde 85’i) sivildi ve ölen çocukların sayısı 330 dolayındaydı! Ölen İsrail askerlerinin sayısı yaklaşık 60 idi. Bunlara ilaveten, Gazze’den atılan roketlerle hayatını kaybeden iki sivil İsrailli ve bir de Taylandlı göçmen işçi vardı.
Gelelim dünyanın bu yeni “yurtsuz”larına. Saldırının şu ana kadarki sonuçlarına göre 440 bin küsur kişi yerinden yurdundan olmuş durumda. Söylemeye gerek bile yok – tümü Filistinli. Gazze nüfusunun dörtte biri artık “evsiz” statüsünde – tabii henüz.
Aynı şey Türkiye’nin başına gelmiş olsaydı, 19 milyon yersiz-yurtsuz TC yurttaşından bahsediyor olacaktık! Yani: İstanbul’un 15’te biri kadar bir alan içine sıkışmış, dünyaya açılan tek kapısı bile bulunmayan bu 1,8 milyon insanın, yeryüzünün en büyük açık hava hapishanesi içinde kaçacak tek yeri yok. Bütün kapıları kapalı. Sahilde balık avlamaları dahi müthiş kısıtlanmış. Temiz suları yüzde 10’un altına inmiş. Su krizi had safhada. Hatta, BM hesaplarına göre, Gazze 4 yıl içinde yaşanabilir bir yer olmaktan tamamen çıkabilecek!
Devasa yalan ve propaganda makinası: Hasbara
Zihni zorlayan bu muazzam faciaya ek olarak bir de, yaratılan devasa yalan ve propaganda makinesi ve İsrail’de yükselen faşist kültür ile baş etme zorluğu var:
BM korumasında resmî barınak ilan edilen okulların, Gazze’nin 24 saat dolup taşan tüm hastanelerinin önce uyarı ateşi açılıp sonra 57 saniye içinde bombalanmasına “Hamas’ın isabetsiz roket ateşi sebep oldu,” dendi. Ya da dünyayı kendine acındırmak için Hamas’ın onları kendisi kasıtlı vurduğu söylendi. Başbakan, katliam sırasında “En adil ordu İsrail ordusu, en adil savaş İsrail’in savaşı” dedi.
Meclis’te Başkan vekilleri, sağcı milletvekilleri Filistinli anaların terörist yetiştirmesinler diye öldürülmelerini, kızların ve kızkardeşlerin ırzına geçilmesini ve teröristlerin bu korku ile terörden vazgeçirilmesini istedi.
Bombardımanlar Sderot’ta “teraslarda” ve Tel Aviv’de başka yüksek yerlerde koltuk, masa, sandalye çekilip havai fişek gösterisi gibi seyredildi, her patlamada hurra çekildi, çocuk ölümü haberleri geldiğinde şarkılar söylenip halaylar çekildi.
Karşı çıkan Yahudi barış aktivistlere bindirilmiş kıtalardan otobüslerle taşınan haydutlar saldırdı: “Araplara ölüm! Solculara ölüm!” diye bağırıldı, polis nezaretinde taşlar ve ağza alınmayacak nice küfürler sallandı. “Gazze yalnız Yahudilerin olacak, sonsuza kadar onların kalacak!” diye haykırıldı.
İsrail’in Gazze’yi işgalinin, son yedi yıldaki kuşatma ve ablukasının ve bu son saldırısının uluslararası hukuk normlarına, BM güvenlik Konseyi’nin müteaddit kararlarına, İsrail Yüksek Mahkemesi’nin ve La Haye Uluslararası Adalet Divanı kararlarına, Cenevre Sözleşmelerine ve Nürnberg’de Nazi suçlularına karşı verilen kararların dayandığı ilkelere birçok noktada aykırı düştüğünü belirten çok sayıda mütalaa ve görüş yağıyor.
Burada savaş suçları ve muhtemelen insanlık suçları işlendiğine dair BM sözcülerinden de görüşler gelmeye başladı. BM Yardım kuruluşu başkanının, televizyonda mülakat verirken çözülüp hüngür hüngür ağladığına insanlık adına esef bildirdiğine herkes tanık oldu.
Buna karşılık, ABD ve AB başta olmak üzere birçok güçlü ve zengin ülke, İsrail’in kendini savunma hakkından dem vurmakta, bu muazzam kıyıma kayıtsız kalmaktaydılar.
“Dile getirilemez olan”
Dünyanın önde gelen uluslararası hukuk bilginlerinden Richard Falk, Gazze’de yapılan şeyin “katliam” olduğunu söylüyor:
“Bildiğimiz sıradan insanlığa karşı İsrail’in son saldırılarına ilişkin günlük kıyım haberleri, büyük Katolik düşünür ve şairi Thomas Merton’ın ‘dile getirilemez olan’ dediği alana giriyor. Bu dehşet, olayları dil aracılığıyla aktarma kapasitemizi aşar.” (Aljazeera.com, 22 Temmuz 2014)
Sözün bittiği yer konusunda, İsrail’in cesur ve ödüllü gazetecisi Amira Hass da, “Ne Ektiysek Onu Biçiyoruz” başlıklı makalesinde aynı şeyi yazıyor:
“Ben artık teslim bayrağını açtım. Bir oğlanın başının yarısı kopup gitmişken babasının ‘Uyan oğlum uyan, bak sana oyuncak getirdim!’ diye haykırışını tarif edecek kelimeyi sözlükte aramaktan çoktan vazgeçtim...”
Kaçarken ölmek yerine, kendi evinde ölmenin çok daha haysiyetli bir seçim olacağını belirten kararlı Filistinlilerin varlığına önemle işaret ettikten sonra Hass, şöyle diyor:
“Gazze’yi 1,8 milyon insan için bir tecrit ve ceza kampı haline getirenler, onların yeryüzünün dibine tünel açmasına şaşmamalı. Boğma, kuşatma ve tecrit tohumlarını ekenler, roket ateşi biçerler… Tırmanmanın bitmesini mi istiyorsunuz? İşte tam zamanı: Gazze Şeridi’ni açın, bırakın insanlar dünyaya dönsün, Batı Şeria’ya, ailelerine, İsrail’deki ailelerine kavuşsun. Bırakın nefes alsın bu insanlar, o zaman hayatın ölümden güzel olduğunu görecekler.” (Ha’aretz, 21 Temmuz 2014)
İsrail’in önde gelen düşünür ve tarihçilerinden İlan Pappe ise, Falk ve Hass’ın bıraktıkları noktadan bir adım daha ileri gidiyor ve İsrail’in Gazze “getto”sunda katlanarak yavaş yavaş artan bir Soykırım olduğunu ilan ediyor dünyaya. Bu vahşeti gerçekleştirmenin en önemli araçlarından birinin, kurbanları insansızlaştırmak olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor:
"Şunu teslim etmeliyim ki, tüm Ortadoğu’da, insansızlaştırma aracılığıyla akla hayale gelmez barbarlıklar ve vahşet yapılıyor. Tıpkı bugün Gazze’de olduğu gibi. Ama o vahşet olaylarıyla İsrail’in zalimliği arasında can alıcı bir fark var: Öteki vahşet vakaları dünyanın her her yerinde barbarca ve insanlık dışı diye nitelendirilirken, İsrail’in hunharlıkları ABD Başkanı, AB liderleri ve İsrail’in dünyadaki diğer dostları tarafından kamuoyu önünde onaylanıyor ve buna ruhsat veriliyor.”
Etik’in altın kuralı
Pappe’nin, nedense bir türlü kimsenin aklına gelmeyen çözüm önerisi tek ve çok basit aslında: Etik dünyasının altın kuralını öneriyor hepimize:
“Arap Dünyasında ezilen azınlıklara ve biçare topluluklara karşı mezalim yapanlar da, Filistin halkına karşı bu suçları işleyenler de, aynı etik ve ahlak standartları ile yargılanmalı. Hepsi savaş suçlusudur. Filistin durumunda bu hunharlıkları işleyenler herkesten daha uzun bir zamandır bunları işliyor olsalar dahi…
“Zulüm yapanların hangi dine mensup oldukları ya da hangi din adına konuşuyor olduklarını iddia ettikleri önemli değil. Kendilerine ister cihadi desinler, ister Musevi, isterse Siyonist, hiç fark etmez: Hepsi aynı muameleye tabi kılınmalı…
“Gazze’de katlanarak artan soykırımın durdurulması, nerede olurlarsa olsunlar Filistinlilerin temel insan haklarının ve kamusal (yurttaşlık) haklarının, topraklarına geri dönme hakları da dahil iade edilmesi, Orta Doğu’da bir ”bütün olarak verimli bir müdahale için yeni bir ufuk açmanın yegâne yoludur.“ (The Electronic Intifada, 13 Temmuz, 2014)
Etik felsefenin altın kuralını önümüze getiren bir diğer düşünür de Amerika’daki ve dünyadaki en önemli Yahudi kuruluşlarından ikisinin liderliğini yürüten Haham Henry Siegman. 'Savaşı İsrail Kışkırttı' başlıklı bir makale kaleme alan Siegman, Democracy Now Radyo ve Televizyonuna verdiği özel mülakatta kendini ötekinin yerine koymadan imkânı yok barışa varamazsın diyor:
“Hamas ile İsrail arasındaki temel fark şu ki, İsrail gerçekte bir yıkım politikası uyguluyor ve mevcut olmayan bir Filistin devletinin kurulmasını engelliyor. Milyonlarca Filistinliye uşak muamelesi yapılıyor. Hiçbir hakları, güvenlikleri, umutları ve gelecekleri olmadan yaşamlarını sürdürmeleri isteniyor onlardan…”
İsrail’in topraklarını gasp edip, binlercesini öldürüp 700 binini sürgüne zorladıkları Filistinlileri 1948’den beri öldürmesine gerekçe olarak kendini savunma hakkını göstermesine karşı da şöyle diyor Siegman:
“Onları öldürdüğünüz için üzülüyorsanız, onları öldürmek istemiyorsanız, öldürmeyin o zaman. Onlara haklarını verin, işgali de sona erdirin. Şimdi işgalin ve Gazze’de masum insanların öldürülmesinin suçunu Filistinlilere atmak neden peki? Kendilerine bir devlet kurmak istedikleri için mi? Ama onlar Yahudilerin istediklerini ve aldıklarını istiyorlar sadece. Bundan dolayı suçu onlara atmak büyük bir ahlâki hakarettir.” (Democracy Now, 31 Temmuz 2014)
Politik açıdan da büyük kriz
En önemli noktalardan biri de, krizin yalnız insani ve etik boyutlardan ibaret olmaması. Durum, aynı zamanda siyasi açıdan da tam bir felaket ve fiyaskonun habercisi. Din bilgini bilge Siegman İsrail’in giriştiği katliam ve yıkımın siyasi açıdan – hele kısa vadede – hiçbir olumlu sonuç vermeyeceğinin kesin olduğunu belirtiyor ve İsrail devletinin kuruluşuna ve başarısına kendini adamış insanların düşünce tarzında derin değişikliklere yol açacağını söylüyor:
“Bu felaket ne İsraillilerin, ne de Filistinlilerin hayatında bir düzelmeye yol açamaz. Ayrıca, insaniyet açısından tam bir felaket olduğu da kuşku götürmez tabii…
“Bunun İsrail’in ayakta kalması için elzem olduğunu, yani Siyonizm hülyasının masumları bugünlerde televizyonlarda gördüğümüz boyutlarda tekrar tekrar katletmeye dayalı olduğunu düşününce bunun müthiş derin bir kriz olduğu ortaya çıkıyor… Tüm tarihî olgunun yeniden düşünülmesini gerektirecek derinlikte bir kriz!” (Ibid)
Aralarında İsrail’in de olduğu 23 ülkeye mensup – kimi Yahudi – 64 önde gelen düşünür, müzisyen, sanatçı, yazar ve aktivistin imzaladığı açık mektup metni, bu muazzam insanî sorunu, sorumlularını ve çözüm yolunu belki de daha fazla tartışmaya meydan bırakmayacak kadar açık ve net rakamlarla ortaya koyuyor:
Silah ticareti ve İsrail’in Gazze saldırısı
“İsrail, ordusunun tüm gücünü özellikle kuşatılmış Gazze Şeridi’nde insanlık dışı ve illegal bir askerî saldırı eylemi ile tutsak Filistin halkı üzerine bir kez daha saldı. İsrail’in böylesine yıkıcı ve mahvedici saldırıları pervasızca ve cezalandırılmadan gerçekleştirebilme yeteneği büyük ölçüde, bu ülkenin dünyanın dört bir yanında suç ortağı hükümetlerle kurduğu devasa uluslararası askerî işbirliği ve ticaret ağından kaynaklanmaktadır. 2008 – 2019 yılları arasındaki dönemde ABD İsrail’e 30 milyar dolar tutarında askerî yardım yapmaya karar vermiş olduğu gibi, İsrail’in dünyaya yıllık askerî ihracatı milyarlarca dolara ulaşmıştır.
“Son yıllarda Avrupa ülkeleri İsrail’e milyarlarca avro tutarında silah satmış, AB de İsrail askerî şirketlerine yüz milyonlarca dolar tutarında araştırma fonu hibe etmiştir. Hindistan, Brezilya ve Şili gibi gelişme yolundaki ülkeler, Filistinlilerin haklarına destek sözü vermelerine rağmen, İsrail ile askerî ticaret ve işbirliğini hızla arttırmaktalar. İsrail ile silah ihracat ve ithalatı ilişkilerine girmek ve İsrail askerî teknolojisinin geliştirilmesini kolaylaştırmak suretiyle bu ülkeler fiilî olarak İsrail’in askerî saldırısına, savaş suçları ve muhtemelen insanlık suçları işlemesine açık bir onay mesajı vermektedirler.
“İsrail’in askerî teknolojisi 'savaş alanında denenmiştir' etiketiyle pazarlanmakta ve dünyanın dört bir yanına ihraç edilmektedir. İsrail ile askerî ticaret ve askeriyeye ilişkin ortak araştırma bağlantıları İsrail’i vahim uluslararası hukuk ihlalleri yapmaya cesaretlendirmekte, İsrail’i işgal, sömürgeleştirme (kolonizasyon) ve Filistinlilerin haklarının sistematik inkârı yolunda cesaretlendirmektedir. BM’ye ve dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin hükümetlerine, İsrail’e, tıpkı Apartheid döneminde Güney Afrika’ya dayatılan ambargo gibi kapsamlı ve hukuken bağlayıcı bir askerî ambargo uygulanması için derhal harekete geçmesi çağrısında bulunuyoruz.” (“The Arms Trade…”, Guardian, 18 Temmuz 2014)
Şekilde görüldüğü gibi işte: Her şey ortada. Silah ticareti ile devasa kârlarına kâr katan bir avuç zengin şirket ve onların emrindeki bir yığın köleleştirilmiş siyasetçi. Ve bir de, bu kirli ortaklık sonucunda her gün, her gece 24 saat katledilen, parça parça edilen insanlık…
Bunlara karşı elinden geldiğince mücadele vermek, aklı eren ve vicdanı elveren haysiyetli dünya yurttaşlarının kaçınılmaz sorumluluğuna girer.
Not: İsrail’in Gazze saldırısının ardından TC Hükümetinin tavrına ilişkin bazı sorular yöneltildi: İsrail’le olan ticaret hacminin son yıllarda gösterdiği büyük artış ve sebepleri; bu ticaretin ne kadarının askerî malzeme ve teknolojiye ilişkin olduğu; Başbakan’ın gemicilikle iştigal eden oğlunun bu ticarette ne kadar payı olduğu… İşbu satırların yazıldığı sırada bu sorulara tatmin edici bir cevap getirilmiş değildi. (ÖM/HK)
* Bu yazı Açık Radyo'nun web sitesinde 2 Ağustos 2014 günü yayınlandı.