Türk erkeğinin en büyük karın ağrılarından biridir "kız babası" olmak. Kadınlara yaptığını, kızına da yapacaklarmış vehmiyle yaşarlar, defans kurguları anında bozulur, her an bir kontratak yiyecekler gibi endişe nebulası altındadırlar.
"Demek, benim kızıma da büyüyünce öyle yapacaklar" diye, olur olmaz yerde, altılı doldururken, birasından iki yudum alıp ağzına tuzlu fıstık attığında, okeyde teke kalmış, hatta okey dönerken, elektrik su faturasını öderken, Meclis'te soru önergesi verirken, Laila veya Raina'da "çıtır" keserken... Uzat artık uzatabildiğin kadar.
Bu tür Türk(iye) erkeğinin, mesleği, sınıfı, cinsi cibilliyeti yoktur. Sınıfsız ve kaynaşmış bir erkektir bu. Hayatları sevmeyle değil de, başka şeyle geçtiği için, kızlarının geleceği, çok korkutur bunları.
Süreyya Ayhan bayrağı sırtına aldığında
Laf nereye getireceğimi anladınız. Süreyya Ayhan, bayrağı sırtına alıp gönderdeki bayrağa döndüğünde, İstiklal Marşı dinlenirken hönkür hönkür ağlayanların arasında da, aynı Türk(iye) erkeklerini gördük. "Ahlaksız ilişki" diye Devlet Bakanı'na Meclis'te soru soran da, şimdi kalkmış, "başarı kazananların yanındayım" diyor.
Geçen yılın sonlarına doğru, kız kardeşimize demediklerini bırakmadılar. Ayıptır söylemesi, biz o zaman da tavrımızı almış, sahaya sağlam bir tertiple çıkmıştık. 4 Aralık 2001 tarihli Radikal Futbol'da yazdığım şu satırları buraya iznimle almak istiyorum:
Sahiplendin, aferin
"Bu tartışma, maçası sıkanların tartışmasıdır. Mehmet Yurdadön, sana da helal olsun; zaten yıllar önce Yunanlı Kasianidis'e geçildiğinde de ağlamaktan yarışı anlatamamıştın, oradan belliydi duygusal adam olduğun. Yıllar belli organları öldürür ama cesaretine bakılırsa, sende belli organlara tam tersi hayatiyet kazandırmış.
Sahiplendin kızı, aferin. Gönlümüzde haftanın kare asında baş köşeye oturdun. Dallamalara gelince! Şimdi 13 yaş geyiği yapan bu kanaviçe ustaları Boğaz'a nazır yazlık kışlık mekanlarda "çıtır" keserken yaşa başa bakıyor, Adli Tıp'tan kemik testi mi istiyorlar?
Onların hayatları yetmez aşkı filan tartışmaya. Dostluk, sevgi, aşk sözcükleri bunların dalaklarını yarar. Atletizm adına konuşacak üç cümle bulamazlar; hepsi tartan pistin ahlak zabıtası kesilirler. Bilmem anlatabildim mi? Atletizm nankördür, aşk şefkatli."
Geçmişe bir bakış
Bu bakımdan, Süreyya kardeşimizin başarısının, kalbimize verdiği ferahlık, tarife müsait değildir.
Ama tabii, geri vites ustalarını da burada anmakta yarar var. İnsan hafızası nisyan ile maluldür, derler, unutmak bizim işimize gelmez. Biz, bu konuda "tarih hatırlamaktır" ekolünden geliriz. Büyük geri vites ustası, parça başı taciz teşvikçisi Fatih Altaylı, şimdi kalkmış, "ben Süreyya Ayhan'ı hedef almadım ki, benim hedef aldığım Yücel Kop'tu" diye buyurdu. Kopmuş bir kere! Hem de ne tespit, ne ince tahlil! "Evliydi, kızı yaşında ve kendine emanet edilmiş bir genç kızı istismar etmişti".
İstismar ettiği de, geçen yıl Ayşe Arman'la yaptığı röportajda, Yücel Kop için, "o benim babamdı, aşkımdı, hocamdı, kardeşimdi" demesi. Yani aralarında bir ilişki var, iki kişi buna aşk diyor veya demiyor, kavga etmiyorlar ki gidip ayırasın, maç yapmıyorlar ki, elinde düdük hakem olasın. Birbirlerini suçlamıyorlar, sırtına cüppeyi giyip hakim veya savcı olasın. "Kim kızını spora teşvik eder" diye soruyor. Otur oturduğun yerde, sen kızını göndermezsin, yazık da edersin.
Goloğlu neden bu kadar sinirlisin?
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı için, "bu kadını taciz etmek lazım" diyen birisi, şimdi kalkmış, belki de ömrü hayatında yaşamadığı bir duyguya "istismar", diyor. Ondan sonra da, "Erkan Goloğlu, neden bu kadar sinirlisin", diyorlar bana.
Milliyet olsun, Hürriyet olsun, kız kardeşimizin hocasıyla resmini bastığı günlerde, "bu aşk fırtınası koşturdu" diye, Eros'un altından Ares gösteriyordu. Şimdi hadi o zaman, "Banal Basın, Bunu da Yazın".
Devlet emriyle evlilik
Gençlik ve Spor Genel Müdürü ile spordan sorumlu Devlet Bakanı, yine o zamanki bir habere göre, Yücel Kop kardeşimizle, Süreyya Ayhan kız kardeşimizin evlenmesini istemişti. Öyle ya, devlet emriyle evlenin, çocuk doğurun, kürtaj olun, boşanın.
Gördünüz işte, havaalanında her ikisinin de bir ayaklarını öpmedikleri kaldı. Hatta nerdeyse, havaalanında ve basın toplantısında kalabalıkta birbirlerinden kopmamak için, telsizle konuştular: "Y 1, Y 2'yi arıyor, cevap ver Y 2". "Y 1, malum şahıs geldi, ben biraz öne çıkıyorum tamam". "Y 2, yer aç yetiştim yiğidim tamam".
Bakın ama öte yandan, doğrudur, Hıncal Uluç da bu kardeşimizi ve hocasını eleştirdi. Ama hakkını yemeyelim. Teknik bazı konularda söz aldı, katılırsınız, yanlış bulursunuz, zaten ben anlamam bu işten. Süreyya Ayhan kız kardeşimizin Avrupa Şampiyonluğu, bu anlamda Uluç'un eleştirilerinin yanlışlığını mı gösterir? Göstermeyebilir, bilemem. Fakat, kalkıp da "13 yaşından beri..." diye ucuz penaltı vermedi.
Neyse işte, biz anlamlı bir sevinç yaşadık da, kız kardeşimizin hikayesi, neden hala bunların çenesini yoruyor?
Süper Lig'in şampiyonları
Her ne kadar, bu sitede yazılan yazılar, tamamen yazarını bağlıyorsa da, bianet'te, bu Cuma başlayacak Süper Lig'le ilgili bir tahlil bulunması lüzumunu hissettim. Hissetmek önemlidir; hatta, yapmanın yarısıdır.
Lig'in mahalli düzeyden çıkıp "milli" seviyeye çekilmesiyle birlikte, dördüncüsü dört kere olmak üzere, toplam dört şampiyon çıkardığını biliyoruz. Son 11 yıl boyunca, şampiyonluğun iki takım arasında paylaşıldığını da.
Hani bu husus, bizi memnun etmiyor da olsa, bu pozisyonumuzdan dolayı çevreye bir rahatsızlık da vermedik. İçlerinden birinin de taraftarı olmamıza rağmen, bu memnuniyetsizliğimizi bağıra çağıra ifade etsek, kim dönüp yüzümüze bakar, o da ayrı bir konu ama; döven, ağlamamıza da izin vermeyince, işte böyle zıvanadan çıkıyoruz.
"Devlet istediğimiz yardımı yapmazsa..."
İki üç hafta önce Radikal Futbol'da mevzuuya bir yanından değinmiş olsak da, bizi, zıvananın ağzına kadar getiren gelişmeleri şöyle özetlemek mümkün. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş klüplerinin başkanları, devlet istedikleri yardımı yapmazsa basketbol ve voleybol liglerinden takımlarını çekeceklerini açıkladılar.
Gerekçeleri şu: Bu branşlara futboldan aktarma yapıyoruz, müessese klüpleri 100 - 150 milyon dolar para yatırsalar bile bunu vergiden düşüyorlar, biz bu branşlarda birinci olamıyoruz , olamayız da.
Böyle züppelik nerde görülmüş. "Biz bu dallarda birinci olamıyoruz, ne kadar zengin olursak olalım, o tarafa para yatıramıyoruz, şampiyon da olamadığımıza göre, çekileceğiz".
Aman çekilmeyin
Şu şantajcılara bakar mısınız. Devlet Bakanı da diyecek ki "Aman çekilmeyin, bir iki sezon dişinizi sıkın, biz sizi basketbol ve voleybolda da şampiyon yaptırırız". Üçünüzün de müstahak olduğu yer, aranızda yapacağınız turnuva maçlarıdır.
Birkaç yıldır yapılmıyor. Biz kendi çapımızda tavsiye ve proje insanıyızdır. Şudur tavsiyem: Lig başlamadan Türkiye Spor Yazarları Derneği (TSYD) kupası yapılırdı, yeniden başlatın bunu. Birincisini de "sezonun şampiyonu" olarak Federasyon tescil etsin.
Geri kalan 15 takım da Anadolu Ligi diye aralarında oynasınlar. Şampiyon takımla üç büyüklerin birincisi Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı oynasın. Yeter bu kadarı. Bu takımlara "kobay faresi" muamelesi yapmak ne demekmiş, halkın dinmeyen öfkesini o zaman görün siz.
40 yıldır bu takımların beline odunla girişirken iyi de, başka takımlardan basket ve voleybolda iki fiske yiyorsunuz diye şımarık çocuklar gibi ağlayarak babanızın yanına gitmek neyin nesi? Yediğin dayak da dayak olsa. Sizin işiniz başka ama. Dövemediniz diye sinir krizleri geçiriyorsunuz.
Florya, Samandıra
Senelerdir hangisi olursa bu 15 takım, şampiyon olamayacağını biliyor, içlerinden bu çıtayı zorlayacak bir iki takım da "istemeyiz" noktasına gelmiş. Kalkıp da, "biz aramızda oynayalım kardeşim" demiyorlar.
Sesleri bile çıkmıyor. Bu üç takımdan biriyle oynadıklarında, hakem hatasına kurban gittikleri kanaatindeyse, söyledikleri bir tek, "ekmeğimizle oynamasınlar"dan ibaret. Senede bir iki kez İlhan Cavcav başta olmak üzere, "oynamam" filan diyorlar ama, kendisi bile gülüyor buna.
Devlet size en güzel arazileri futbol kulübü diye vermedi. Florya ve Samandıra'yı nasıl aldığınızı dünya alem biliyor. Fulya, imar planında yeşil alandır. Park alanıdır. Araştırdım, İstanbul'u bildiğimden değil, bizim de Tapu Kadastro'da iyi kötü bir çevremiz var, çıkarın şu planları, dedim, sağ olsunlar gereken lojistiği sağladılar.
O alan size, adınızda "jimnastik"e rağmen, bir tane jimnastikçi yetiştirmeseniz bile spor kulübüsünüz diye verildi. Şimdi taşındınız Ümraniye'ye, burayı da plaza yapıp rant alma peşindesiniz. Gelir getirecek. Neymiş, büyük iş bitiricisiniz. Devlet vermiş vereceğini zamanında. Ama yetmiyor, daha fazla, daha fazla. (EG/NM)