Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nün resmi web sitesinde yer alan bilgilere göre, 1 Nisan 2024 itibarıyla Türkiye’deki hapishanelerde 13 bin 561’i kadın, 2 bin 912’si çocuk ve 4 bin 683’ü 65 yaş üstü olmak üzere toplam 322 bin 780 kişi tutuluyor.
O kişilerden biri de gazeteci Esra Solin Dal. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) verilerine göre cezaevlerinde 16 gazeteci var.
Esra Solin bir haftayı aşkın bir süredir Bakırköy Cezaevi’nde tutuluyor. Cezaevine konulurken de çıplak arama işkencesine maruz bırakıldı.
Esra Solin’i cezaevinde ziyaret eden İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanı Avukat Eren Keskin’in verdiği bilgiye göre, Esra Solin’e yönelik hak ihlalleri bunlarla sınırlı değil.
Gazeteci Esra Solin’e ilk gün su verilmedi, sadece bir parça ekmek verildi. Kasıtlı olarak aç bırakıldı. Ayrıca havalandırma hakkı da kullandırılmadı.
Tepkiler
Bu olanlara karşı tüm gazeteciler tepki gösterdi. Sosyal medyada Esra Solin için destek mesajları yazan binlerce gazeteci, Esra’ya “yalnız değilsin” mesajı verirken, yöneticilere de “saçının teline dokunmayın” dedi.
Cezaevi yönetimi açıklama yaptı, Esra Solin’e yönelik hak ihlalinin tekrar edilmeyeceğini duyurdu.
Hayır… Böyle olmadı. Hatta tam aksine. Cılız birkaç sesten başkası duyulmadı.
Oysa, Kürt olmasaydı, Kürt medyasında çalışmasaydı, ne bileyim belki ünlü olsaydı bu benim çizdiğim tablonun kat kat daha fazlası bir tepkiye tanık olacaktık.
Acıların, hak ihlallerinin hiyerarşisi olmaz elbette fakat ne hikmetse İstanbul’da bir gazetecinin burnu kanasa ortalığı ayağa kaldıranlar, başka bir gazeteciye çıplak arama işkencesine sessiz kalabiliyor.
Cümleler şöyle duyuluyor aslında; “Ama onlar da şöyle haber yapıyorlar”, “E o da öyle yapmasaydı.”
“O da şöyle böyle” vs vs…
Mesleğimizi savunurken dahi ikircikliyiz. Kişiye göre harekete geçiyor vicdanımızın ibresi, dayanışma refleksimizin ölçüsü, adalet terazimizin iğnesi.
Açık olan şu ki Türkiye’de mesleğimizi savunurken karşımıza çıkan en büyük bariyerlerden biri de önyargılar ve resmi ideolojinin yerleştirdiği gazeteci ve gazetecilik tanımları.
Daha açık yazarsam, Türkiye’de maalesef gazeteciliği savunmak da bir yere kadar. O bir yerin tanımını da devlet çiziyor, ya da adı neyse, birileri.
Sevgili Esra Solin gazetecilik yaptığı için tutuklandı. Sonrasında da yoğun psikolojik ve fizyolojik işkence ile mücadele etmek zorunda bırakıldı. Cezaevinde ve yalnız. Ona destek olmak, bir tweet atmak, avukatlarından bilgi almak, onunla ilgili haber yazmak, ona yaşatılanları görmek ve göstermek kimseyi başka bir şey yapmaz, suçlu yapmaz.
Bazıları sanıyor ki “Bize bir şey olmaz, bizim tuzumuz hep kuru.” Yok öyle bir memleket. Yok öyle bir gazetecilik…
Hem bu noktayı çoktan geçmedik mi?
Kaldı ki mesleğimizi savunmak için bizim başımıza gelme ihtimalinin olması da gerekmez.
Esra Solin ve diğer tutuklu gazetecilerin yaşadığı hak ihlalleri karşısında sessiz kalmak, meslektaşlarımıza sorumluluğumuzu yerine getirmemek anlamına geliyor.
Bu sessizlik, adaletin ve insan haklarının ihlal edilmesine göz yummanın bir başka şekli değil de nedir?
Dayanışma içinde olmak ve adaletin ibresini yeniden eşit ve adil bir şekilde yerine getirmek için mücadele etmek gazeteciliğin de bir parçası değil mi?
Birilerine inat değil, adaletin ibresini bozanlara inat hiç değil, biz hangi kurum olduğu fark emeksizin mesleğimiz için bir arada durabilmeli ve dayanışmanın ibresini eşitlik ve adaletten yana çevirebilmeliyiz.
(EMK/AÖ)