Basında örgütsüzlüğün yerleşmesinde gazetecilerin de sorumluluğu olduğunu vurgulayan Soner, yoğun işten çıkarmaların yaşandığı günlerde örgütlü bir karşı duruş sergilenemediğini hatırlatıyor.
Soner, İş Güvencesi Yasası'nın Meclis'ten geçmesi sırasında siyasilerle sermaye sahipleri arasında pazarlık yapıldığını da savunuyor...
TGS şu anda hangi kuruluşlarda örgütlü, hangi kuruluşlarda toplu sözleşmesi var? Kaç üyeniz var?
Anadolu Ajansı'nda ve Anka'da toplu sözleşmemiz var. Cumhuriyet'te de örgütlüyüz ama, toplu sözleşmemiz yok. Birçok yerde üyelerimiz var ama, sözleşmemiz hiçbir yerde yok. Örgütlü olup da sözleşmemiz olmayan yerlerde üye sayımızı söyleyemiyorum çünkü, arkadaşlarımızın iş güvencesi yok. Ancak, şunu söyleyebilirim ki, resmi istatistiğe göre, toplu sözleşme yapma ehliyeti anlamında yeterli üyemiz var.
İlk kırılma: Matbaa işçileriyle Basın Çalışanlarını ayırma
Basında örgütlülüğün sürekli gerilediği biliniyor. Sendikanın tasfiye süreci nasıl başladı?
TGS, 1980'li yılların başında çok büyük bir sendikaydı ve hızla gelişiyordu. Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Cumhuriyet, Yeni Asır gibi gazetelerde ve dönemin yasaları uyarınca bağlantılı iş kollarında da örgütlenebiliyorduk. Tiftiruk, Binbirdirek, Milli Eğitim gibi büyük matbaalarda da örgütlüydük.
İlk kırılma noktamız, İş Kolları Yasası'nda 1983 yılında yapılan değişikliktir. Bu değişiklikle basın ve matbaacılık iş kollarının birbirinden ayrıldı. TGS'nin gazetenin basıldığı matbaa dışındakilerde örgütlenmesi engellendi. 1984 yılında, 2821 - 2822'nin yürürlüğe girmesiyle, o matbaalardaki üyelerimizi toptan kaybettik.
Meclis'teki gazetecinin sorumluluğu
Bu, sendikanın aldığı ilk önemli darbeydi ve bazı gazeteci arkadaşlarımızın Meclis'teki kulis çalışmaları sonucunda getirilmiş bir düzenlemeydi. Sendika yönetimi dönemin Çalışma Bakanı Turan Esener'i ikna edip iş kolları ile sendikanın bir arada komisyondan geçmesini sağlamıştı. Ancak bazı gazeteci arkadaşlarımız matbaaların desteğini göremedi, onları hor gördü. Komisyonu yeniden toparlayıp iki iş kolunu birbirinden ayırdı. O dönemde, ben bu durumu protesto etmek için sendikadaki görevimden istifa ettim.
Yeni Asır, Günaydın ve gerileme süreci
Diğer bir kırılma noktası da, Dinç Bilgin'in Yeni Asır'da sendikalı arkadaşlarımızı toplu sözleşmenin hemen ardından istifaya zorlamasıydı. Bilgin, toplu sözleşmeyi imzaladı ama, hemen arkasından tüm üye arkadaşlarımızı çağırıp işten çıkartma tehdidiyle sendikadan istifa ettirdi. Sendika yönetiminde bulunmuş ya da çok göz önünde olan bir iki kişi dışında hemen herkes istifa etti.
Bir de, İstanbul'da Günaydın gazetesinde örgütlenemedik. Bu gazeteden üye olan arkadaşlarımız hemen fark edilip işten atıldı. Sonra da, gerileme süreci başladı...
Aydın Doğan ve işten çıkarmalar
Milliyet'te sendikanın tasfiye süreci nasıl yaşandı?
Milliyet gazetesindeki istifalar, bundan sonraki asıl ciddi kaybımızdı. 1990 yılındaki toplu sözleşmeden hemen sonra, sendikal faaliyetlere destek veren 128 arkadaşımız işten çıkarıldı. Sonra da gazetedeki tüm sendika üyelerinin istifa etmesi istendi. Gazete yönetimi, arkadaşlarımızın harç parasını dahi ödeyip notere gönderdiler, gazeteye noter getirdiler... Orada da bir dönem sendika başkanlığı yapmış isimlerden istifaları istenmedi. Ancak çoğunluk -yazarlar dahil- harç paralarını da alarak istifa etti.
İstifaya direnen kimse olmadı mı?
O dönemde, gazeteci arkadaşlarımızın tutumu da eleştirilebilir tabii. İşsiz kalma tehdidine karşı koyan kimse olmadı. Sadece, sendikanın yönetim kadrolarında yer alan ve matbaa bölümünde çalışan küçük bir grup sendikadan istifa etmeyi kabul etmedi, tazminatları ödenerek işten çıkartıldı. Gazetenin yönetim kadrolarında olan kişileri ise sendikadan istifaya zorlamadılar. Onların sendika üyelikleri kaldı...
İstifayı kabul etmenin tek nedeni "işsiz kalma korkusu" muydu?
Sendikadan ayrılmayı kabul eden arkadaşlara, haklarının saklı tutulacağı söylenmişti. Herkes aynı işyerinde çalıştığı sürece kazanılmış hakları da devam etti gerçekten. Ancak, işten giriş çıkışlarla bu haklar da kaybedildi.
"Gazete yönetimi sendika hükümlerinden rahatsız oldu"
O günlerde ben Zonguldak direnişindeydim. Hürriyet ve Milliyet gazetesi, Zonguldak direnişi ile ilgili haberleri yayımlamıyordu. İşçiler Ankara'ya yürüyene kadar yani tam 35 gün yok saydı Zonguldak direnişini. Sonunda, Altan Öymen'i aradım ve haberlerin neden yayımlanmadığını sordum... Bana, "sözleşmeye o kadar büyük bir tepki var ki, sendikanın adını bile duymak istemiyorlar" dedi.
Gazetecinin hakkı var, cesareti yok
O günlerden bu yana sendika mücadelesinde kazanımlar ve kayıplar nelerdi?
Tansu Çiller iktidarda, Ziya Sonay sendikanın yönetimindeyken, Çiller bir teşmil kararı imzaladı. Basın işkoluna teşmil geldi ki, bu sendikanın hukuki bir hak olduğu, isteyen herkesin bu haktan yararlanabileceği anlamına geliyordu. Ancak hiç kimse cesaret edip patronlara karşı bu sözleşmenin uygulanmasını istemedi. Sadece, işten ayrılan birkaç kişi dava açıp sözleşmeden gelen haklarını aldı.
"Gazeteci nerede çalıştığını bilmiyor"
Medya patronları bundan o kadar rahatsız oldu ki, işkolu yetkimize itiraz davası açtı. Kazanamadılar ama, o süreçte biz daha önce görmediğimiz bir sürü şirket adı gördük.
En büyük gazetelerde, gazete bünyesinde çalışıyor görünenlerin sayısı basın ilan kurumundan resmi ilan almak için gereken zorunlu alt sınırda. Yani, yüzlerce kişiden sadece 30-40'ı 212'den sigortalı görünüyor. Çoğunluğun ücret ödemesi ya zarflı ya da telifli ödeme. Emeklilik hakkını kazanmış olanları da hep telife çevirmişler. Kimse şirket adlarını, hangi şirkette çalıştığını bilmiyor...
İş Güvencesi Yasası ve gazeteciler
Geçtiğimiz hafta Meclis'te kabul edilen İş Güvencesi Yasası, Cumhurbaşkanı Sezer'in girişimleri sonucu basın çalışanlarını da kapsadı. Bu konuda sendikanın çalışmaları nelerdi?
İş Güvencesi Yasa Tasarısı'nın hazırlıkları sürerken, Meclis'teki gazeteci arkadaşlar basın çalışanlarının da tasarıya dahil edilmesi için kulis çalışması yapıyordu. Ancak, gazete patronları bu arkadaşlarımızı işten atmakla tehdit etti.
Geçtiğimiz yıl, tasarı Bakanlar Kurulu'ndan geçtikten sonra, dönemin Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan'ı İstanbul'a davet ettik ve tasarı metnini görmek istedik. Net bir yanıt vermekten kaçındı ve "sizin hukukçularınız bizim hukukçularımızla konuşsun" diye yanıt verdi. Daha sonra, gazetecilerin metne dahil edilmediğini gördük. Yaşar Okuyan, yayınlanmaması koşuluyla "Bakanlar Kurulu'ndan gazetecilerin de dahil olduğu bir iş güvencesi yasasını geçirme şansım yok" dedi. Şimdi açıklayabiliyorum çünkü, kendisi de itiraf etti. Kulis çalışmalarımdan Hüsamettin Özkan ve Mesut Yılmaz'ın .böyle bir metni imzalamayacağını öğrendim.
Bakanlar Kurulu yerine komisyon
İş güvencesini Bakanlar Kurulu'ndan geçiremeyeceğimize göre, ayrı olan yasamızı komisyonda ilişkilendirmeyi kararlaştırdık. Sendika danışmanımız olan Önder Aker'e bir tasarı hazırlattık, Fikret İlkiz'in de onayını aldık. Tüm partilere, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e protestolar yolladık. Cumhurbaşkanımızdan hemen ciddi bir yanıt geldi.
Tasarı komisyonda görüşülmedi. Sonraki aşamada birebir pazarlıklar yapıldı. Milletvekilleri de partiler de bu pazarlıklara katıldı. Çalışma Bakanı Nejat Arseven de yasayı savunur göründü ve görüşmelerden çekilmedi. Ancak aslında görüşmeleri geriye götürmek üzere görevde kaldı. Pazarlık teklifini yaparken de, "İş Güvencesi Yasa Tasarısı, İş Yasası çıktığı zaman yürürlüğe girsin" diyerek ilk pazarlığı yaptı. Sonuçta, 15 Mart'ta yürürlüğe girmesi konusunda anlaşmaya varıldı. Bizim zaten medyada üyemiz olmadığından atılacak kimsemiz de yok. Ancak, şu anda tüm sendikalı işyerlerinde tedirgin bir bekleyiş var. Konfederasyonlarda da huzursuzluk var. Yine de, ilke olarak bir kurum geldi, bu da önemli bir aşama tabii...(BB)