Her gazeteci (muhabir ya da köşe yazarı) yazdığı her kelimeden, her satırdan sorumlu olmalı. Keza bilip de yazmadığı her satırdan, her haberden sorumlu olduğu gibi... Gazeteci, ulak (copy boy) değil. Kendi bulduğu ya da eline tutuşturulan bilgi ya da belgeyi, çalıştığı gazete, radyo ya da televizyon aracılığıyla kamuoyuna ileten kişi değil. 'Şüphen varsa incele, inceledikten sonra hala şüphen varsa, yayınlama!' sözü boş bir söz değil.
Haber perspektifi
Gazeteci her şeyden önce araştırmacı olmalı, eline geçen ya da elde ettiği bilgiyi ayrıntılı ve derin bir şekilde incelemeli, araştırmalı, konuda adı geçen tüm kişi ve kurumların görüşlerine başvurduktan sonra haberini kaleme almalıdır. Bilgi doğru ise haber olabilir. Keza, bilgi, kamuya hizmet ediyorsa haber haline getirilmeli. Çünkü, hiç bir haber, hiç bir röportaj ya da köşe yazısı masum ya da tarafsız değildir. Her gazetecilik edimi, olgusu, ürünü doğrudan siyasidir, doğrudan ideolojiktir. Haberi kaleme alan kimi zaman bunun farkında olmasa da her yazı bir amaca, bazen de bir fikre, kişiye ya da kuruma hizmet eder. Onu güçlendirir. Ya da bir başka davayı, fikri, kişiyi, kurumu zayıflatır. İşte gazetecilikte haberin perspektifi, bakış açısı dediğimiz yaklaşım da tam bu sorun üzerinde somutlaşır:
Gazeteci, muhabir ya da yazar 'Benim bu yazım kimi nasıl etkiler? Ben bu olguya kimin açısından bakıyorum?' sorularını mutlaka sormalıdır. Gazeteci, gerçeği bütün boyutlarıyla en doğru bir şekilde aktarmaya çalışırken, dikkat etmesi gereken bir dizi kural var:
* Haberi çok boyutlu vermek,
* haberi dengeli ve adil bir şekilde sunmak,
* haberi güvenilir, inanılır bir tarzda vermek
* ve nihayet haberi hızlı vermek.
Gazetecinin dikkat etmesi gereken bir başka husus da aktardığı haberin hangi konumda, hangi esas ve tali boyutlarda ortaya çıkacağıdır. Burada iki kuralı daha hatırlatmakta yarar var: Gazeteci özel çıkara karşı kamu yararını kollamakla yükümlüdür. Gazeteci savaşı değil barışı savunmak zorundadır.
Bu haber neden şimdi yayınlandı?
ABD'nin Irak'a saldırı hazırlıkları sürüyor. Ankara mütereddit. Washington bastırıyor. Türkiye egemenlerinin bir kesimi, Musul-Kerkük hülyasını canlandırmaya çalışırken, özel olarak her seferinde Kuzey Irak'ta Kürt devletinin kurulma riskine dikkat çekiyor. Bu arada 1998'den bu yana ilk kez, Türkiye sınırları içinde, Türk Silahlı Kuvvetleri ile PKK arasında iki çatışma gerçekleşti. Savaşa karşı çıktığını söyleyen Genç Parti'nin televizyon spotlarında bile üç tema ön plana çıkarılıyor: Milyon dolarlar, Müslümanlar arası ilişkiler ve Kürt devleti tehlikesi....
Şimdi böyle bir ortamda ABD-PKK ilişkisi üzerine bir belge ve bir fotoğraf yayınlanıyor ve medyadaki tartışma Ankara'da Türk ve Amerikan Genelkurmay Başkanları toplantısına bile konu oluyor. Amerikan elçisi sert bir tekzip yayınlıyor. PKK'nin iki yöneticisi de, görüşmeye değinmemekle birlikte bu ilişkiyi tekzip ediyor.
Meseleyi önce teknik ve mesleki boyutlarda ele alalım:
* Milliyet muhabiri Namık Durukan, bir süre önce Kuzey Irak'ta, bir PKK "yöneticisi"nin ABD Dışişleri Bakanlığına yazdığı iki sayfalık bir belgeyi ele geçiriyor(?). Ne var ki bu haber, Durukan değil, Can Dündar imzasıyla yayınlanıyor. Neden acaba?
* Söz konusu bilgiler, yani ABD'nin PKK ile ilişkide olduğu hatta PKK'ye destek verdiği 1991'den bu yana Genelkurmay ve MİT'e yakın kaynaklarca ifade edilmişti. Aynı bilgiler aylar önce de Aydınlık dergisinde yayınlanmıştı. Şimdi neden yeniden yayınlanıyor?
* Kuşkusuz Dündar, söz konusu belgenin, kendisinden önce, gerçek bir Kürt uzmanı olan başka bir gazeteciye ulaştığını ve bu meslektaşımızın belgeyi kuşkulu bulup, derinlemesine incelemeden yayınlanmasının sakıncalı olduğunu saptadığını bilmiyor.
* Belgenin doğruluğunu güçlendirebilecek bir fotoğraf da yayınlanıyor. Ne var ki bu fotoğrafta adı, kimliği bilinmeyen bir tek kişi 'Amerikan resmi yetkilisi' olarak tanıtılıyor. Ne malum?
* Haber yayınlandıktan sonra, ABD de PKK de haberi tekzip ediyor. Bu siyasi olarak kaçınılmaz bir beklentiydi ama, belli ki Dündar haberini yayınlamadan önce bilgileri ne ABD'ye ne de PKK'ye doğrulatmaya çalışmış. Bu önemli bir eksiklik. Hatta tayin edici bir hata. Dündar, son haberini savunurken, Genelkurmay ve MİT'in de 'daha önce' bu tür bilgileri doğrulamış olduğunu belirtti. Bu açıklama, hem mesleki olarak vahim hem de haberin yayınlanmasının nedenleri hakkında büyük kuşkular doğuruyor. Bir gazeteci, A ile B'nin görüşmesini C'ye nasıl doğrultabilir? Ayrıca, C'nin özel olarak bu son haber konusunda resmi bir açıklaması yok. Eski görüşler var sadece.
* Dündar'ın bir başka vahim yanılgısı da, habercilik ve köşe yazarlığı kimliklerini birbirine karıştırması. Dahası haberini doğrulatmak için çalışırken Kürtlere ders veren Batılı bir oryantalist edasıyla 'Kürtler kendi tarihlerini bir daha okusunlar' mealinde bir cümle yazması. Aynı Dündar, Türkiye'de yasal olarak yayınlanan bir gazetenin köşe yazarını da KADEK temsilcisi olarak tanıtıyor. 'Romantik İsyancı' mahlaslı bir gazetecinin, medya ve terör konusunda doktora yapmış olduğunu da düşünürseniz, trajik değil mi?
Gizli diplomasi nasıl deşifre edilebilir?
Gelelim işin siyasi yanına:
PKK'nin 1998 öncesi ve sonrası ABD ile ilişkileri konusunda kendi resmi yayın organlarında ve Öcalan'ın kitap halinde yayınlanmış yazılarında çok ayrıntılı tahliller var. Keza, İmralı duruşmasında okuduğu uzun savunma metninde de ABD hakkında ayrıntılı değerlendirmeler bulunuyor. Tüm bu görüşlerin doğruluğu, yanlışlığı ayrı bir siyasi tartışma konusu. Ancak PKK'nin özellikle adını KADEK olarak değiştirdiği dönemden bu yana küreselleşme, ABD ve Ankara rejimi konusunda önemli değişimler geçirdiği herkesçe biliniyor.
PKK-KADEK'in ABD'nin Irak'a yönelik saldırısı konusundaki tutumunun da son bir yıl içinde zikzaklara rağmen savaş karşıtı bir yönde değiştiğini PKK-ABD ilişkileri üzerine haber yazan her gazetecinin bildiğini farz ediyorum.
Kürt meselesini ya da genel olarak süper devlet stratejileri hakkında genel bilgisi olan herkes, ABD'nin PKK ile çeşitli şekillerde ilişkisi olduğunu herhalde bilir. Ama aynı şekilde PKK'yi terörist örgütler listesine alan Washington'un, Ortadoğu'nun kaypak zemininde PKK ile resmen görüşmeyeceğini de bilmesi gerekir. Bağdaş kurmasını bilmeyen adamın gerçek kimliğini, yani mesela bir Amerikan hayır kurumunun orta düzey yöneticiliği gibi cover (örtülü) bir sıfata sahip olmasına rağmen, aslında Amerikan resmi makamlarının bir görevlisi olduğunu belgeyle kanıtlayabilirseniz, işte bu gazeteciliktir. Yoksa PKK yöneticileri ile görüşen kişinin adını, sanını, kimliğini, künyesini ortaya çıkarmadan, görüşmeyi ABD-PKK görüşmesi diye sunarsanız, bunun adı... başka bir şeydir.
Gazetecilikte mesleki ya da teknik hata olarak değerlendirilebilecek bu yanlışın ağır bir siyasi sorumluluğu var: Washington'u PKK ile işbirliği yapar durumda göstermeye kalkışırken, Ankara'daki savaş yanlılarına, Kürt düşmanlarına koz ve destek veriyorsunuz: 'Bak bu Amerikalılar Kuzey Irak'ta bizim düşmanımız PKK'yi destekliyormuş, girelim Kuzey Irak'a hem PKK'yi temizleriz, hem de Kürt devletinin kurulmasını önleriz' temasına iyi bir gerekçe oluşturuyor Dündar'ın haberi. Belki ilk bakışta bu haberde ABD karşıtı bir tutum varmış gibi görünüyor: Ama ABD, Irak'a saldırmaya hazırlanan bir güç değil, PKK ile gizlice görüşen bir devlet olarak sunuluyor. Hedef ABD değil, PKK!
Gazeteci, kaynakları sağlam, bilgileri en az iki kaynaktan doğrulanmış haberinin arkasında durur, durmalı. Ama hem PKK hem de ABD tarafından pek itibarlı sayılmayan bir kaynaktan elde edilen bir bilgi, üstelik de taraflarca doğrulanmamış, hatta tekzip edilmiş bilgilerden oluşan bir haberin arkasında durmak pek kolay değil. Bu nedenle bu işlevi şimdilik Genelkurmay, MİT ve biraz zorlamayla eski Başbakan Ecevit yerine getirmeye çalışıyor.
Böylesine hassas bir konuda, gerek bilgi gerekse teknik ve mesleki ihtiyat olmaksızın, haberin üzerine atlamak, Cumhuriyet'in 75. yıl kutlamaları sırasında devletin resmi reklam kampanyasına katılmak kadar kolay değildir.
Ayrıca bir nokta daha var: ABD ile temasa geçmek, görüşmek başlı başına olumsuz bir tutum ise, Türkiye'de ABD ile en sıkı fıkı ilişkide bulunan siyasi güç PKK mi? (RD/EK)