Sanki biz evde yokken evin salonunda büyük bir kavgaya tutuşmuş birileri. Vitrin camları yerle bir olmuş, uzaktan önemsiz görünen ama bizim için manevi değeri olan küçük şeylerin üzerinde tepinmişler. Başkasının evi ya, çamurlu pabuçlarla koltuklara basmışlar, perdeyi yağlı elleriyle tutmuşlar, kediyi korkudan hasta etmişler, sonra da çekip gitmişler. Salonda bir sessizlik hakim ama karmakarışık her şey.
Yerel seçimlerden sonra, sıradan yaşamlarını, sıra dışı bin bir güçlükle sürdürmeye çalışanların içinde bulunduğu hal bu anlatımla ifade edilebilir sanki. Yok, merak etmeyin, okuduğunuz, ülkeyi bir eve, halkları da odaları bölüşmüş halk kitlelerine indirgeyerek ifade edilen o parlak ve basit siyasi çözümleme yazılarından değil; bize, evimize, mahremiyetimize, kendimizle olan ilişkimize yönelik malum kamikaze saldırısının, seçim öncesi çatırdayan ittifakın gürültülü kavgası ve iktidarın ölüm kalım savaşının ardından yaşanabilecek hislere dair bir yazı. Neredeyse 100 yıldır biliyoruz, hisler ve ruhun cümleleri fikirlerden daha az önemli değil, fikirlerden bağımsız da değil. Ancak şimdi, olağanüstü sarsıcı bir yerel seçimin ardından kimse durup “seçmenlerin” ya da kişilerin nasıl hissedebileceğine, bu hislerin hangi düşünsel arka plana ve gelecek ufkuna ait olduğu üzerine düşünmüyor. Varsa yoksa seçim sonuçlarının siyasi, toplumsal sonuçları, onların doğurması muhtemel yakın gelecekteki sonuçları!
Hislerden filan bahsedince, tanımadığım, erişemediğim başkalarının hislerinden söz edecek değilim elbette, hem o işin sınırları beni aşar, hem de hissin önemini vurgulamaya ilişkin çabama ihanet etmiş olurum. Fazla canınızı sıkmadan nasıl hissettiğimi anlatmaya çalışacağım. Benim nasıl hissettiğimin bir önemi olduğundan değil, herhangi birinin nasıl hissedeceğinin önemi olduğundan.
Reyimden (HDP-BDP) siyasi, duygusal ya da tarihi açıdan zerre tereddüttüm yok. Bu açıdan bütünlüğümü korumuş, kendini, pozisyonunu savunmuş haklı ve mantıklı bir insan gibi hissediyorum. Bu dar seçim perspektifinin dayattığı kategorizasyona göre herhangi bir CHP seçmeninin, herhangi bir AKP seçmeninin ve herhangi bir MHP seçmeninin de olgusal ve tarihsel olarak tamamen haksız olsalar ve seçimlerinin gayrimeşruluğu tartışmaya açık olsa da, onların da tıpkı benim gibi hissetmelerine karşı yapabileceğim hiçbir şey yok. Yani, görüldüğü üzere hislerin dış gerçeklikle arasında simetrik bir ilişki olacağına dair bir güvencemiz yok. Örneğin dış gerçekliğe göre AKP güncel mağduriyetlerin nedeni ve kaynağını teşkil ettiği halde, siyaseten yüzyılın tüm mağduriyetlerinin nesnesi olarak kendini konumlandırabiliyor, bu konumlanıştan lehine bir sonuç elde edebiliyor.
Seçim sandığı ve demokrasi arasındaki ilişkiyi tabii ki sorguladığım halde, güya “Foucault vari” bir tavırla ve kuşkusuz reformistçe, iktidarın söylemini değiştirmek için iktidarın tezgahından geçmek şartına gönül indirdiğimden, bir Pazar sabahı mahalleliyle birlikte beni daima ateşli çocukluk hastalıklarına taşıyan o Atatürk resimleri ve tarihten cümlelerle süslü duvarların üzerinde yükselen ilkokul binasına gidiyorum. Bundan kaçınmak hiç kabul etmediğim o nihilist merhaleye varacağından, inançsızlık gibi görüneceğinden, partimin küçümsenen oy oranını o küçük katkımdan mahrum etmemeyi seçiyorum.
Sonuçta, fikirlerim dolayısıyla değil, milyonlarca yurttaşla aynı fiilin faili olduğumdan, oy verdiğimden diğer tüm seçmenlerle ortaklaşmış oluyor, böylece bütün diğer başkalarıyla aynı hisleri üstlenmeyi de kabul etmiş oluyorum. Beklenti, hayal kırıklığı, öfke, sevinç, zafer, sıkıntı, tüm bu duyguların ortak üretilme süreçlerine razı olmuş bulunuyorum. Lafı bu kadar uzatmaya kalkışmadan önce, nasıl hissettiğimi yazacağımdan bahsediyordum.
Evet, kendimi haklı hissediyorum. Herkes kendini haklı hissediyor. Ben de kendini haklı hisseden başkalarının haklılığını ürettiği tezgahta kendi haklılığımı üretiyorum. Bir fark var yine de. Herkes evi yağmalanmış, çarşafları kirletilmiş hissetmiyor. Herkesin kendini haklı hissetmesinin dış gerçeklikle ilişkili makul bir sebebi yoksa bile, talana uğramış hissedenin bir sebebi var ve anlaşılmaya muhtaç. Cumhurbaşkanlığı seçimi vaveylasından önce bir rehabilitasyona ihtiyaç var. O da şöyle: Haklının hakkı haklıya, talan edilenin hakkı talan edilene... (NZ/HK)