Dersteyiz. Mekân bir üniversitenin akustiği olmayan bir sınıfı. Asistan ders işliyor ve tam o esnada profesör (!) içeriye giriyor. Var olan fısıltılar bitiyor ve tüm etrafı bir sessizlik kaplıyor. Saygıyı aşan bir korku var ama nedense bunu herkes saygıya bağlıyor. Elinde evinin ya da kapısının anahtarı, sallayıp duruyor profesör. Azarlayıcı bir ses tonu ile bağırıyor.
-Fuat Köprülü’yü işliyordunuz ha?
Korkudan kafalar bile sallanmıyor ve başlıyor anlatmaya:
-Evet, hepiniz çok şey bildiğinizi sanıyorsunuz? Ne biliyorsunuz ki? Buraya tek tip olarak geldiniz ve tip olarak da mezun olacaksınız. Mezun olduktan sonra da iş falan bulamayacaksınız. Demek Fuat Köprülü. . . Siz kimleri tanırsınız araştırmacı gazeteci olarak? Can Dündar’ı mı tanırsınız. Evet,onu tanırsınız. Enver Paşa’yı tanır mısınız?
(Ses yok.)
-Enver Paşa’yı tanır mısınız?
(Ses yine yok.)
-90 bin askeri öldürdü değil mi? (Ses bu kısımda yükseliyor.) O bir katil, 90 bin askerin katili ve bir vatan haini değil mi?
(. . .)
-Vatan haini değil mi?!
Ses o kadar gür çıkıyor ki mırıltılarla karışık 5-10 kişiden “evet” geliyor. Heybetli profesör gürlüyor:
-Alın işte,siz busunuz! Bir milletin tarihi için 90 bin sayısı nedir ki? Bir milletin devamlılığı için bu tür sayıların bir önemi yoktur. Siz daha bilmezsiniz tanımazsınız, Enver Paşa’yı, Talat Paşa’yı. Onlar sizin tarafınızdır. Bakın Batı’ya. Onlar bütün evlatlarını nasıl kucaklıyorlar iyisi ve kötüsü ile. Siz de tarihinizi olduğu gibi sevecek ve o yönde çalışacaksınız! Düşmanlarınızı iyi bileceksiniz. Şimdi bu düşmanlar bir de bir şey çıkardı. Objektif tarih diye. Tarihin objektifi olmaz, siz kendi tarihinizin tarafında olacaksınız. Yanlı bakacaksınız. Önüme tek tip insanları koyuyorlar ve sonra gel ders anlat diyorlar. Bunları bilmeyen adama ne anlatayım? Nâzım gitti Rusya’da kendini sattı, Necip Fazıl devletin kasasından yedi! İyi şairlerdi o ayrı ama kim sizin tarafınızda bunu bileceksiniz. Bu ülkede tek millet vardır, o millet de Türk milletidir. Milletine sahip çıkmayan insan haysiyetsiz ve onursuzdur! Beğenmeyen çeker gider!
Sessizlik devam ediyor. Herhangi bir üniversitenin edebiyat bölümünde saat sekiz sularında bunlar konuşuluyor. Öğrencilerin çoğu başını evet anlamında sallıyor. Kürt öğrenciler ise defterlerine ilginç şekiller çiziyorlar. Başka bir hayal aleminde bu tablodan kaçmak ve belki de o anda buharlaşıp yok olmak istiyorlar.
Ben ne mi yapıyorum? Sınıfın içindeki herkesin aynı olduğuna kanaat getirmiş bu sözde profesörü dinliyor ve içimden gülüyorum. Kaç kitap okuduğumdan haberi var mı, neler hakkında düşündüğümden haberi var mı acaba diyorum. İnsan canını “sayı”lar şeklinde ifade eden bu sözde profesörü yalnızca dinliyorum. Hangi eğitim sisteminden ve nasıl bir aile düzeninden geçmiş olmalı ki bunca kini bunca nefreti bu kadar sene böylesine canlı tutabilmiş ve bu öfkeyi her sınıfa gelişinde aynı coşkulu sesle ifade edebilmiş?
Oysa bu profesörün hesaba katmadığı bir şey var. Biz sizlerin 70’lerde 80’lerde neler yaptığınızı ve neler yapMAdığınızı gayet iyi biliyoruz. Bir gecede kaç kişinin profesör yapıldığını ve asıl üreten kesimlerin nasıl üniversitelerden atıldığını, o kişilerin nelere maruz kaldıklarını ve ne şekillerde işkence gördüklerini..
Bu çarkın bizzat çevresini dolananlar, Anadolu halklarının kimlikleri üzerinden siyaset yapanlar, dilleri yasaklayanlar ve özgürlüğü "yanlı tarih"e bırakanlar bizlere ders veriyor. Bu insanlar kısır düşleri ile bize hayal etmeyi öğretmek peşindeler.(GBN/EÜ)
* Gözde Burcu Narin, öğrenci.