Anayasa Mahkemesi AKP hakkındaki kararını 30 Temmuz 2008 Çarşamba günü akşamı açıkladı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç yaptığı basın toplantısında “AKP kapatılmamıştır” dedikten sonra devam etti:
“Ancak 6 arkadaşımız kapatılması yönünde oy kullanmış, 5 arkadaşımızdan 4'ü hazine yardımından yoksun bırakılması sonucuna varmış, 1 kişi de reddedilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Bütün bunlardan 6 arkadaşımızın kapatılma, 4 arkadaşımızın da hazine yardımından yoksun bırakılması kararını birlikte düşündüğümüzde siyasi partiye hazine yardımından yani son yıl aldığı hazine yardımının 1/2 oranında yoksun bırakılmasına karar verilmiştir.”
Bu basın toplantısı farklıydı. Öncekiler gibi Anayasa Mahkemesi kararının basına açıklanması ve ardından yazılı metnin dağıtılması şeklinde olmadı.
Anayasa Mahkemesi başkanı kararın ne olduğunu açıklamadan önce “konuştu”.
Hatta patlayan flaşlardan rahatsız oldu ve bir süre ara verilmesini bile istedi. Kendisinin ve çalışma arkadaşları Anayasa Mahkemesi üyelerinin “duygularını” ve düşüncelerini basına ve kamuoyuna açıkladı.
Başkan Kılıç, davanın reddi yönünde oy kullanmıştı.
Ama mahkemenin verdiği kararın içeriğini açıklamadan önce verdikleri kararın “çok iyi tahlil” edileceğine inandığını, kararın sonuçlarından “ilgili” partinin “alması gereken mesajı” alması için temennide bulundu.
AKP'nin “kapatılmaması” nedeni olarak, kapatma için aranan nitelikli 7 oy sayısının “tutturulamadığını”, fakat bu partiye çok “ciddi bir ihtar kararı” çıktığını açıkladı. Kapatma davası ile ilgili değerlendirmeler yapılıyor . Yorumlar devam edecek.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç, konuşmasında başka bir önemli konu daha var. Hatta basın toplantısında Mahkeme üyesi arkadaşlarının da görüşleri olduğunu ve onlarında duygularını aktardığının altını çizerek Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç şöyle söyledi:
''Bu arada bu davaların görülme süreciyle ilgili kimi basın organları ve köşe yazarları tarafından her türlü ahlaki ve insani değerler aşılarak çok büyük eleştirilere tabi tutulduk, hakaretlere maruz kaldık. Ben arkadaşlarımın bu konudaki düşüncelerini ve duygularını bir kez yinelemek istiyorum ve bundan dolayı da üzüntülerimizi bir kez daha belirtiyorum: Tabii, bu davaların görülme süreci bu mahkemenin kendi yaptığı program ve planlama çerçevesinde yürümektedir. Biz dışardan gelen eleştiriler, dışardan gelen baskılar sonucunda hiçbir zaman bir programlama bir planlama yapmadık, bundan sonra da yapmayacağız. O nedenle bizim çalışma düzenimiz neyi gerektiriyorsa o çerçeve içerisinde olaylara bakmak durumunda kaldık. Tabii bu önümüze gelen davaların gerek sosyal, gerek ekonomik gerekse siyasal boyutlardaki önemi nedeniyle biz bu davanın bir an önce sonuçlanması gerekliliğini göz ardı edemezdik. Biz de bu ülkede yaşıyoruz ve biz de bu ülkenin sevinciyle ve üzüntüsüyle birlikte hep beraber bunları duyuyoruz. O nedenle bu davanın ne kadar önemli olduğunu, toplumu ne kadar ilgilendirdiğini biz de görmezlikten gelemezdik.''
Eğer bir ülkede Anayasa Mahkemesi üyeleri; “…bu davaların görülme süreciyle ilgili kimi basın organları ve köşe yazarları tarafından her türlü ahlaki ve insani değerler aşılarak çok büyük eleştirilere tabi tutulduk, hakaretlere maruz kaldık” diyorsa; bu konu o ülke için ciddi bir sorundur.
Sanıyorum, AKP ya da muhalefet partileri bu ciddi ihtar kararını değerlendirmenin ötesinde “mahkemelere baskı” boyutunda yaptıklarını, açıklamalarını, sözlerini ve hatta davranışlarını da gözden geçireceklerdir.
Sanıyorum, kimi basın organları, kimi köşe yazarları, Anayasa Mahkemesi üyelerinin “hakarete maruz kaldıkları” konusundaki duygu ve düşüncelerini ciddiye alacaklardır. Hatta geçmiş yazılarını ciddiyetle gözden geçireceklerdir.
Bu sonuç sadece yasamanın, yargının veya yürütmenin sorunu mudur?
Basının böyle bir sorun karşısında hiç sorumluluğu yok mudur?
Anayasa Mahkemesi AKP kararını 30 Temmuz günü kamuoyuna açıklarken, aynı gün Türk Ceza Hukuku Derneği; “Kamuoyuna” başlıklı açıklamasında; “yargı otoritesinin sarsılmaması” için herkesi sorumlu davranmaya davet ediyordu.
Türk Ceza Hukuku Derneği bu açıklamasında; “Demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin tüm kurumları, yasama, yürütme ve yargı erki demokratik toplum düzeninin yaşama geçirilmesinde ne kadar görev ve sorumluluk bilinciyle hareket etmek zorunda ise; kendisini bu topluma karşı sorumlu sayan herkes de kendi temel hak ve özgürlüklerinin kullanılmasında aynı görev ve sorumluluk bilinci içinde davranmalıdır.” diyordu.
Herkes ama özellikle gazeteciler; yargı ile ilgili haberlerinde, yazılarında, yorum ve eleştirilerinde ve hatta taraf oldukları dünya görüşüne uygun düşen “taraflı” yazılarında bile; demokratik topluma karşı görev sorumluluk bilinci içinde hareket etmelidirler.
Türk Ceza Hukuku Derneği’nin “Kamuoyuna” başlıklı basın açıklamasında da yazılı: “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesine göre; gazeteci yargı sürecinde taraf olmamalıdır”…(Fİ/EZÖ)