"Türkiye'de gişe filmlerine gitmeyeceğim" diye kendime çok kez söz vermeme rağmen Cem Yılmaz'ın son filmine karşı koyamadım. Cem Yılmaz'ın mizahı günlük sohbetlere yansıyan bir mizah, ürünleri ise günün sosyal mevzularını belirleyecek derecede popüler. Bu popülerliğin sınırları içerisinde o popülerliğin temsil ettiklerini ve yok ettiklerini sınamakta ve toplumsal cinsiyet açısından filmi sınamakta büyük fayda var.
Yılmaz'ın "Yahşi Batı" isimli filminden çıktığımda aklımda tek bir soru vardı: Son zamanlarda sinemalarda ve televizyonlarda artan eşcinsel temsili Türkiye'de bir tabunun daha yıkıldığını mı gösteriyor, yoksa o temsilin düzey ve şekli bize öğretilen o "erkek" ya da "kadın" rollerini mizahla da olsa sağlamlaştırıp Türkiye'deki baskın heteroseksüel ve eril kültürün bir başka halkası mı oluyordu? Soru beni film üstünden giden bir görüntü dili analizine götürdü; ama analizin sonucu hiç de 21. asır Türkiye Sineması'na yakışmasını umduğumuz boyutta değildi. Eşcinselliği mizahın vazgeçilmez bir aşağılama unsuru olarak benimsemiş Cem Yılmaz için (şahsı üstünden yazsam da bu yazı Şafak Sezer'den Mehmet Ali Erbil'e tüm medya figürlerini kapsıyor) eşcinsellik hala bir mizah unsuru olmaktan öteye gidememiş. Cem Yılmaz'ın yıllar önce yaptığı Bir Tat Bir Doku gösterilerindeki ortalama heteroseksüel Türkiye insanına hitap eden bakış açısı kendini yenileyip tekrar üreterek devam etmiş.
Filmin daha başında bir "erkeklik" problemi ile karşı karşıyayız. Amerika Kıtası'nda bir posta arabasında bir Amerikan Vatandaşı Kadın eşinin yanında, Türk Erkeği'ne (bir Osmanlı) kur yapıyor ve O'nun Türk olması "erkekliği" için bir garanti olarak kullanılıyor. Burada milliyetçi ve seksist yaklaşımları bir arada Türk Amerikan karşılaştırması eşliğinde bulmak mümkün.
Demet Evgar filmdeki tek baskın kadın oyuncu. Yalnız Evgar'ın canlandırdığı karakter Türkiye'deki mizahın çok sevdiği "bıyıklı kadın" imajını yansıtıyor. O bir "olmaması gereken" olarak izleyicinin gözüne sokuluyor. Filmde yaklaşık dört yerde Evgar'ın erkeksiliğine ve kadına benzemezliğine referans olan konuşmalar var. Elbette Demet Evgar da "Türk'ün müthiş cinsel performansı ve çekiciliği" ile tanışıp kadınsı hallerine kavuşuyor filmin sonunda. Yani dünyanın her yerinde kendini yenileyen güzellik ve güzel kadın anlayışı filmde de zaferine ulaşıyor ve kadın "erkeğinin güvenli kollarında" kadınlığına ve güzelliğine kavuşuyor. Aslına bakılırsa Western Kültürü'nün dayattığı eğlence unsuru ya da dinine bağlı bir azize olarak kadın seçeneklerine bağlı kalmış Cem Yılmaz film boyunca. Tüm bu tektipleştirmelere onları daha da güçlendiren bir "c" şıkkı olarak da Demet Evgar'ı eklemiş.
Film süresince "eşcinsellik" bir mizah unsuru olarak kendini en çok Uğur Polat'ın canlandırdığı karakterde gösteriyor. "Brokeback Mountain" filmindeki kovboylara ithafen yaratılmış bir karakter canlandıran Polat senaryo gereği Ozan Güven'i öldürmek üzere tutuluyor ve bu yakışıklının öldürülemeyeceğini söylüyor. Aslına bakarsanız temel mantık olarak burada sorun yok. Bir erkeğin ya da kadının hemcinsini ya da karşı cinsini güzelliğinden ya da zekasından dolayı zarar verilemeyecek mertebede görmesi sorunlu da olsa en azından zararsız bir bakış açısı. Burada asıl sorun Uğur Polat'ın bir eşcinseli yansıtma biçimi. Türkiye'de birçok eşcinsel var ve bütün eşcinselleri medyanın kullandığı figürlere benzetmek, eşcinselliğin sadece ekrandakine benzeyen bir şey olduğunu halka bir kez daha yansıtmaktan ileri gidememiş yönetmen ve oyuncu. Keşke böyle bir sahnenin oyunculuk planlaması daha düzgün bir biçimde yapılabilmiş olsaydı. Türkiye'deki eşcinseller artık alıştıkları bu tablodan rahatsız olsalar da bunun normalleştirilmesine sessiz kalmamalılar.
Suç yalnızca Yahşi Batı'nın ya da daha önce medyadaki tüm eşcinsel temsillerinin değil. Eşcinsellerin topluma katılım özgüvenlerini medyaya katılımda gösterememeleri gösterenlerin de belki de kendilerini anlatmakta yetersiz olmaları ve eşcinseller üzerinden yaratılan o tektipleştirmeye bilmeden de olsa katkıda bulunmaları. Bu durumda yapılması gereken net. Türkiye'de vizyona giren her filmi toplumsal cinsiyet gözüyle izlemeli ve neyin nasıl sunulduğunu bir kez daha gözden geçirmeliyiz. Aksi halde bu temsil problemi medyanın bu kadar güçlendiği şu dönemde eril sistemin adaletsizliğine katkıda bulunmaktan başka bir işe yaramayacak, dahası edinilmiş tüm kazanımları da eşcinseller ve kadınlar için ulaşılmaz kılacaktır.(BÇ)
* Sarphan Uzunoğlu, İzmir Ekonomi Üniversitesi