Galata Kulesi’nin çevresi özel bir işletmeye devredilerek çaycı yapıldı. BELTUR işlemeli bir semaver şefliğinde, sakil şemsiyeler altına çirkin masa ve sandalyeler dizildi ve bu kamusal alan çaycıya para vermeyenler dışında halka kapatıldı.
Bu uygulamanın nedenini çok fazla düşünmeye gerek yok. Keza, kule ve çevresinde içki içilmesini istemedikleri, kendileri dışındaki yaşam tarzlarına tahammül edemedikleri için böyle “yaratıcı” bir yöntemi devreye soktukları son derece aşikâr. Aynı uygulamayı Üsküdar Belediyesi de Kız Kulesi karşısında, Salacak sahilinde uygulamaya koymuş, tüm sahili çaycıya çevirmişti.
Ne var ki, anlayamadıkları şu: Sokakta nasıl kola, soda, çay, kahve içiliyorsa içki de içilir. “İçki içen ortalığın huzurunu bozuyor” sözü, “Çok karpuz yiyen gece altına işer” kadar manasız bir genellemedir.
Kadıköy’de başıma gelmişti; sokakta içki içip ertesi sabah Güney Amerika’ya yerleşecek bir arkadaşımla ayaküstü sohbet ederken bira içtiğim ve polisin tehditleri karşısında sakin olmalarını söylediğim için karakolda ağırlanmıştım.
Şikayetçi olduğu söylenen kadın karakola geldiğinde polise dönüp, “Ben size sokakta içki içeni alıp buraya getirin mi dedim? Ben kapıma işeyenlerden şikayetçiyim; bu insanları neden buraya getirdiniz” diye sormuştu.
Yine bir sahilde iki arkadaşımla balık tutarken bira içtiğim için “Halkın huzurunu kaçırmak” gerekçesiyle para cezasına çarptırılmıştım. Oysa ne oraya buraya işiyor, ne bağırıp çağırıp “Ben içtim, istediğim gibi saçmalarım” kalıbına sığınarak insanları rahatsız ediyordum. Sadece balık tutarken gıkım çıkmadan bira içiyordum. Hatta zabıta koruması olarak gelen polisler bile “Valla ne yapalım, haklısın ama emir böyle” demişti. İnsanlar nasıl sevdikleriyle çay-kahve-gazoz tüketerek keyifli şekilde kamusal alanda vakit geçiriyorlarsa ben de sevdiğim içeceklerden biri olan birayı içerek keyifli vakit geçiriyordum.
Son zamanlarda Beyoğlu Belediyesi’nin Galata Kulesi çevresini çaycı yapmak gibi “Zihni Sinir” projeleriyle daha yakinen tanışmaya başladık (Yanlış anlama İrfan Sayar). Zira, Galatasaray Lisesi arkasındaki merdivenler gibi noktaları kendilerine yakın buldukları kişilere emanet edip çaycı açtırıyorlar.
Onlar da bizzat tanık olduğum üzere, birbirine sarılarak oturan genç çiftleri “Burada artık fuhuş yapmak yasak” diyerek kovalıyorlar. Duvarlara “İçki kötülüklerin anası, uyuşturucu kötülüklerin babası” gibi levhalar asıyorlar. (Fotoğraftaki işletme şikayetler sonucunda şimdilik kapatıldı)
Kule çevresiyle ilgili harika bir bahaneleri de var yöneticilerimizin: “Burada sabaha kadar içki içiyorlar, bağırıp çağırıyorlar, oraya buraya işiyorlar, halkın huzuru bozuluyor.”
Hatırlarsınız, aynı iddialarla bar, lokanta, kafelerin masa ve sandalyeleri içeri tıkıldığında da karşılaşmıştık.
O dönem de meselenin içki olmadığı, insanların yürüyecek yerlerinin kalmadığı söylemişlerdi ve Beyoğlu’nda işletmelerin dışarıya masa sandalye koymasını yasaklamışlardı.
Şimdi ise halka açık olan bir alan şirket marifetiyle halka kapatılarak, “halkın huzuru” sağlanmaya çalışılıyor.
Bu noktada aklıma ilk gelen, “Hangi halk” sorusu. Meydanlarda toplanan, kendilerince muhabbet eden, flörtleşen, sosyal ilişki kuran insanlar halk değil mi?
Ha denecek ki, “Evinde uyumak, sevişmek, kitap okumak, tavan seyretmek, yemek pişirmek, çalışmak isteyenler halk değil mi? Onlar ne olacak?”
Peki, o zaman devletin, hatta daha da spesifik olarak “polisin” nasıl bir görev tanımı var? Polis, “Pire için yorgan yakan” mıdır, yoksa pire ayıklamakla görevli devlet memuru mudur?
Eğer bir noktada diğer insanların rahatını bozan insan(lar) varsa bunu tekil olarak ayıklamak ve arabalarının kapısında yazdığı gibi “Halk için huzur sağlamak” polisin görevidir. Ama polis “Huzur sağlayacağım” adı altında kamusal alanda bulunan insanları “İçki içen” - “meşrubat içen” olarak ayırmaya kalkarsa buradan pek bir sonuç alacağını zannetmem.
Polisin vazifesi insanların rahatlarını korumaktır. Belediyenin görevi de kentin huzurunu korumaktır. Bu aşamada eğer sorun insanların çişi geldiğinde duvar diplerine işemeleriyse, pekala belediye belli noktalara seyyar tuvalet koyabilir.
Hatırlarsanız, geçtiğimiz yıllarda insanlar gerek Galata Kulesi çevresinde, gerek Beşiktaş’ta, gerek Kadıköy’de gerekse de başka yerlerde HAKLI OLARAK sokaklardaki gürültü, sidik kokusu ve sarhoşların verdikleri rahatsızlık nedeniyle meydana gelen türlü olumsuzluklardan şikayetçi oldular.
Peki, polis teşkilatı ne yaptı? Galata çevresini kordona aldı, Kadıköy sokaklarında turlayıp anons yaptı, insanları gözaltına aldı, Beşiktaş’ta ise Başbakanlık Konutu çevresini sarıp sarmaladı. Çözüm oldu mu? Gördüğüm kadarıyla olmadı.
Şimdi de belediye; Galata Kulesi çevresini ne olduğunu bilmediğimiz, (Beyoğlu Belediyesi’nin işine geldiği zaman çok sevdiği) portör muayenesinin yapılıp yapılmadığını bilmediğimiz, kirli su atıklarının nereye gittiğini bilmediğimiz, işletme ruhsatı, vergi levhası görülmeyen, belediyece yasaklandığı halde ortaya masa-sandalye çıkaran bir özel işletmeye devretti.
Belediyeye Twitter üzerinden iki gün önce yazdım. Onlar da 192550 başvuru numarasıyla şikayetimin kayda alındığını söylediler. Tabii ki herhangi bir cevap (şimdilik) gelmedi.
Diyeceğim odur ki, insanların başkalarını rahatsız etmemek koşuluyla kamusal alanlarda dilediği gibi istediğini yiyebilme-içebilme, dilediği şekilde oturup yuvarlanabilme hakkı vardır. Siz çok sevdiğiniz “Rahatsızlık var” argümanına sarılarak asayiş sağlamaya kalkarsanız, sevgili dedemi hatırlatırsınız bana.
Kendisi 90 yaşında, kulakları duymazken gazete kuponuyla gelen dürbünüyle camdan bakarken iki sokak ötede bir apartmanın balkonunda küçük bir köpek görmüş ve “Bu köpek beni uyutmuyor” diye belediyeyi aramıştı. Sonra da ortaya şu çıktı: Köpek bırakın iki sokak öteden duyulmayı, hiç havlamayan bir köpek çıkmıştı.
Derdiniz ne? İnsanların sevmediğiniz bir eylemi gerçekleştirmesi mi, sevmediğiniz bir eylemi gerçekleştiren bazı insanların çevreye rahatsızlık vermesi mi? (EKN)