50 yaş civarındaki bir erkeğin demanslı annesiyle aynı evi, hatta yatağı paylaşıp cinselliğini yaşayamaması ne acı, değil mi?
Fakat kader ağlarını örerken kahramanımız Sven'in başına beklenmedik olaylar gelince ortalığın karışması kaçınılmaz olur.
Birbirinden başarılı oyuncuların trajikomik anekdotlar örgüsüne katkıları "küçük" ama etkili yapım Ağır Ablalar'ın samimiyetini epey artırmış.
Genç Almanyalı yönetmen Axel Ranich'in birçok festivalde ödüllere layık görülen filmi 2.Pembe Hayat KuirFest kapsamında 21 Ocak Pazartesi akşamı saat 19'da Kızılay Büyülü Fener Sinemasında gösterilecek.
Etkinliğe evsahipliği yapan mekânlardan Goethe Institut Ankara başarılı organizasyona ağırlığını koydu.
Ağır Ablalar
Yıllarca sıkı bir disiplin içinde çalıştığı belli olan annesi Edeltraut'un işe gitmek üzere her sabah aynı saatte yataktan fırlamasına engel olamayan Sven'i görürüz ilk etapta; demanslı ama gayet enerjik annenin peşinden koşarak onu sakinleştirmek üzere "Bugün tatil günü, işe gitmene gerek yok" diye telkinde bulunmakta, zor uyanan bir banka memuru olarak da bu durumu bir çalar saat olarak değerlendirmektedir.
Gündüzleri, artık çok kısa bir hafızaya sahip olan Edeltraut'a bakmakla yükümlü olan bakıcı Daniel'i mesleğini icra ederken seyretmek insanda derin şefkat ve saygı duyguları uyandırıyor.
Bu durum hassas, çekingen ve şişman Sven'in de ilgisini çekmiş olmalı ki annesini yıkayan Daniel'i banyonun anahtar deliğinden dikizlerken yakalarız onu; bir süre sonra evli ve bir çocuk babası olan bakıcıya duyduğu çekimi utana sıkıla dışa vurur.
Daniel'in bu taraklarda bezi yok gibi görünür ilk başta, Sven'e tepki verir ama mutsuz evliliği onu kısa zamanda eşcinsel bir ilişkiye sürükleyecektir. Ne yazık ki kahramanlarımız bu durumun faturasını, her biri farklı biçimlerde olsa da, ağır ödeyeceklerdir.
Ağır Yönetmen
1983 Berlin doğumlu yönetmen Axel Ranish başrol oyuncuları gibi kilolu ve kendisine de "abla" demekten çekinmiyor. Çok kısık bir bütçe, bir Mini-DV kamerayla emprovize edilmiş birçok sahne ve iki sayfalık bir senaryoyla kotarılmış bu sevimli yapım daha önce 8 kısa metrajlı çekmiş olan Axel'ın mizah duygusunu başarıyla yansıtıyor.
Mahkûmlar, akıl sağlığı problemleri olan çocuklar, doktorlar, Lichtenberg ve Kreuzberg'deki öğrencilerle çalışmış olan duygusal sinemacı, ırkçılık karşıtı seminerlere de katılmış; Ağır Ablalar genç yaşına rağmen Axel'ın eriştiği olgunluğu ve insancıl yaklaşımını incelikle yansıtıyor.
Özellikle anneyi oynayan Ruth Bickelhaupt, senaryoya katkıda bulunan Heiko Pinkowski (Sven) ve Peter Trabner (Daniel) bizi bir belgesel seyrediyormuşçasına inandırıyor; daracık dairede Strauss valsleri yaptıkları kıyafet balosu, Sven'in Ravel'in Bolero'su eşliğindeki çıplak solosu, göl kıyısında iki erkeğin çocukça cilveleşmesi ve iddiasız vücutlarını yine hoyratça teşhir ettikleri, Borat'la Azamat'ın kavgasını hatırlatan boğuşmaları insanda derin izler bırakıyor.
Goethe'nin ağırlığı
Hamburg, Copenhagen, Chicago ve Berlin'deki alternatif festivallerde çeşitli ödüller kazanmış olan, orijinal adıyla Dicke Maedchen'in ilk gösterimi 2.Pembe Hayat KuirFest'in ana mekânlarından Ankara Goethe Enstitüsünde yapıldı.
23 Ocak-20 Şubat tarihleri arasında, hayatı hazin bir ölümle sonuçlanan aktris Romy Schneider'in siyah beyaz fotoğrafları ve filmleriyle konuk edileceği enstitü festivalin en yoğun iki günü 18 ve 19 Ocak tarihlerinde kısa metrajlılara ve iki adet panele de evsahipliği yaptı.
KuirFest ekibinden Bilge Taş, Ceren Kocaman ve Gizem Bayıksel'in katkılarıyla enstitünün rahat ortamı konuklara sıcak anlar yaşattı.
Geçmişte cinsiyet değiştirmiş olduklarına pişman, 60'larındaki iki İsveçlinin karşılıklı anı ve duygularını paylaştıkları, yönetmenliğini Marcus Lindeen'in yaptığı Regretters adlı belgeselden sonra Cinsiyet Değiştirme Operasyonları konulu panele geçildi.
Lambda İstanbul'un kurucularından katılımcı Belgin Çelik'in mevzubahis operasyondan hiç de pişman olmadığının kanıtı olan militan tavrı bir yana, insan "hiçbir kitapta yazılı olmayan" anılarını hepimizle paylaşmasını gönülden arzuluyor.
Genç neslin temsilcilerinden tıp öğrencisi Ceren Yılmaz'ın kırılgan zarafetinin yanında cinsiyet değiştirmemiş olmaktan hiç de şikâyetçi gibi görünmeyen Buse Kılıçkaya enerjisiyle izleyicileri hayran bıraktı.
Panelde toplumun dayattığı kadın ve erkek rollerine sıkıca bağlanmanın ne kadar gereksiz olduğunun altı çizildi, kimliğin şablon ve modellerden bağımsız olarak gelişmesi gerektiğinin önemi vurgulandı.
Her yerde olduğu gibi "öteki"nin dışlandığı Müslüman ülkelerden Pakistan'da çekilmiş Saklambaç adlı belgeselden sonra ise, yönetmenler Saadat Munir ile Saad Khan ve yapımcı Christina M.Andersen'in katılımıyla LGBTT konulu panel gerçekleştirildi.
Her ne kadar translar ve eşcinseller sözkonusu ülkede de ayrımcılık ve şiddete maruz kalsa bile geleneksel olarak belirli bir hoşgörüyle karşılanan "hadımlar" fazlasıyla yaygın olan eşcinsellik için paravan oluşturuyor gibime geldi.
Pakistan'da muhalif bir düşüncenin dışa vurulabilmesi için soytarı kisvesi altında ünlü aktörlerin kadın kılığına gimesinde de bir beis görülmüyor. Yaşamına tanıklık ettiğimiz bireylerden birinin yakın akrabaları tarafından cinsel istismara maruz bırakılma durumu da her toplumun kanayan yaralarından.
İşin bir diğer acı tarafı, prodüksiyonu yönetmenlerden Saadat'ın yaşadığı Danimarka'da yapılan belgeselin tanıtımı sonrasında genç sinemacının cemaatiyle buluştuğu camiden kovulmuş olması.
Özellikle memleketlerinden uzak yaşayan grupların azınlık psikolojisi içinde gelenek ve dinlerine bağnazca sarılması doğal, dini müesseselerle üreme dışındaki cinsel faaliyetlerin resmen bağdaşması ise imkânsız, hatta bence gereksiz... (MT/ÇT)